“Cumhuriyetimizin 100. Yılı’na özel yayınladığımız “Ord. Prof. Dr. İhsan Hilmi Alantar” kitabımız içinde Nişantaşı bölümleri yer almakta. “Nişantaşı ile ilgili bölümleri İstanbul Serisi – Nişantaşı 2’de yayınlayacağız ve sırasıyla nice kıymetli değerlerimizi anacağız elimizden geldiğince” ifadeleri ile bitirmiştim serinin ilkini. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim.
“Kadri Raşit Paşa Türkiye’de çocuk hastalıklarının müjdecisi, Alantar ise kurucusudur…” diyen Prof.
Dr. Cihat Tahsin Gürson hocamız, doğduğum Amiral Bristol Hastanesi’nde çocukluk doktorum olmuş.
Oya Banu Yurdabak’ın Alantar arşivini hayata geçirirken çok güzel iki sürpriz yaşamıştım. Yaşayan iki hastası olduğunu öğrenmiş ve kıymetli anılarını kayda geçirmiştim. Kitabımız yayınlandıktan sonra da tıp camiamızın kıymetli hocalarından da takdir almıştık. Sanırım yakında bir çalışmada kaynak gösterilecek. Bunlar bizleri mutlu eden, zenginleştiren olgular. Kültür bence en büyük zenginlik.
Ord. Prof. Dr. İhsan Hilmi Alantar kitabımızdan
“Bu eserimizi Ord. Prof. Dr. İhsan Hilmi Alantar simgesi ile tüm değerli çocuk doktorlarımıza bir vefa borcumuz olarak da görüyorum. Çalışmalarımız beş yıl içinde olgunlaştı. Bu süreçte Ord. Prof. Dr.
İhsan Hilmi Alantar ile ilgili arşiv taraması gerçekleştirdik. Kaynak kitap olabilecek eserleri taradık. Bazen de sürprizlerle karşılaştık.
İlk sürprizimi Alantar Hoca’nın yaşayan iki hastasını bulduğumda yaşadım. Değerli Attila Atlı Bey ve Sevgili Nazan Sirman Hanım. Kendileriyle telefonda ve yazılı sohbetler yaptım. Kayda aldım. Her ikisi de eski Nişantaşılı idi ve aynı ilkokula, Şakayık Caddesi’ndeki 52. İlkokul’a gitmişlerdi. Attila Bey’in anlatımı ile “İlkokula başladığımız o günlerde 10 Kasım 1938’de büyük kurtarıcının aramızdan ayrılışını yaşamımızın ilk büyük acısı olarak ailelerimizle birlikte yaşadık. O kara günü hiç unutmadık.”
Çocuk doktoru olarak ne kadar sevildiğini anlamak beni çok mutlu etti.
Diğer bir sürpriz ise röportaj yaptığım kıymetli Prof. Dr. Mahmut Nedim Doral Hoca idi. Halası piyanist Sevinç Doral ile Alantar Hoca’nın yeğeni Erdal Alantar’ın evlenmiş olduğunu öğrendim. Erdal Alantar’a ailesi Ord. Prof. Dr. İhsan Hilmi Alantar gibi tıp doktoru olmasını tavsiye etseler de Erdal Alantar resim sanatını seçmiş. Alantar ailesi bütününe baktığımda; kıymetli ve kendi konularında çalışıp, üreterek topluma faydalı olmuş fertlerden oluştuğu için çok mutlu oldum.
2023 yılına vardığımızda, Salah Birsel eşi Jale Hanım ve Jale Hanım’ın ablası Feriha Sanerk Hanım, Suadiye’deki apartmanımızda oturduğu ve Salah Birsel Bey Nişantaşı Erkek Ortaokulu’nda hocalık yaptığı için Hıfzı Topuz Bey’in kitabını okumak istedim. “Katman Katman Suadiye” araştırma yazım için okuduğum Hıfzı Topuz Bey’in “Bir Zamanlar Nişantaşı’nda” kitabında Ord. Prof. Dr. İhsan Hilmi Alantar detayına da pek sevindim tabii. Özellikle “Üstün Üstündağ Valikonağı’nı Anlatıyor” başlığı altıdaki bölümde, 113. sayfada “Ünlü kemancı Ayla Erduran’ın babası Prof. Dr. Behçet Sabit Erduran ve Prof. Dr. İhsan Hilmi Alantar da orada otururlardı” diye geçiyor. Ayla Erduran detayını ileriki bölümde Prof. Dr. Yıldız Demiriz teyzenin Caddebostan’daki köşkteki kiracıları arasında aktaracağım.
Meral Bahçetepe’nin Anılarıyla Ord. Prof. Dr. İhsan Hilmi Alantar
Ben, doktor dayımlarda dokuz-0n, on beş yaşlarım arasında kaldım ama yazları beraberdim. Babam
Kore’ye görevle gidince daha çok beraber olduk çünkü kendi evimizi kapatmıştık. İhsan Hilmi Alanlar’ın babası, büyükbabamız Halil Hilmi Bey, emniyet mensubu imiş. Amir pozisyonunda sanıyorum. Böyle bir fotoğraf var: Etrafında görevliler, kendisi oturuyor ama eski görev tanımlarını bilemiyorum. Üç hanımı olmuş Halil Hilmi Bey’in. Hanımlar aynı zamanda birlikte olmamışlar. İhsan
Hilmi ve Sadi Alantar’ın anneleri ilk eşi. Vefat etmiş. İkinci hanımdan hatırladığım kadarıyla Saadet Hanım olmuş. Üçüncü hanımdan Turgut Yurdabak ve annem Mualla Yurdabak dünyaya gelmişler.
Babamın Kore’deki görevi sürecinde; dayım (İhsan Hilmi Alantar) kız kardeşinin (Mualla) benimle tek başına kalmasına gönlü razı gelmedi. Anneme ve bana sahip çıkarak kendi evlerinde İlse yengem ile birlikte ağırladılar. İlse yengem ile Almanya’da tanışmışlar. Yengemin psikiyatri eğitimli olduğunu hatırlıyorum. Dayım İhsan Hilmi Alantar’ın, benim bildiğim ve gördüğüm iki evi vardı biri Nişantaşı Emlak Caddesi girişinde. Köşedeki Yayla apartmanı yanındaki üç katlı bir ev idi. En alt kat; cadde ile hemzemin kalorifer dairesi, çamaşırlık ve çalışanların kaldığı kat idi. Yoldan mermer merdivenlerle çıkılan birinci kat muayenehaneye girişli büyük bir hol, muayenehane ve bekleme odası idi. Holden başka bir kapıyla koridora geçilir ev bölümüne girilirdi. Burada yemek salonu ve misafir salonu ve mutfak vardı. En üstte 3 yatak odası, şömineli bir büyükçe oturma odası ve çalışanların dinlenme odası bulunurdu. Evde vakit genellikle üst kattaki oturma odasında geçerdi. Orada şömine ve iki berjer koltuğu hatırlıyorum.
Dayım ve yengem devamlı kitap veya yabancı gazeteleri ve mecmuaları okurlardı. Çok konuşmazlardı ama ikisi aralarında mutlaka Almanca konuşurlardı. Odada biz var isek ve bizi ilgilendiren konular varsa o zaman Türkçe konuşurlardı. Bazen İlse yenge Türkçe karşılığını bulamaz dayım tercüme ederdi. İki çalışanları vardı. Karı koca Hasan ve Leyla, devamlı evde ikâmet ederlerdi. Leyla hem temizlik hem yemek işlerine bakarken, Hasan servis yapar, dış işlerini görürdü. Alt kattaki yemek salonunda oval büyük ceviz bir masa ve yemek odası takımı, masanın üzerinde de görkemli bir avize vardı.
Misafir salonunda klasik ince koltuk takımı ve büyük bir kuyruklu piyano hatırlıyorum. Dayımların evindeki hayat ile ilgili olarak müzik konusunda pek anım olmasa da pikap ve yabancı plaklar vardı. Ancak sanatçıları kimdi bilmiyorum.
Yemeklerden nefis şnitzel yediğimizi hatırlıyorum. Çok severdim ve sık yapılırdı. Sofrada mutlaka salata olurdu. Önce salata servis edilirdi daha sonra ana yemekler gelirdi. Tencere yemekleri ise hatırlamıyorum.
Oturma odası ve üst kat koridorunun alt bölümünde kitaplıklar vardı hemen hepsi yabancı dilde yazılmış ciltli kitaplardı. Yalnızca birkaç raf “National Geographic” dergilerine ayrılmıştı. Sarı renkleri ve renkli resimleri ilgimi çektiği için onları hatırlıyor olmalıyım. Evin havası sakin ve sessizdi hattâ son zamanlarda!.. Çünkü dayım gırtlak kanserine yakalanmıştı bu nedenle hiç konuşamıyordu ve sadece yazı ile iletişim kuruyordu.”
Attila Atlı Anısı
“Sevgili Rengigül Hanım,
İhsan Hilmi Bey, kız kardeşim ve benim doğumumuzdan itibaren devamlı doktorumuz oldu.
Nişantaşı’ndaki villayı, Alman hanımını dün gibi hatırlıyorum. Ailece dostlukları da vardı.
Hatırlayabildiklerimi memnuniyetle sizinle paylaşırım. O zamanın kıymetli çocuk doktorlarından biri de
İzmirli Dr. Viktor Galimidi’ydi. Amiral Dr. Galimidi’nin oğluydu. Aile dostumuzdu. Nişantaşı Vali Konağı Caddesi’nde Uğur Apartmanı’nın en alt katında ikâmet ederlerdi Madame Galimidi ile. İçeriye girdiğiniz an kendinizi Versay Sarayı’nda hissederdiniz. Piyano ve kitaplığına hayran olurdum. Çok etkileyici idi. Madame Galimidi bir kahvaltı masası hazırlardı kristal ve gümüş ikrâmlıklar ile görülmeye değer. Dr. Abravaya Marmaralı’ya Amca diyecek kadar yakındım. Mısırlı Apartmanı’nda otururdu.
Büyükbabam ile Fransızca konuşurlardı. Büyükbabam İsmail Hakkı Bey, Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) mezunudur. Tevfik Fikret’in Galatasaray Lisesi’nde müdür olduğu yıllarda Tevfik Fikret’in yönlendirmesiyle Jön Türkler akımından, Namık Kemal’den etkilenmiş. Mektebi bitirdikten sonra Mülkiye tahsili için Fransa’ya gönderilmiş. Memlekete döndüğünde saygın bir bürokrat olmuş ve Maliye Başmüfettişi olarak ülkesine hizmet etmişti. Mim Kemal Öke yakın arkadaşlarındandı. Çocukluk yıllarımda daha çok dedem ile birlikte vakit geçirdiğim için dedemin dostlarının konuşmaları da hafızamda kayıtlı ve etkin oldu. Aralarında Fransızca konuşurlardı.
Teşvikiye’de iki katlı büyük bir evde otururduk. Anneannem, dedem, annem Nevin Hanım, babam
Kemal Bey ve benden üç yaş küçük kız kardeşim Aşula ile birlikte. Aşula adını Ord. Prof. Dr. Fuat Köprülü bir kitaptan koymuş. “Pastoral şiir” demek olan “asula”; “aşula” biçimiyle “melodi, ahenk” demek diye biliyorum. Asyatik kökenli (Tacik, Uygur, Türk) somut olmayan kültür mirasının yansıması. Muvazzaf subay, savaş malulü olan ve Merkez Bankası’nda çalışan babamı 1941 yılında tekrar askere aldılar. O yıllarda kızıl ve kızamık çocuk hastalıkları çok yaygındı. Kız kardeşim kızıl, ben ise kızamık olmuştuk. İhsan Hilmi Alantar Bey “Derhal çocukları ayırın” dedi. Ben dedemle yukarıdaki katta, anneannem, annem ve kız kardeşim alt katta yaşamaya başladık. İhsan Hilmi Bey her gün bizi kontrole gelirdi. Aşula o dönemde bir sokak kedisi sahiplenmiş adını da Cemile koymuştu. Anneannem çok disiplinli, annem de hayli evhamlı bir kadındı. Kediye bir kafes yuva yapılmasına rağmen bizim kata bir gün kaçtı ve benden kız kardeşime kızamık taşıdı.
Bizi sahiplenen İhsan Hilmi Bey, “Derhal evi terk edin ve ilaçlatın” diye tavsiyede bulundu. Anneannem de otoriter bir kadındı. Tepebaşı’ndaki Bristol Oteli’nin bir katı kiralandı. O koskoca otelde bir hafta geçirdik. Ev badana boya oldu, baştan aşağı ilaçlandı. 1941 yılında bana ve kız kardeşime İhsan Hilmi Bey babalık yaptı. Hiç para bile almadı. Tedavi ücretinin konusu bile olmadı. O yıllarda ilaç çok mahduttu. İki ilaç vardı. Biri Uzara idi. 15 yaşımıza kadar İhsan Hilmi Alantar bizim doktorumuz oldu. Muayenehanesi bugünkü CRR Konser Salonu’nun olduğu yerde üç katlı bir villa idi. Orası kırlık, bostanlık bir yerdi. Evin içi de Alman tarzında döşenmişti. Alman olan hanımı da sanırım doktordu ve ilk katta bir masada otururdu. Sürekli kitap okurdu. Biz üst kata çıkardık. Beyaz gömleği ile İhsan Hilmi Bey’i dün gibi hatırlıyorum. Vakur, babacan, cüsseli bir doktordu.
Babamın babası Büyük Çerkes Sürgünü ile Osmanlı topraklarına varıyor. Aileden bir tek dedem hayatta kalabiliyor. Küçücük yaşında ordu için yetiştirilmek üzere askerî okulda okutuluyor. 1871 yılında Plevne’de Gazi Osman Paşa esir düştüğünde, o da esir düşüyor tabii. 1899 Yunan, Balkan harplerine katılıyor. Denizli’de eşkıya takibine tayin ediliyor. 1919’da Aydın Savaşı’nda şehit düşüyor.
Babam ile üç kız kardeşi yetim kalıyor. Amcam ise 22 yaşında Filistin’de şehit düşüyor.
Babam varlıklı İzmirli bir aileye damat oluyor. Ben İzmir doğumluyum. Çocukluğumdan itibaren kışları Nişantaşı, yazları Emirgan’da yaşadım. Babanız gibi Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdim. Evet, Aziz Taner hocamız, değerli bir tarih hocamızdı. Kabataş Sultanisi’nde Ömer Seyfettin de Edebiyat hocasıymış.
Babanızın İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nden hocası, Orman Bakanlığı da yapmış olan Prof.
Dr. Fikret Saatçioğlu da Çerkesdir ve akrabamızdır. Fikret Amca’nın ağabeyi Viyana diplomalı Veteriner Doktor General Şevket Saatçioğlu’nun oğludur. Şevket Paşa, halazâdem İsmet Hanım’la evliydi. Çocukken ben Sarıyer’deki Orman Fakültesi’ne çok gittim. Giriş kapısında dolgu bir kurt vardı. Pazar günleri Fikret Amca bizi fakültenin bahçesinde ağırlardı. Ben Kabataş’tan sonra İTÜ Elektrik’te okudum ve petrol şirketinde çalıştım. Eşim Esen ile Topağacı’nda oturmaya devam ediyoruz.
Ülkemizde eksik olan arşivcilik, arşivi sahiplenmek, yazmak ve fotoğraflarla birleştirmek gibi çok önemli bir vazife yapıyorsunuz. Sizi ve eşiniz beyefendiyi takdir ediyorum. Bu çalışmalarınızın örnek alınmasını dilerim.” Attila Atlı, 5 Temmuz 2020
Esen Atlı Hanım, Oya (Oktav) Bekiroğlu halamın İstanbul Kız Lisesi’nden arkadaşı olduğunu öğrendiğimde mutlu oldum. Esen Hanım, İKL fotoğraflarıyla birlikte şöyle bir bilgi verdi: “Eşim Attila da Galatasaray Lisesi edebiyat öğretmeni teyzesi Melahat Mansuroğlu ve annesi Nevin Atlı’nın İzmir Kız Lisesi’nden arkadaşları olan ve Vaniköy’de oturan Avukat Fahamet Hanım’ın yeğeni olarak Oya’yı tanıyor.”
Nazan Sirman Anısı
“Günaydın sevgili Rengigül Hanım.
Beni en çok heyecanlandıran, artık pek az kişinin hatırladığı çok kıymetli büyüklerimiz oldu. Bugün de çocukluğumun ve kardeşimin doktoru, Sayın İhsan Hilmi doktor amcamı hatırladım. Nişantaşı’nda idi muayenehanesi, sonraları Bağdat caddesinde yazlık villası oldu. Biz çocuklara sağlık açısından yaptığı hizmetleri hiç unutmadım. Sadece eşinin Alman olduğunu duymuştum ama emin değilim. Ne yazık ki elimde hiçbir belge yok. Sadece tonton, gözlüklü bir doktor amca hatırlıyorum. Asıl kardeşimin doktoru idi. Kardeşim 1938 doğumlu. Demek ki o yıllarda daha çok görmüştüm sevgili doktorumuzu.
Aileme gelince; baba ailem Kırım Yalta Dereköy kökenli Bekiroff ailesi. Büyük babam ünlü ve sevilen bir tüccar. 1916 yıllarında İstanbul’a geliyorlar. Önce Sultanahmet’te, sonra Ayaspaşa’da Uşakizadelerin köşkünde oturuyorlar. Tam bilemediğim bir sebepten büyük babam İstanbul’dan İsviçre’ye göçmek istiyor. İstanbul’dan ayrıldıktan sonra İsviçre, oturma izini çıkarmakta güçlük çıkartıyor ve izin çıkana kadar İtalya’da Rapallo diye çok güzel bir kıyı şehrinde bekleyip, izin çıkınca Zürih’e yerleşiyorlar. Hikâyenin burasında anne ailem devreye giriyor. İki büyük babalar çok iyi dostlar. Annemin babası Beybam Nail Bey, Selanikli bir tüccar. Almanya’dan mal alıp İstanbul’daki ortaklarına yolluyor. Çok iyi yaşıyor, 6 çocukları var. Kızı annem Selma 14 yaşında. Tam bu sırada İsviçre’deki büyük babam Almanya’daki arkadaşına bir mektup gönderiyor, sebebi de o sıralar 15 yaşında olan oğlu babam Almanya’da okumak istiyor. Büyük babam arkadaşına durumu yazıyor, “Eğer uygun görürsen Server’i yollayayım sana, gözüm arkada kalmaz” diyor. Böylece babam Almanya’ya gidiyor. Yaz tatili ve herkes çiftlikte. Babamın anlattığına göre kapıdan girer girmez annemi görmüş ve o dakika âşık olmuş.
Aşk karşılıksız kalmamış ama gençler kardeş gibi göründükleri için açılamamışlar. Yıllar içinde babam kışın okulda, bazen Dresden’deki kışlık evde, ama yazın tüm aile ve babamın ailesi de misafir olarak çiftlikte. Yıllar geçmiş. İstanbul’daki ortakları Beybam’a muhteşem bir kazık atmışlar ve Beybam her şeyi bırakarak İstanbul’a dönmüş. İsviçre’deki ailem de umdukları gibi olmadığı için onlar da İstanbul’a dönmüşler. Bu arada annemi isteyen bir genç çıkmış ortaya, annem “istemiyorum” diyor, ama sebep gösteremiyor. Sonunda iş ortaya çıkmış ve herkes çok memnun tabii, evlenmişler. Kısaca size aile hikâyemizi anlattım. Ailede babamlar 6 kardeş, annemler de 6 kardeş. Çocuklar beraber büyüdükleri için iki aile tek aile gibi mutlu, huzurlu saygılı bir ortamda büyüdüm. Çok şanslıyım. Size çok çok teşekkür ederim. Sevgili doktorumuzu özlem, minnet, saygı ve rahmetle anıyorum. Size de sevgilerimle teşekkür ediyorum.”, Nazan Sirman, 15.09.2022
Dr. Ercüment Atabay
Nazan Sirman Hanım, baba dostu, ölene kadar görüştüğüm, beni kızı gibi sevdiğini defalarca söyleyen Halide Edip’in asistanı, okulum Boğaziçi Üniversitesi ve öncesinde Robert College’de 50 yıl hocalık yapmış Dr. Ercüment Atabay amcamın akrabası. Bu detayı öğrendiğimde çok mutlu olmuştum. Sanki Ercüment amcadan bir yadigâr gibi. Kendisi Avusturya Lisesi, eşi rahmetli Rüçhan Beyefendi Galatasaray Lisesi (1943) mezunu imiş.
Nazan Sirman Hanım’ı ne yazık ki kaybettik. Ruhu şad olsun. Akrabası Dr. Ercüment Atabay amca ile olan anılarım ile anılarını ileriki ilgili bölümlerde aktaracağım.
Aşula Yorulmaz
Attila Atlı Bey’in sevgili kız kardeşi Aşula (Yorulmaz) Hanım, kıymetli çalışmalarda adı geçen Prof. Dr. Müfit Yorulmaz Hoca’nın eşi. Babamın Kabataş Erkek Lisesi’nden arkadaşı Prof. Dr. (Metin Sözen) amcanın kurduğu ÇEKÜL’deki detay şöyle: “Türkiye’de mimarlık mirasının korunmasında ve sorunların giderilmesinde, geliştirdiği çözüm önerileriyle büyük katkıda bulunan ÇEKÜL Yüksek Danışma Kurulu Üyesi, İTÜ Mimarlık Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Müfit Yorulmaz’ı 1 Ocak 2006 tarihinde yitirmiş bulunuyoruz. Bizlere, ülkemize yaptığı özverili katkılar hep anılacaktır…”
Aşula Hanım Nişantaşı Kız Ortaokulu’ndan mezun olmuş. Sınıf arkadaşı Arın Karamürsel imiş. Nazan Sirman Hanım da aynı okulda okumuş.
Arın Karamürsel Öldü…
“Nişantaşı Kız Ortaokulu’nda rahmetli kız kardeşim Aşula’nın sınıf arkadaşı olan sevgili Arın’ı küçük bir genç kız olarak tanıdım. O zamanlar ünlü hoca Ferdi Statzer’in çok başarılı bir öğrencisiydi. Zaman zaman bizim evimizdeki duvar piyanosunda çalışırken onu hayranlıkla dinlerdim. Beethoven’in son sonatını ilk olarak ondan dinlemiş ve hayran kalmıştım. Rus bestecilerine ayrı bir ilgisi vardı. Daha çok Scrabini’yi büyük bir ustalıkla çalar bizleri büyülerdi. Arın bir yanardağ gibiydi. Piyanonun başına geçtiği zaman o sakin kişiliği kaybolur, yerine eserin kılcal damarlarına inen duygu ve heyecan dolu bir sanatçı gelirdi.
Dünyanın en alçak gönüllü bir insanıydı. Şöhret ve maddiyat hiç bir zaman ön planda olmadı. Yegâne arzusu sanatını en üst düzeyde ifa edebilmekti. Arın hem içerde hem dışarda çok iyi hocalardan ders aldı. Kendisi de iyi bir yorumcu olmanın yanı sıra aynı zaman da çok değerli bir müzik pedagogu oldu.
Arın dünyanın en tanınmış merkezlerinde müzik severlere ükemizi tanıttı. Son yılları inzivada geçti. Ölümü büyük bir kayıp. Hiç unutulmamalı. Sevgili Arın, Aşula’ya çok selâm…” Attila Atlı
Arın Karamürsel’in Parmaklarının Değdiği Piyano
Attila Bey ve Esen Hanım’ın izinleriyle Arın Karamürsel’in parmaklarının değdiği piyanonun fotoğrafını bu bölüme monte ettim. Bunun birkaç önemli nedeni var; aile yadigarı piyanonun günümüze kadar el değiştirmeden ulaşması. Nişantaşılı bir ailenin evinden yansıma olması.
“Piyano 100 yıllık, Paris’ten ithal edilmiş. Fevkalade bir ambalaj içinde imiş, Gaveau markası basılı çuha kılıflar açılınca, içinden aluminyum folyo gibi pırıl pırıl bir kılıf içinde piyanoyu gören annesi bu manzara karşısında adeta büyüleniyor ve de çok seviniyor.” Esen Atlı, Ağustos 2024
“Sevgili Kardeşlerim, kıymetlerimizin kaybı beni çok yaralıyor. Arın hanımefendiye de çok üzüldüm. Sevgili Aşula ile aynı okula gitmişiz, ben ablayım. 1944’te Almanya ile kağıt üzeri savaştan dolayı Alman Lisesi kapandı. Ben de Nişantaşı Kız Ortaokulu’na devam edip bitirdim. Sonra St. George açılınca liseyi orada bitirdim. Sevgili Aşula ile aynı yıllarda, aynı sınıfta olmak isterdim. Sevgili
Esenciğim’le sana huzurlu bir gün dilerim. Sevgilerimle.” Nazan Sirman
Karamürsel Aile Kökleri
Dragos’ta geçen yıl düzenlediğim kitapların ve süreli yayınların olduğu çalışma odamı tararken Emin
Çölaşan’ın “Turgut Nereye Koşuyor” kitabını tekrar okudum. Burası bir zamanlar Cumhurbaşkanımız Turgut Özal ve ailesinin de yazlarını geçirdikleri bir sahil yerleşkesi. Eşim Ersin, 21 yıl önce kendisinin sağ kolu olduğunu sonradan öğrendiğimiz bir İstanbul beyefendisinden almıştı. Eşi de çok kibardı. Remziye ve Arif Öndin. Arif Bey’den bize yadigar kalan evraklarda Turgut Özal kayıtları da bulunuyor.
Çölaşan’ın kitabında Dragos’taki yaşamlarından bahsedilmemiş. Semra Özal’ın İstanbul’daki hayatı Karamürsellerin Vişnezade’deki konağında geçiyor. Bu detay doğru, zira halamın eşi rahmetli deniz albayı eniştem Metin Kutluer de eski Vişnezadeli idi ve Semra Hanım’dan bahsederdi.
Ziya Karamürsel (1873, İstanbul – 15 Nisan 1957)
“Türk siyasetçidir. Rüşdiye mezunudur. Hususi eğitim almıştır. Düyun–u Umumiye Komiserlik Kalemi
Mütercimliği, Hazine-i Hassa Vekaleti Tahrirat mümeyyizliği ve Tahrirat Müdürlüğü, Tahrirat Genel
Müdür Yardımcılığı, İl Genel meclis Üyeliği, İstanbul Vilayeti Encümen Azalığı ve 2. Başkanlığı, İstanbul
Muvazene-i Maliye Encümeni Reisliği, İstanbul Vilayeti İktisat Encümeni Başkanlığı, Ziraat
Bankası İstanbul Şubesi İdaresi Başkanlığı, İstanbul Müdafaa–yı Hukuk Cemiyeti Beyoğlu Vilayeti
Üyeliği, Beyoğlu İlçesi Teftiş Heyeti Başkanlığı, İl İdare Heyeti Başkanlığı, İstanbul Tayyare
Cemiyeti Teşkilatı kuruculuğu, TBMM II. Dönem (Ara Seçim), III., IV. Dönem (Ara Seçim), V., VI. ve VII. Dönem İstanbul Milletvekilliği yapmıştır. Evli ve iki çocuk babasıdır. Beşiktaş JK’ın 1909 yılındaki 22 kişiden oluşan kurucu listesinde Hazine-i Hassa Müdürü olarak yer almıştır. 1932-35, 1938-39 ve 1941’de
Beşiktaş JK Başkanlığı yapmış Abdülkadir Ziya Karamürsel’in babasıdır. Vişnezade’deki “Baba Efendi
Sokak” adı kendisinden gelmektedir.” tr.wikipedia.org/wiki/Ziya_Karamürsel
Abdülkadir Ziya Karamürsel (1899 – 15 Nisan 1948)
“Türk spor yöneticisi ve Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün 8. başkanıdır. İstanbul Belediye Meclisi’nde 2.Başkanlık, serbest avukatlık, 1932-35, 1938-39 ve 1941’de 3 dönem Beşiktaş Başkanlığı yapmıştır. TBMM II., III., IV., V., VI. ve VII. Dönem İstanbul Milletvekilliği yapmış ve Beşiktaş Jimnastik Kulübü kurucu üyesi Ziya Karamürsel’in oğludur. Mezar taşında “Beşiktaş J. Kulübünün Babası” yazmaktadır. Piyanist Arın Karamürsel’in babasıdır.” tr.wikipedia.org/wiki/Abdülkadir_Ziya_Karamürsel
Ziya Karamürsel’in kızı, Abdülkadir Karamürsel’ in kız kardeşi Vecihe Ziya Karamehmet
“Tam bir İstanbul Beyefendisi olan Şerif Mardin’le tanıştığımda Siyasal Bilgiler Fakültesinde ikinci sınıf öğrencisiydim. Babamdan kalan 250 lira yetim maaşı az geldiği için ek iş arıyor, Fakültenin ilan tahtasını izliyordum. Bu ilanlar sayesinde bulduğum ilk iş, Prof. Sadun Aren’in yürüttüğü bir “İktisat Arşivi” oluşturma projesiydi ama işe başladıktan çok kısa bir süre sonra, projenin finansmanı kesilmiş ve ben de yine işsiz kalmıştım. Derken Prof. Arif Payaslıoğlu’nun “Türkiye’deki Müteşebbisler Araştırması” projesinde saha araştırmacısı olarak iyi para kazandığım ama kısa süreli olan bir işe girdim. O iş de bittikten sonra ilan tahtasında Şerif Mardin’in İngilizceden çeviriler yapacak birini aradığını gördüm. Bir çok kolej mezunuyla birlikte girdiğim sınavı, belki de Türkçeye olan hakimiyetim sayesinde, ben kazandım… Özellikle Time Dergisi’nden çeviriler yaparak yabancı dilimi ilerletmiştim ama, kolej mezunlarının arasından nasıl sıyrıldığıma doğrusu ben bile şaşmıştım; o zamandan beri, bana İngilizcenin temel mantığını öğreten Şişli Terakki Lisesi’ndeki hocam Vecihe Karamehmet’i hâlâ rahmet ve minnetle anarım.” Prof. Dr. Emre Kongar, Emre Kongar’ın Resmî İnternet Sitesi, “Aydınlanma – Emre Kongar – Şerif Mardin 1”
Hacettepe Üniversitesi’nden kıymetli hocam Emre Kongar (o yıllarda Doçentti) hocası Vecihe Karamehmet’i rahmet ve minnetle anmış. Ne mutlu ki bu yazı dizimde minnetle anmakta olduğum, saygı duyduğum Emre Hocamın anısına rast geldim. Şerif Mardin Hocamız da Boğaziçi Üniversitesi’nde okuduğumuz dönem diğer kıymetli hocalarımızla birlikte ders vermekteydi ve arşivimdeki yıllıklarımızda mevcut.
21 Mayıs 1946 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin 2. sayfasında Nişantaşı Kız Ortaokulu’nun müsameresi haberi yer almış. Vecihe Karamehmet, solfej hocası Refet Yalbaz, çocuk tiyatrosu kurucularından Ferih Egemen. Üçü de çok kıymetli. Öğrenciler donanımlı yetişmiş.
“Nişantaşı Kız Ortaokulu öğrencileri tarafından 23, 24 mayıs Perşembe ve Cuma akşamları saat 8,30 da Şehir Tiyatrosu Dram kısmında “Şans Adası” adlı 3 perdelik operet temsil edilecektir. Yazan Vecihe Karamehmed, müzik Refet Yalbaz, dansları hazırlayan Ferih Egemendir. Davetiyelerin okul idaresinden aldırılması rica edilmektedir.” Cumhuriyet Gazetesi, 21 Mayıs 1946
Ziya (Karamürsel) Bey’in kızı, Abdülkadir Karamürsel Bey’in kız kardeşi Vecihe Ziya Karamehmet, 1930 yılında Robert Kolej’den mezun olmuş. RC Quarterly Summer 1991 tarihli magazinde adı, fotoğrafı ile birlikte yer alıyor. Bu dergi benim için birçok açıdan önemli. İçinde Afife Sayın Hocamın adı da geçiyor. İleriki serilerde bahsedeceğim.
Vecihe Ziya Karamehmet ACG 30
“A passion for the theater for Vecihe Hanim started at the college and continues to this day.
Inspired by Ertuğrul Muhsin Bey, she started to write and among her works are transalations of various foreign plays and original plays with music and dance. At the present she has three pieces of writing she is working on.”
“The Board Members of the Union of Turkish Women’s, led by Lâtife Bekir, selected 24 delegates (12 full and 12 alternate members) to represent them at the 12th Congress. Vecihe Ziya was the only member of the TKB board of directors who did not serve as a delegate to the 1935 Congress. Despite this, she served as a member on the Commission for Equality on the Legal Status between Men and Women and the Commission for Equal Conditions of Work between Men and Women.
Vecihe Ziya was born in Istanbul in September, 1907, and was a primary, middle school, and high school graduate of the American Girls College in Arnavutköy. She began writing at an early age and was interested in the theater. During her school years she acted in many important plays and was noted for her success in these roles. The author and public speaker Meliha Avni Sözen referred to her as “The Queen of the Stage.” In 1933 Ziya staged a play she had written herself, Fadime, and this first musical was quite successful. Some of her plays were staged at the schools at which she worked as a teacher and some were staged by the City Theater. Vecihe Ziya began her professional career as an English teacher at the Çapa Girls’ Teaching School and she wrote a poem about this school. Her teaching career lasted for a full 37 years. 5 Besides the school in Çapa, she also taught at the Istanbul School for Girls, the Şişli Terakki High School, the Istanbul Atatürk Girls’ High School and at Eseniş College.
1969 ad relating to Vecihe Ziya notes her as residing in the Ufuk Palas Apartment at 3/11 Vişnezade Babaefendi Street in Beşiktaş. This means that Vecihe Ziya, who died in 2005, had lived for seventy years, from 1935 to 2005, at the same address.” İnci Karamehmet (Vecihe Ziya’s Daughter), Interview By
Aslı Davaz, Istanbul, 2010., Followıng The Traces Of The Unıon Of Turkısh Women Delegates To The 1935
Congress, Aslı Davaz, Writing Women’s Lives: Auto/Biography, Life Narratives, Myths And Historiography International Symposium Paper Book April 19 – 20, 2014 / Istanbul
“Vecihe Karamehmet okul müsamereleri için oyun yazıyor. Bu oyunların sahnelenişini yönetiyor. Milyonluk Yeğen adlı oyunu 1961 -62, Şans Adası ise 1962-63 mevsimlerine İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda oynanmıştır. Milyonluk Yeğen, büyük bir mirasa konan açıkgöz fakat görgüsüz bir genç kız ile, para sıkıntısı çeken, züppeliğe özenen bir orta sınıf ailenin ilişkilerini ele alıyor. Şans Adası ise ıssız bir adada geçen, fantazıye bolca yer veren masalsı bir, oyun. Yazarın en belirgin özelliği ortaöğretim kurumunda tiyatro sanatını ciddiye aldırmayı başarması, öğrencilerine bu sanatı sevdirmesi ve bu yolda zevkle, istekle çalışmış olmasıdır.” Cumhuriyet Dönemi Kadın Oyun Yazarları, Prof. Dr. Sevda Şener
“ZEKİ KARAMEHMET Kızı Piyanist Elçin Karamehmet’in Viyana’daki muvaffakiyetli konserlerinden sonra tatillerini geçirmek üzere yurdumuza dönerken 4.7.963 perşembe günü İnsburg’da uğradıkları müessif bir trafik kazası neticesinde ebediyete intikal etmiştir. 12.7.1963 cuma günü Şişli Camiinden öğle namazını mütaakıp Zincirlikuyu’daki ebedî istirahatgâhına tevdi edilecektir. Mevlâ Rahmet Eylesin. ACI BİR KAYIP İstanbul Darülfununu İlâhiyat Fakültesi müderrislerinden merhum Hüseyin
Avni Karamehmet ve merhume Mevhibe Karamehmet’in oğulları, merhum İstanbul Mebusu Ziya
Karamürsel ve Saime Karamürsel’in çok sevgili damatları, Atatürk Kız ve Şisli Terakki Liseleri İngilizce
Öğretmeni Vecihe Karamehmet’in çok sevgili esi, İnci Karamehmet’in çok sevgili babası, Yüksek Mühendis Saadettin Karamehmet, Rıfkı Karamehmet, Dr. Aydın Karamehmet’in çok sevgili kardeşleri, merhum Avukat Abdülkadir Karamürsel’in ve Riyaseticumhur Senfoni Orkestrası Müdürü Mükerrem Berk’in enişteleri, Fahrünisa Karamehmet ve Seniha Develioğlu, Ferit Develioğlu’nun ve Zehra Karamürsel’in yeğeni, Akın Erkan’ın kayınpederi, İstanbul Erkek ve Kız Liseleri Fransızca Öğretmeni; kaybetmenin derin acısı içindedir. “ egazete.cumhuriyet.com.tr/katalog/192/1963/7/12/2
Arın Karamürsel Yaşamını Yitirdi
“Ünlü piyanist Arın Karamürsel, Kadıköy Acıbadem Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası İDSO ve İzmir Devlet Senfoni Orkestrası İZDSO solistlerinden Karamürsel’in ölümünü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat sosyal medyada duyurdu. Polat , “Türkiye’nin en değerli virtüözlerinden piyano sanatçısı Arın Karamürsel’i kaybettik. Sanata adanmış bir ömrün ardından anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Mekanı cennet olsun. İBB Kültür ailesi olarak bu acı süreçte ailesinin ve sevdiklerinin yanındayız” diye yazdı. Karamürsel, 1 Nisan 2023 Cumartesi günü Zincirlikuyu Camii’ndeki öğle namazından sonra Zincirlikuyu Mezarlığı’nda defnedilecek.
İstanbul’da doğan Arın Karamürsel, piyano eğitimine İstanbul Konservatuvarı’nda Ferdi Statzer ile başladı. Sanatçı, orkestrayla ilk konserini 11 yaşında, Mozart’ın No. 24 Do Minör Piyano Konçertosu’nu yorumlayarak verdi. Karamürsel, çalışmalarını 1960’larda Paris’te Academie Marguarite Long’da ve Moskova’da Çaykovski Konservatuvarı’nda yürüttü. Paris’te, sırasıyla Lucette Descaves ve Germaine
Mounier ile çalıştı. 1976’da Moskova’ya bu kez aspirantura çalışması için giden Karamürsel, burada Prof. Dr. Jacob Izakovich Milstein ve Alicia Kezeradze ile çalıştı. Daha sonra Marina Ambokadze ile de çalıştı. Arın Karamürsel, Moskova’daki çalışmalarının ardından sırasıyla, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ve İzmir Devlet Senfoni Orkestrası solisti oldu.
Kariyeri boyunca Türkiye’nin yanı sıra dünyanın dört bir yanında, Fransa, Rusya, İngiltere, İsviçre,
Polonya, Lüksemburg, Finlandiya, Birleşik Arap Emirlikleri, K.K.T.C, Küba, Lübnan, Meksika, Çin Halk Cumhuriyeti ve Japonya’da solo ve orkestrayla konserler verdi. Karamürsel, Cervantes Festivali’nde
“En İyi Performans” ödülünü aldı. Tony Aubin, Gotthold Lessing, Enrique Batiz, Helmut Thiefelder, Pietr Bronsky, Stefan Marzuck, Gürer Aykal, Erich Bergel, Dimitri Manalov gibi şeflerle konserler veren Karamürsel, Adnan Saygun’un, Yalçın Tura’nın ve Ali Darmar’ın bazı yapıtlarının da sahnede ilk yorumlarını yaptı. “sinemamuzik.com/detay/arin-karamursel-yasamini-yitirdi
İçinden Yükselen Coşkuyu Çaldı
“Arın Karamürsel 1990’da yaptığımız bir söyleşide şöyle diyordu: “Ben hiçbir zaman dinleyiciyi ayrı bir topluluk olarak hissetmem. Dinleyici benim kendi dünyamın içine girmiştir. Eğer yorumum konser boyunca kendi istediğim düzeyde ise zaten dinleyicimle de belli bir iletişim kurmuşumdur.”,
“İnsanların yapı olarak kendine yakın bulduğu bestecilerle iç dünyasının bağdaşması piyanistik bir coşku yaratır. Bir sanatçı aynı anda birçok besteciye yakın olamaz. Belli bir dönemin belli bestecileriyle ortak payda kurabilir. Örneğin, Schumann’ın Karnaval’ına, Liszt’in sonatına, Rachmaninof’un prelüdüne çok yakınlık duydum. Çocukluğumdan beri, daha Ştatzer ile çalışırken zorunlu parçaların dışında, hep içimdeki coşkuyu yansıtan eserleri çalmayı sevdim.”, www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/evinilyasoglu/icinden-yukselen-coskuyu-caldi-2068230
Süperkahramanım, Teyzem Arıniçka
“Teyzemin en ateşli aşklarından birinin de Beşiktaş olduğunu belirtmeliyim. Arın Teyzem, Alım
Teyzem ve annemin dedeleri Beşiktaş’ın kurucularından Ziya Karamürsel, babaları da Beşiktaş’ın 8’inci Başkanı ve daha sonra üç dönem daha başkanlığını yapmış Abdülkadir Karamürsel. Bu üç kız kardeş evlerinde dönemin Beşiktaş yöneticilerini, genç futbolcular Hakkı Yeten’i, Süleyman Seba’yı tanıyarak büyüdükleri için tam birer yırtıcı dişi kartal olarak yetişiyorlar.
Teyzemin Rachmaninoff üzerine uzun bir vaaz çekerken, televizyonda Beşiktaş maçını açıp fanatik bir Çarşı’lıya dönüşmesine, TV karşısında hop oturup hop kalkmasına, gol olunca marşlar söylemesine, gol yeyince de Rusça sinirlenmesine tanık olmak hayatta en eğlendiğim anlardan olmuştur. Bu üç kızkardeşle Beşiktaş maçı izlemek çok büyük ayrıcalıktır.” t24.com.tr/yazarlar/ayseacar/superkahramanim-teyzem-arinicka,39542
Semiha Bozkaya
Bu yazıyı hazırlarken güzel bir sürpriz bilgi Esen Atlı Hanım’dan geldi.
“Rahmetli annem de Nişantaşı Kız Orta mezunu idi. Edebiyat hocaları Prof. Fuat Köprülü’nün eşi Behice hanımmış. Çok güzel bir hanım olduğunu, lakabının da “Güzel gözlü Behice” olduğunu söylerdi.” diye başlayan yazılı sohbet şöyle devam etti:
Henüz 14 yaşındaki Semiha Bozkaya Hanımefendi, 1928
“Annem Semiha Bozkaya, göbek adı Fatma. Annesi Gül Hanım, Ümmü Gülsüm, Gül olarak anılıyor. Kemaliye’nin (Eğin) eşrafından. İlk evliliğinden 1898 doğumlu 1 kızı var, ismi Makbule. Onu Selanik göçmeni bir müstantik ile evlendiriyor ve teyzem İstanbul’a yerleşiyor. Gül Hanım. 2. evliliğini, Bekir Bey ile yapıyor, İstanbul’a gelip Fatih semtine yerleşiyorlar. Bekir Bey bina yapımı ile uğraşıyormuş. Sanırım iyi bir kalfa. Annem ve teyzem onun Çengelköy’deki Vahdettin köşkünü, bir de Sultanahmet’te Gülhane parkı karşısında yapmış olduğu LCC binasını gösterirlerdi.
Annem 1914 İstanbul doğumlu, bir de ağabeyi var, Lütfü. Annemin abisinin yaşamı, Sivas’ta geçti;
TCDD’de Cer atölyesi şefliğinden emekli oldu. Bölükbaşı soyadını aldı. Onu ilk defa 1956 yılında tatilde Erzurum’a babama giderken Sivas’a da uğrayıp gördük. Emeklilik sonrası o da İstanbul’a yerleşti.
1918’de büyük Fatih yangını felaketini yaşıyorlar ve sonra Nişantaşı High School sokağına taşınıyorlar.
Annem Nişantaşı Kız Ortaokul’dan mezun oluyor ve Adliye’de zabıt katibi olarak çalışıyor. 1920’de de Nişantaşı’nda 65 binanın yandığı yangından, işgal kuvvetlerinin engellemeler nedeni ile, evden abisinin yardımı ile çıkıp kurtulabildiklerini, anneannemin şaşkınlıkla elinde bir tava ile çıktığını her şeyin yandığını anlatırdı.
Babam Mustafa, 1909 Filibe doğumlu. 1914’te tüm aile ve akrabaları ile Filibe’den göç ediyorlar ve Bursa’ya yerleştiriliyorlar. Şerif Ağa olarak anılan dedem, Tütüncüler Bankası kurucularındanmış.
Bursa’da Set Başı’na yakın avlulu çok güzel ahşap bir Bursa evinde oturuyorlar ve onlara tahsis edilen tarlalarda şeftali ve tütün üretimi yapıyorlardı. Babam Bursa Işıklar Askeri Lisesi’nden sonra İstanbul’da Harbiye’de ve bilahare Maçka Topçu Okulu’nda okurken annemle tanışıyorlar. 1933’te evlenip, babamın ilk atandığı Küt Bataryası/Urla’ya gidiyor ve orada 7 yıl kalıyorlar. Soyadı kanunu ile babam Bozkaya soyadını alıyor, tüm ailesi de. Urla’da 1934’te ablam, 5 Şubat 1939’da ben doğuyorum. Annemle doğum günlerimiz aynı.
Babamın Topçu Okulu önünde 1930’larda çekilmiş bir fotoğrafını iletiyorum. Sonradan İTÜ’ye bağlı
Teknik Okul olan bu bina Maçka’dan Akaretler yokuşuna dönerken köşede yer alır. Ben de 1962’de o binada, Elektrik Mühendisliği son sınıf öğrencilerine “Mühendislik Matematiği” dersi vermiştim. Topçu okulu öğrencileri geceleri okuldan kaçıp tekrar dönerken pencereleri kullanırlarmış. Babamın da pencere kaçamakları olmuş.
Bizim İstanbul’a yerleşmemiz ise 1950 de, tahsilimiz nedeni ile ailemizin aldığı bir kararla gerçekleşti. Ablam lise ben ortaokula başlayacaktım. Bu tarihten sonra, babamla ancak tatillerimizde ve de onun izinlerinde birlikte olabildik. Babam bir asker olarak sırasıyla: Göle, Gelibolu, Lüleburgaz, İstanbul, Gebze, Erzurum, Polatlı Topçu Okulu Komutanlığı, Afyon olarak görev yapıyor. Ablam 1958’de GSA’dan Yüksek Mimar olmuş, ben ise İTÜ’de son sınıfa geçmişken, 1959 sonu babam ne yazık ki rahatsızlanıyor. Önce Ankara, sonra da İstanbul’da tedavide iken 1960 devrimi yaşanıyor. Babam Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’ in irtibat subayı olarak atanıyor, ancak ne yazık ki hastalığı nedeni ile göreve başlayamadan beyin kanserinden Kasımpaşa Askeri Hastanesi’nde 25.08.1960 tarihinde hayatını kaybediyor.
Babam Harp okulunda iken, Tepebaşı’nda bir dans evinden dans dersleri almış. Şahane vals ve tango yapardı. Bize de ilkokuldan itibaren öğretmeye başlamıştı. Çok iyi bilardo briç ve satranç oyuncusuydu. 1962 yılında ablam Birsen, Yüksek Mimar Aydın Kürkçüoğlu ; ben de 2 ay sonra Attila Atlı ile evlendik. Annem 1992’de, ablam 2009’da, eniştem 2010’da vefat ettiler.
Annem çok zeki, akıllı ve becerikli bir ev kadını idi. Evlenene kadar bizim tüm giysilerimizi o dikmiştir. Nakış, dikiş, örgü, boyama, yemek, hamur işleri, salça, tarhana, erişte, reçel, boza her şeyi çok iyi yapardı. Bir Anadolu kadını kadar becerikli olup, İngiliz anahtarı ile tesisat onarımı yapabilecek kadar elinden her iş gelirdi.
İngilizce öğrenmeye babamla birlikte Gelibolu’da başladılar, ölene kadar yatağının başucunda, İngilizce hikâye kitapları ve bir lügat eksilmezdi. Bize eğitimimizde sağladığı rahatlık ve güven ortamı için ona minnettarım. 1 ay Erzurum’a babamın yanına gitmesi gerektiğinde ne kadar tedirgin olmuştuk. Çok sevdiği babamla el ele, huzurla ışıklarda dinlensinler.” Esen Atlı, 2024
“Kuvvetli hocalardan yetiştik.”
Sırasıyla arşivimdeki kıymetli okuldaş büyüklerimden bir kesiti saygıyla kayda geçirmiş, gelecek kuşaklara aktarmış olmaktan da mutluluk duyacağım.
Konu genişledikçe hem Nişantaşı’nda oturanların profilleri hem de babam Prof. Dr. Faik Yaltırık’ın kendi okulları için söylediği “Kuvvetli hocalardan yetiştik” sözünün kıymetini anlayacağız. Babam, kuvvetli hocaları ile köklü devlet okullarında okuduğu için beni gerek Edinburgh ve Londra’da gerekse de İstanbul ve Ankara’da köklü devlet okullarına yazdırdı, üniversite seçimini de kendisi ile birlikte yaptık. Babam için Kabataş Erkek Lisesi ne ise Nişantaşı Kız Lisesi, Trinity House School da o idi.
İleriki bölümlerde İskoç, İngiliz ve Türk okullarımdaki eğitimlerimi, yaşadıklarımı, sistemleri, analizlerimi, belgeleriyle aktaracağım.
İstanbul Serisi Nişantaşı 3 bölümü “Nişantaşı Erkek Sultanisi, Nişantaşı Kız Ortaokulu, NKL Sürecine Bir Kesit” ana başlığı antında Prof. Dr. Yıldız Demiriz ile başlayacak. Naile Akıcı Hanım, Sabiha Rıfat Gürayman gibi nice kıymetli okuldaş büyüklerimiz, hocalarımız ile devam edecek.