Görüşmelerde, kursların eğitim-öğretim sürecine ilişkin olarak, verilen dersler, eğiticiler, derslerin uygulanması, günlük pratikler vb. konuda pek çok önemli kabul edilebilecek
Ayrıntılara ulaşılmıştır. Ancak öncelikle belirtilmelidir ki kurslar, İ.Ü. İktisat Fakültesi bünyesindeki bir kurumun uygulaması olmasına rağmen Beyazıt Kampüsü’nde gerçekleştirilmemiştir. İlk kursun katılımcısı olan Ahmet Sucuka, sadece ilk kayıt için
Beyazıt’taki enstitüler binasına gittiğini, kayıt masasında Nezih Neyzi tarafından karşılandığını ve orada “yabancı dile hâkimiyetinin” sorularak kaydının yapıldığını belirtmiştir. Belirtildiği üzere İşletme İdaresi Kursları, başlangıç aşamasından itibaren İ.Ü. İktisat Fakültesi dersliklerinde gerçekleştirilmek üzere tasarlanmamıştır. Bu tercihi gerekçelendirmek için Enstitü ile İktisat Fakültesi arasında hukuki olarak ‘bağlı’ olmak dışında çok fazla bir organik
bağın olmadığını iddia etmek yanlış olmayacaktır. Adeta Hatipoğlu’nun Harvard Üniversitesi’nde gözlemlediği işletme ve ekonomi ayrışması, etkisini, Enstitü’nün ilk uygulamasından itibaren göstermeye başlamıştır. Bu amaca uygun olarak Yeşilköy Deniz Park Otel, kursun ilk mekânı olarak tercih edilmiştir. Görüşmede “kursun neden İ.Ü. İktisat Fakültesi dersliklerinde düzenlenmediği” sorusuna yanıt olarak Hatipoğlu, iktisat-ekonomi ayrışmasına girmeksizin, kursiyerlerin kariyerlerini öne sürerek cevap vermiştir: Çünkü kursiyerlerin tamamı iş hayatından geliyorlardı… İş Bankası müdürü, Yapı Kredi Bankası müdürü, KİT’ler vb. çeşitli işletmelerden geliyorlardı. Aynı zamanda kursa katılmak için kurumlar da ciddi paralar ödüyordu. Aynı soruya Mustafa Aysan ise şu şekilde yanıt vermiştir: Çünkü bu eğitimin yatılı ve süratli yapılması gerekiyordu. Toplam 13 haftada bitirilmesi lazım geliyordu. Çünkü bunlar kurumlarda görevli adamlardı. Görevli ve istikbal vaat eden adamlar… Böylece [Otelde birlikte kalarak] adamlar yaşıyor bunu… Önlerine bir vaka geliyor, tartışarak karar veriyorlar… Her ders kapsamında 30-40 tane vaka ele alınıyor. Her hafta bir fabrika gezisi düzenleniyor. Çok hızlı yapılması lazım gelen bir eğitim… Gece-gündüz
yapılması lazım gelen bir iş… Mesela gece yapılan çalışmaları da vardı. Ben de kontrol ederdim… Çalışıyorlar mı diye… Anlaşılabildiği üzere kurs ilk tasarlandığında örnek olay analizi yönteminin daha etkili uygulanabilmesi için tüm kursiyerlerin tam gün birlikte olmalarının anlamlı olabileceği düşünülmüştür. Bu yöntemin tercih edilme nedeninin ABD’li öğretim üyelerinden kaynaklandığını Hatipoğlu’nun sözlerinden anlayabiliyoruz. Hatipoğlu beş öğretim üyesi ile birlikte Harvard İşletme Okulu’na gittiklerinde ABD’li öğrencilerin örnek olay analizi yöntemi üzerinden aldıkları eğitimde, sürekliliğe, kesintisizliğe ve kampüs hayatına vurgu yapmaktadır: Amerikalılar “Wisdom Can’t be Told” derler. Yani “Bilgelik öğretilemez…” Zira iş hayatı bilgelik işidir. Yani iş yaşamı kitaplarda yazanlar gibi değildir… Harvard’da her gün üç saat olmak üzere, 1 saat 20 dakikalık dersler olurdu. Yüz kişilik sınıflar… Toplam altı sınıf olurdu. İşletme yöneticisi bilgelik sahibi olması gerekir. Bu da ancak
işletme yönetimi vakalarını çözerek olunabilir. Öğretmen bize “vaka hakkında ne düşünüyorsunuz” derdi. Ve yüz öğrenci (On öğrencilik gruplar halinde) vakayı tartışırdı. Hatipoğlu’nun Harvard’da deneyimlediği ders işleyiş tasarımı, ders sürelerine kadar, olduğu gibi İşletme İdaresi Kursları’na aktarılmıştır. Mustafa Aysan’ın kursta bir günün nasıl geçtiğine ilişkin tespiti ise şöyledir: Dersler sabah 09.00’da başlayıp 13-13.30’a kadar sürerdi. Dersleri şöyle yönetirdik: 80 dakika [Harvard İşletme Okulu ile aynı ders süresi] kadar dershane çalışması olurdu. Buna ders diyelim… Ondan sonra ara verirdik küçük grup çalışması yapardık. Sonra ikinci ders başlardı sonrasında tekrar ara verirdik. Ve tekrar küçük grup çalışması yapardık. Onun için öğleyi biraz geçerdi. Üç ders yapılırdı. Öğleden sonra ise şahsi çalışmaya tahsis edilirdi. Kursiyerlerin her gün yapacakları işler belliydi… Yani program yapılır, kendilerine verilir ve malzemesi sağlanırdı. Öğleden sonra onunla meşgul olurlardı. Akşama doğru küçük grup toplantısı yapılırdı. 7-8 kişilik gruplar… Bu gruplarda vakalar incelenir sonra sınıflara gelinir, vakalar tartışılırdı. Harvard sisteminin birebir uygulandığı bu yapıda, kursiyerlerin sürekli aynı ortamda kalmaları oldukça etkili bir yöntem olarak görülmüş ve böyle bir uygulamaya gidilmiş olabilir. Özellikle de büyük kısmı kurumlarda idareci olan kursiyerlerin beraber geçirdikleri zamanın onların gelişiminde fayda sağlayacağı düşünülmüş olabilir. Hatipoğlu’nun Boston’a ilk gittiğinde Harvard kampüsünün eğitim anlayışının kendisine hissettirdiği, olumlu anlamda kullandığı “hapishane!” duygusu adeta Yeşilköy Deniz Park Otel’de oluşturulmaya çalışılmıştır. Hatipoğlu işleyiş ile ilgili olarak şu tespitte bulunmuştur: Aynen Harvard gibi… Yatılı kursların koordinatörüydüm. Sınıfların toplanmasını temin ederdim. Vakalar verilir. Gruplar kendi arasında vakaları ele alır ve ertesi gün sınıfta tartışırlardı. Aynen Amerikan sistemini uygulardık. Açıklamadan da anlaşılacağı üzere kursun eğitim sisteminde eğitim ve öğretimde kesintisizlik uygulanmaya, böylece de öğretim üyesi ve kursiyerlerde gelişim sağlanmaya çalışılmıştır. Ayrıca ilk gerçekleştirilen kursta kursiyer olarak yer alan Ahmet Sucuka, Yeşilköy Deniz Park Otel günlerini şöyle ifade etmiştir: Otelde kalıyorduk. Yemekler bedava olarak… Ders sabah 09.00 gibi başlıyordu. Akşam da saat 17’e kadar. Normal saat aralığında bir eğitimdi. Orada yatılıydık. Dershanemiz de oradaydı. İstanbul Yeşilköy’de Deniz Park Otel… Sucuka, burada sürdürülen eğitimi ABD’de de gördüğü eğitimlerden ötürü hiç yadırgamadığını şöyle belirtmiştir: Amerika’dan gelen sistemdi bu… Case yöntemi işte. Olayı veriyorlar, örneğin fabrikadaki olayı… Sen ne dersin, sen ne dersin diye herkese soruyorlar. Sonunda da hoca kendi fikrini söylüyordu. Kurslar bir süre daha yine otellerde devam etmiştir. Hatipoğlu kursların yerine ilişkin olarak şu tespitte bulunmuştur: İlk kursumuzu Yeşilköy Deniz Park Otel’de yaptık. Yeşilköy’de… Denizin kenarında bir oteldi.
Sonra orası yandı… Moda’da bir yere geldik. Oradan sonra da çok değişik yerlerde yaptık.
Kursun günlük işleyişinin yanında dersler ve derslerin işlenişi de bir diğer önemli başlıklardır. Kursun derslerinin belirlenmesinde Harvard İşletme Okulu’ndaki derslerden aynen faydalanılmıştır. İlk kursun dersleri ve hocaları şu şekildedir (İİE Yıllık, 1957); Ø Beşeri Münasebetler, Ali Şakir Ağanoğlu Ø Finansman, Zeyyat Hatipoğlu Ø Maliyet Muhasebesi,
Mükerrem Hiç Ø Piyasa Tekniği, Nezih H. Neyzi Ø İstihsal (Üretim), Arthur B. H. Rose Ø Sosyal Münasebetler, Afife Sayın. Belirlenen bu altı ders dışında iş adamları ve üniversite öğretim elemanlarının çeşitli işletmecilik konuları üzerinde gerçekleştirdiği haftalık konferanslar da olmuştur. Bu konferanslarda, Prof. Hazım Atıf Kuyucak, Ord. Prof. Mazhar Nedim Göknil, Doç. Dr. Cihat Eren, Ord. Prof. A. Towl, Ord. Prof. Ömer Celal Sarç, Ord. Prof.
Robert E. Stone, Prof. Dr. Sabri Ülgener, Doç. Dr. Memduh Yaşa, Bülent Yazıcı, Mahmut Sipahioğlu görev yapmıştır (İİE Yıllık, 1957). Derslerin uygulanışı da çok net ve katı bir biçimde Örnek Olay Analizi şeklinde olmuştur. Sucuka bu durumu şöyle açıklıyor: Amerika’da ki yöntem de buydu (Vaka Analizi Yöntemi). Almanya’da ki gördüğüm eğitimde de yöntem buydu. Çünkü hep Amerikan okullarıydı okuduklarım… Kursta ders kitabı yoktu. Yazılmış, teksir edilmiş notlar vardı. Bizi tecrübeli diye çağırdıkları için en sivri mesele ve konuları önümüze getirmişlerdi. Herhalde ‘noksanları vardır’ dedikleri konular… Ders teksirleri hem Türkçe hem İngilizceydi. Tam çeviri vb. yapamadıkları belki de yetiştiremedikleri için hepsi Türkçe olmuyordu. ABD’li hocalar İngilizce, Türk hocalarsa Türkçe teksirler getiriyordu. Eğitim dili hem Türkçe hem İngilizce idi. Dersi kim veriyorsa ona göre… Arada karmaşa da oluyordu… Sanki vakaların yazılması ile ilgili bir sorun vardı… Yabancı Vakalardan çevrilenlerde bazen sorun çıkıyordu… Sucuka, ders isimlerini geçen uzun zamanın etkisiyle tam olarak hatırlayamasa da şu tespitleri yapmıştır: Derslerin isimleri acayipti… Özellikle o dönemde hiç duymadığımız isimlerdi. Eğitimin konusu özel bir duruma ilişkin olduğu için konular çok sivri noktalardan teker teker çekilmişti. Bu yüzden ders isimleri de çok zikredilmedi… Evet, bazı ders isimleri belliydi ama… Derste işlenen konular içinde davranış konuları vardı ama derslerde çalışanların davranışı ile ilgili konular geçiyordu… Çalışanları motive etme ile ilgili dersler vardı. Vaka analizi olduğu için işlenen her vaka dersin içeriğini de değiştiriyordu. Ders konuları vakalara dağıtılmış olarak verildi. Derslerin konuları öyle seçilmişti ki sanki bu derslerin toplamı ideal yöneticiliğe denk düşüyordu. Ayrıca iş kazaları, iş güvenliği ile ilgili ders vardı. Nazari dersten sonra fabrikalarda da tecrübe ile işledik.
Fabrikalara gittik. Hilton otelini baştan aşağı gezdik. Bir işletme örneği olarak bu oteli gezdik. Müşterinin gelişi, kaydı, faturalar, odalar, temizlik, yemek hizmeti, alt katta bulaşıkhane, çamaşırhanesi inşaat tamir vb. Ayrıca Paşabahçe Cam’a gittik, rakı fabrikasına gittik. İkisi de devlet kuruluşu idi. Sümerbank’a da gittik… Fabrika Bakırköy’de idi… Hani belediye otobüsleri var İETT… Oraları da dolaştık. O dönemdeki büyük işletmeleri dolaştık… Almanya’da aldığım eğitimde de bunu yaşamıştım… Sucuka yürütülen eğitimden elde ettiği faydayı da şöyle ifade etmiştir: Kurstaki işletmecilik eğitimi lisansüstü düzeyde idi.
Tecrübelilere göre düzenlenmişti… Faydalıydı. Eğitimin ciddiyeti bana faydalı göründü. Zaten Amerikalı faydalı olan dışındaki seviyelere inmez… Yararlandım bu eğitimden. Fabrika müdürüydüm döndüm gene müdür olarak… Amerikanvari eğitim yaptılar. Nasıl başladılarsa öyle gitti. Zira bu sistemde bozulma olmaz. Baştan düşünülmüş bir sistemdi. Bizim özelliklerimize, Türklere göre uyarlanmadı… Dönünce herkese öğrendiklerimi de aktardım. Tüm ekibime bundan sonra böyle olacak dedim. Görüşmede Mustafa Aysan’a “bu kurs ilk MBA denemesi miydi?” sorusu yöneltildiğinde cevabı şu şekilde olmuştur: Bu başka bir şeydi… Adı İşletme İdaresi Kursu idi. İstikbal vaat eden orta kademe yöneticilerin üst kademe sorumluklarına hazırlanması kursu… Bunun amacı buydu. Bir adam pazarlama müdürü olmuş. Genel müdür olacak mı, olmayacak mı kursuydu bunlar… Türkiye’de ilktir. Hala da eşi yoktur. Bugün mesela bir iş adamı patron dese ki ben oğlumu işletmeci yapacağım… Oğlum başka tahsil aldı… Ama ben onu işletmeci yapacağım… Böyle insanlara, ihtiyaçlara servis veren bir kurum yoktur… Yüksek lisans programları var, tonla… Ama bu işlevde olan yok. Bunun özelliği vaka analizi yöntemi ile işletmelerde karar verme operasyonlarının öğretilmesiydi. Aysan’ın cevabından da anlaşılabileceği üzere bu kurs Türkiye’de işletmecilik eğitimi için pek çok noktada damga etkisi yaratmış olsa da ilk gayesi, akademik düzeyde bir eğitim vermekten çok işletme yönetimi için donanımlı yöneticiler yetiştirmek olmuştur. Orta düzeyli yöneticileri daha üst düzeye hazırlama çabasıdır. Sucuka da bu durumu şöyle açıklamıştır: Kursta temelde, fabrika müdürlüğü öğretilmeye çalışıldı. Üst yönetici olmak öğretilmeye çalışıldı. En azından ben amacın bu olduğunu ders konuları ve eğitimden anladım. Ayrıca Sucuka, kursta aldığı eğitimin daha sonra işini yaparken çok fayda yarattığını da belirtmektedir: Aldığım eğitimi aynen hayata geçirdim. Geldim fabrikaya evvela muhasebe sistemini düzelttim. Muhasebe, derslerde önemli bir yer tutuyordu. Mesela problemi veriyorlardı. Bu işlemleri işleyin diyorlardı… Öğrendiğim her şeyi meslek hayatımda kullandım. Amerikalılar, Afyon Askeri Fabrikasını dolaşmaya gelirlerdi 1958-59’larda… Bu fabrikanın ABD’deki fabrikalardan hiç farkı yok derlerdi. Nasıl yaptınız bunu diye sorarlardı.
Ben de anlatıyordum. Her gördüklerine hayran oldular. Ve bu Amerikalıların dikkatini çekti. Örneğin ‘Sen bu emniyet tedbirlerini bizden daha iyi yapmışsın’ dediler. Ben de sizden öğrendim dedim… 12 sene fabrika müdürlüğü yaptım. Tek bir iş kazam yoktur. Belki de ülke rekorudur… Ama bunlar askeriyede takdir edilmiyor o ayrı… Benim buralardan geçmem, çok fayda verdi. Onlardan öğrendim… Son olarak günümüz şartlarında olağan karşılansa da 1956 yılında gerçekleştirilen birinci kursta pek çok modern eğitim aracı da kullanılmıştır. Sucuka derslerde kullanılan materyalleri şöyle açıklamıştır: Dershanemiz vardı ve tabii bir de tahta. Sinema makinesi vardı. Bunun dışında bazı yardımcı İngilizce yayınlar veriliyordu. Bunlar ders için hazırlanmışlardı. Hepsi sorulu-cevaplı idi. Öğretmen soruyu soruyor cevabı istiyor. Sorular konu içinde… Kendisi pek az anlatıyor. Hoca Amerikalı olunca ders İngilizce işlendi. Ama ihtiyaten ya da herkesin İngilizcesine güvenmiyorlardı. Bu yüzden yedek bir tercüman derslere katıldı. Konuları daha iyi anlatmak için tahtaya hareketli film, durgun görüntü, resim halinde şemalar yansıtılıyordu… Hangisine ihtiyacı varsa öğretmen onu kullanıyordu. Hatipoğlu ise dersler ve kullanılan materyallere ilişkin olarak şöyle bir örnek vermiştir: Birinci kursta film makinesini Mustafa (Aysan) kullandı. Mesela “Time and Motions” filmleri oynatıldı. Bu filmlerde değişik insanların çalışırken görüntüleri vardı. İş hayatından mesela… Çalışanlardan biri çok hızlı, diğeri yavaş çalışıyor… Bunun iş hayatındaki etkisi filan… Aysan da kullanılan ders araçlarını örneklerle anlatmıştır: Çoğunlukla, teyp vardı… O zaman teybi nerede bulacaksın? Derslerde ses kaydı yapan teyp vardı düşünebiliyor musun? O günün en son teknolojisi vardı… Bunlar Enstitü’de kullanıldı.
Bir kısmı üniversite tarafından getirtilirdi resmi ödenek ile ama çoğunluğu Harvard’dan, Ford Vakfı’ndan bağış alınırdı, oradan sağlanırdı… İşletme İdaresi Kursları’nda eğitim öğretim açısından örnek olay analizine dayalı, günün en modern araçlarıyla desteklenen, iş yeri gezilerini de kapsayan çok boyutlu bir eğitim tarzı uygulanmıştır. Günümüz şartlarında dahi nadir rastlanacak çeşitlilikte donanımlarla gerçekleştirilen dersler o günün şartlarının çok ötesinde tasarlanmıştır. Bununla birlikte Aysan, gerçekleştirilen bu ortaklık sonucunda, Harvard Üniversitesi İşletme Okulu yayınlarının telif haklarının da elde edildiğini ancak daha sonraki süreçte bu hakların elden gittiğini belirtmektedir. 4.4. Kursiyerler İşletme İdaresi kurslarının bakılması gereken bir diğer noktası da kursiyerlerin kariyerleri ve öğrencilik performanslarıdır. Bu aşamada kursiyerleri anlamaya yönelik olarak Hatipoğlu, Aysan ve Sucuka’ya, konunun farklı noktalarını ortaya çıkarmayı amaçlayan sorular yöneltilmiştir. Yöneltilen ilk soru kursiyerlerin “ortak” olarak nitelendirilebilecekleri yönlerinin olup olmadığıdır. Hatipoğlu ilk kursun kursiyerlerine ilişkin bu soruya şöyle cevap vermiştir: Kursiyerlerin ortak özellikleri vardı… Hepsinin iş hayatında belirli bir seviyeye gelmiş ve tecrübeli olmalarını istedik. Enstitü kurucuları bu ‘tecrübeli yönetici’ amacına uygun kursiyerler için temas kurdukları işletmelerden 30-40 yaş aralığında yöneticiler göndermelerini istemişlerdir. Bu durum birinci kurs öncesi verilen gazete haber ve ilanlarında kriter olarak belirtilmiştir. Mustafa Aysan ise birinci kursa katılanların kariyerlerini şöyle ifade etmiştir: O zaman Türkiye’nin önemli işletmeleri KİT idi. Özel sektörde fazla bir hayat yoktu.
Bu kursta özel sektörden gelenler de vardı tabi… İş Bankası’ndan önemli bir katılım vardı. Koç Firması’ndan vardı. Ama yarı yarıya kamu kökenli idi. Çünkü o zaman ekonominin yarısından fazlası kamu kökenli idi. 1953 yılında İ. Ü. İktisat Fakültesi, İşletme İktisadı Kürsüsü’nde göreve başlayan ve 1954 yılında bu görevinden ayrılarak İşletme İktisadı Enstitüsü KoDirektörü olan (İ.Ü. İ.F. Albümü, 2011) Prof. Robert E. Stone, Enstitü’nün kurulma sürecini anlattığı çalışmasında, dönemin Türkiye’sinin iş hayatını şöyle örneklendirmektedir (Stone, 1954-1955): Bir asistanım tarafından İstanbul Ticaret Odasına edilen telefon neticesinde odaya 59.000 aza kayıtlı olduğunu, fakat bunlardan ancak 24.000’inin halen faaliyette olduğunu öğrendim. Stone tarafından aktarılan ve dönemin şartlarını yansıtan bu bilgi, günümüzde küçük bir şehirdeki ticarethane sayısı olabilecek miktarda işletmesi olan bir İstanbul resmi çizmektedir. Dolayısıyla 1950’lerin başında “özel sektörün olmaması” iddiası çok da yanlış bir tespit olmayacaktır. Sucuka da beraber eğitim aldığı kursiyerlerin daha çok ‘üst düzey’ olmayan kamu yöneticisi olduğunu belirtmiştir: Kursiyerler fabrika müdürü değillerdi [Kendisi fabrika müdürü olarak kursa katılmıştır]. Daha çok alt ve orta kademelerdeki memurlardı. Tepe yönetici yoktu. Özel sektörden katılan ise neredeyse yok gibiydi [14 özel sektör temsilcisi vardı]. Herkes kamu yöneticisi idi. Bu deneme eğitimi olduğu için daha çok devlete dayanmışlardı. O yıllarda özel teşebbüs de yoktu. Özel işletmeler 1960 sonrası çoğaldılar. Aysan ve Sucuka’nın tespitleri tam olarak günün şartlarını yansıtmasa da önemlidir. Zira İşletme İdaresi Kursları’nın ilk iki uygulaması biraz da deneme mahiyetinde çabalar olarak değerlendirilebilir. Çünkü Enstitü, 13’er haftalık ilk iki dönem sonrası 1957-58 eğitim yılından itibaren İşletme İdaresi Kursuna ek olarak, ‘İşletme İdaresi İhtisas Programı’ adındaki bir diğer uygulamaya da geçmiştir 38 . İlk uygulaması 1 Kasım 1957’de başlayan sekiz aylık bu sertifika programı39 ile birlikte İşletme İktisadı Enstitüsü’nde eş zamanlı iki farklı eğitim faaliyeti yürütülmeye başlanılmıştır (Tekeli, 1959). İşletme İdaresi İhtisas Programı, İşletme İdaresi Kursları’ndan farklı olarak üniversiteden mezun olmuş, kariyerinde yöneticilik hedefleyen yeni mezunlara yönelik olarak oluşturulmuştur. İlk defa yapılacak İşletme İdaresi İhtisas Programı için gazetelere verilen ilanda, “yüksek tahsilini bitirmiş olup, ticari ve sınai müesseselerde mes’ul vazifeler almayı arzu edenlere mahsus…” denilerek bu amaç, net biçimde özetlenmiştir. İlan metninde de görülebildiği üzere 1957 yılı sonbaharında başlatılan İşletme İdaresi İhtisas Programı ile İşletme İktisadı Enstitüsü, kendisini başka bir amaca yönlendirmiştir 40 .
İşletme İdaresi Kursları 1970’lerin başında son bulurken41, İşletme İdaresi İhtisas Programı olarak ifade edilen ve daha sonra diploma verilen bir yüksek lisans eğitimine dönüşen sertifika programlarına günümüzde hala devam edilmektedir. Tekrar ‘ülkedeki özel sektörkamu sektörü ağırlığı’ meselesine dönecek olursak, Stone’un aktarımından, 1954 yılında “hiç yok” denemese de ülkede özel sektörün oldukça zayıf durumda olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu duruma rağmen Ekim 1956’da başlayan ilk kursta, 14 özel sektör temsilcisi42 hazır bulunmuştur. Özel sektör işletmelerinden gelen yöneticilerin yanında birinci kursa, 4 devlet memuru ve 15 KİT yöneticisi de katılmıştır (İİE Yıllık, 1957). Birinci İşletme İdaresi Kursu için hazırlanan mezuniyet yıllığı çalışması incelendiğinde, kitapçıkta özel sektöre ilişkin reklam verenlere rastlanmamaktadır. Ancak ilk baskının destekleyeni olarak 1950 yılında kurulmuş ve o zamanki adıyla, Türkiye Ticaret Odaları, Sanayi Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği’ni görmek oldukça anlamlıdır. Özel sektörün tam olarak oluşmadığı bir dönemde Cumhuriyetin ilk girişimci örgütü olarak kurulmuş Birlik, özel sektörün oluşmasına yönelik yönetsel gelişim desteği veren bu çabaya destek olmuştur. Bunun yanında 1 Şubat 1957 tarihli Cumhuriyet Gazetesi haberi incelendiğinde, birinci kursun mezunları için yapılan mezuniyet töreninde Vehbi Koç, iş hayatına ilişkin tecrübelerini özetlediği (haberde uzun bir konuşma olduğu vurgulanmış) bir konuşma yapmıştır 43. Gerek Enstitü’nün kuruluşundaki iş dünyasıüniversite ilişkisi, gerekse kurs sonrası özel sektörün bu kuruma olan desteği dikkate alındığında, iş dünyasının, özellikle de yabancı sermaye çevreleri ile iş yapan, yapmayı arzulayan iş adamlarının bu Enstitü girişimine önem verdikleri ortadadır44. Hatta bu girişimin birkaç sene sonrası 1962 yılında, ülkenin önde gelen iş adamlarının desteğiyle 45 , “modern sevk ve idare biliminin anlaşılması ve kullanılmasını teşvik etmek” amacıyla Türk Sevk ve İdare Derneği yine Ford Vakfı’nın desteklemesiyle kurulmuştur (Kurt, 2010). Kursiyerlerin kariyerleri, görevli oldukları sektörler ile ilgili bilgilerden sonra, özellikle de ilk dönem kurslarına nasıl dâhil edildiklerini, nasıl seçildiklerini Aysan’ın açıklamasından öğrenelim: Müesseseleri ziyaret ederdi hocalar. Kursiyerleri işletmeler seçerdi. İşletmeler seçtikleri adamın 13 hafta boyunca ücretlerinden kesinti yapmayacaklarına söz verirlerdi. Kursiyerler görevli oldukları yerlerden ücretli izinli sayılırlardı. Geriye döndüklerinde iş garantisi verilirdi. Bir de işletmeler 2500 Türk Lirası adam başına para öderlerdi. Aysan, kursiyerler arasında dört asker üyenin niçin bulunduğu sorusuna ise şöyle yanıt vermiştir: Çünkü asker de ekonomi işi, işletmecilik yapıyordu… Bu nedenle seçilmişlerdir. İstikbal vaat eden orta kademe yöneticisi eşdeğeri olarak seçilmişlerdir. Aysan’ın bu tespiti oldukça yerindedir. Zira Ahmet Sucuka ve diğer üç asker kursiyer, ülkedeki askeri fabrikaların yöneticileri olarak kursa görevlendirilmişlerdir. Kursların daha sonraki dönemlerinde, emekli olan askeri personelin (özellikle subaylar belirtilmiş), iş hayatına intibaklarını sağlamak için açılmış olan tematik kurslara da rastlanmaktadır46. Hatipoğlu’nun, ilk İşletme İdaresi Kursu öncesinde kursiyerlerin sağlanması hakkındaki anlattıkları ise şu şekildedir: Giderdik kurumlara… Büyük şirketlere ve hatta bir kere de Mustafa [Aysan] ile birlikte gittik. Çok değişik, dört bir tarafa, Eskişehir’e filan… Oradaki büyük işletmelerle görüşürdük. Kursiyerlerin iş hayatında belirli bir seviyeye gelmiş olmalarını istedik. Bankalardan çok gelen oldu. En büyük şubelerin müdürü vb. dahi bizden yetişmiştir. Görüşmelerden de anlaşılacağı üzere 1956 yılı şartlarında böyle bir kurum açmanın zorluklarının yanında, bu kurumda eğitim görecek yöneticilerin tespiti ve kursa dâhil edilmesi de oldukça çaba isteyen bir durum olmuştur. İş adamlarının, girişimcilerin, ihtiyaç ya da ABD’lilerle, yabancılarla iş yapabilme motivasyonu ile süreç hızlı gelişmiş olsa da o dönemde böyle bir eğitim tasarımının oluşturulmasının hiç de kolay olmadığı ortadadır.
4.5. Enstitü ve Kursların İşletme Alanına Etkileri Görüşmelerin son aşamasında Hatipoğlu ve Aysan’a, İşletme İktisadı Enstitüsü’nün günümüzde hemen her üniversitede, lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde verilen işletmecilik eğitimine, ülkemizdeki iş hayatına bir etkisi olup olmadığı sorulmuştur. Öncelikle Hatipoğlu bu soruya şöyle yanıt vermiştir: Şu anda Enstitü’nün felsefesi esasen hala aynıdır… Ne kadar sürdürülüyor bilmiyorum ama… Tabii İ. Ü. İşletme Fakültesi’nin kurulmasının başlangıcını bu kurslar mümkün kılmıştır. ODTÜ’de bizden sonra başladı eğitime. Dersler koydular. ODTÜ hocaları ile de temasımız olurdu. Ülkemizde işletme eğitiminin temeli bu kurslardı… Mustafa Aysan ise aynı soruya şu şekilde cevap vermiştir: Çok… Ak ile kara gibi etkisi oldu. Düşün yani bir tarihte… Sümerbank bizden 750 tane yöneticisinin aynı programla yetiştirilmesini talep etti. Dediler ki 750 kişiyi bize yetiştir. 750 orta kademe yöneticisini yetiştirmek başlı başına bir okuldur… Kolay iş değil. Altına imzayı ben koydum. Yani yapılan müzakerelerde kursu aldık getirdik. Eğitim Bursa, Merinosta yapılacak. Sümerbank vakaları ile yapılacak. Yeni yazılacak vakalarla… Böyle bir kurs gerçekleştirdik. Bundan daha büyük bir etki ne olabilir. Sümerbank gibi bir kuruluşa… Ayrıca İş Bankası’ndan bize talepler geldi. Ancak kısmen karşılayabildik. Türkiye Bankalar
Birliği, İşletme İktisadı Enstitüsü’ne, bankalardaki kredi talepnamelerini değiştirelim diyerek başvuruda bulundu. Hazine Genel Sekreterliği, KİT’lerin karlılığını sağlayın diye başvurdu. Avrupa’ya hesap veren KİT’lerimizin hesaplarını düzeltin, bir rapor yazın diye talep geldi, yazdık. İş hayatı ile iç içeydik. Benim hedefim de bu idi. Yapabildiğimiz önemli şeyler oldu, yapamadıklarımız da… Hatipoğlu ve Aysan, İşletme İktisadı Enstitüsü ile ülkede iş dünyasıüniversitesi ilişkisine ilişkin çok önemli adımların atıldığını ve projelerin gerçekleştirildiğini belirtmişlerdir. Bu durum 1956 yılında iş dünyasının Enstitü ve faaliyetlerine ne kadar büyük bir önem yüklediğini ya da ülkede işletmecilik konusunda ne kadar büyük bir boşluk olduğunu göstermektedir. 1936 yılında kurulmuş İ. Ü. İktisat Fakültesi’nin, ülkenin işletmecilik ihtiyacını tam olarak karşılayamamış olması ya da ABD’liler ile ortaklaşa kurulan bu kuruma yüklenen anlam, Hatipoğlu ve Aysan’ın örneklerle ifade ettiği üniversite-iş dünyası birlikteliğini kolaylaştırmış, mümkün kılmıştır demek yanlış olmayacaktır. Bunun yanında Hatipoğlu, Enstitü olarak yaptıkları diğer üniversite-iş dünyası iş birliği çalışmalarını şöyle açıklamıştır: Efendim, Amerikalılarla Bursa’daki otomobil fabrikasının ön etüdünü de biz yaptık. Bursa’daki bütün otomotiv tesislerinin… Telefon fabrikası vardı Ümraniye’de… Onun kurulması ile ilgili [NETAŞ] birlikte çalıştık. Tekrar ediyorum, o dönem ülkede Maliyet Muhasebesi yoktu… Ülkede bilen yoktu… Bunun yanında iş yaşamında bir dönem insan kaynağı için bir kriter haline de gelen Enstitü, bir tercih olarak dönemin insan kaynakları ilanlarına da yansımıştır. 16 Ocak 1966 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde çıkan İngilizce olarak kaleme alınmış iş ilanında, “Sistem ve Süreç Uzmanı” aranan paragrafta, İşletme ya da İşletme İktisadı Enstitüsü mezunu olmak ifadesi geçmektedir47. Enstitü’nün iş dünyası ile ilgili konulardaki etkisi yanında 1968 yılında kurulan İ.Ü. İşletme Fakültesi’nin kurulmasında da çok büyük etkisi olmuştur. İş adamlarına ve yeni mezunlara yönelik oluşturulan sertifika programlarının bir getirisi olarak, ilk örnek olmasa da48, 8 Ağustos 1968’de İ. Ü. İşletme Fakültesi kurulmuştur49. Görüşmelerde Hatipoğlu ve Aysan’a ayrıca, “bu girişimi Ford Vakfı, Harvard Üniversitesi, kısaca ABD’liler gerçekleştirmeseydi, Türkiye’de işletme eğitimi nasıl bir seyir izlerdi?” şeklinde bir soru yöneltilmiştir. Aysan bu soruya, Enstitü’nün günümüzde örnek olay analizi ile verilen eğitimi terk etmesini ve orta düzey yöneticilere verdiği kursları kapatmasını da eleştirerek şöyle yanıt vermiştir: Yine olurdu… Bu bir ihtiyaçtır. Toplum ihtiyacıdır… Gün be gün de karşılanmaktadır. Günümüzde okullarda vaka yazma çabası var. Yani bunlar bir anlamda bu ilk adımların sonucudur… İşletmeciliğin en iyisi Amerika’dadır. Tartışmaya bile lüzum yoktur. Avrupalı da bunu tartışmıyor… Onun için Avrupa’da iki tane Amerika’yı taklit etmeye çalışan işletme fakültesi vardır. Birisi London Business School, diğeri INSEEC… Fransa’da… Yani bunda hiç şüphe yok ki başka bir girişim yine Amerika’dan gelirdi. Ama diğer ülkelerden etkilenmelerimiz de olmuştur. Yani yine olurdu… Yine bu gelişmeler olurdu, ama geç olurdu. Yani Türkiye kaybederdi o arada… Biz şimdi mesela bunun ortadan kalkmasından [İşletme İdaresi Kursları’nın kaldırılmasından] ortaya çıkan ekonomik zararı hesaplarsak astronomik rakamlar buluruz. Ama gelişmeler kontrol edilemez. Muhakkak toplumlara gelir. Ama ne zaman gelir… 1954’de gelmişti, 2054’de yeniden gelebilir… Mümkün değildir gelmemesi… Hatipoğlu’da aynı soruya Aysan’ın görüşlerini destekler şekilde yanıt vermiştir: Öyle böyle bu iş buraya gelecekti. Fakat bu işte ilk taşı atan bu kurum oldu. Böylesi de iyi oldu. Harvard’ı getirdik… Okulun en meşhur hocaları eğitim için geldi. Harvard’ın dekanı bile geldi… Görüşmelerden anlaşılabileceği üzere, Enstitü kuruluşunda görev almış olan Hatipoğlu ve Aysan, kurumun hem işletmecilik eğitimine, hem de ülkemizdeki işletmelere oldukça faydalı olduğunu belirtmektedirler. Ortaya çıkan katma değeri üniversite iş dünyası ortaklığı yaratan örneklerle açıklamışlardır. Günümüzde tüm akademik çevrelerde hala arzulanan bir durum olarak bekleyen bu ilişki ağı, o günlerde Enstitü vasıtasıyla kurulabilmiş görünmektedir. Özellikle de yavaş yavaş oluşan bir özel sektörün olduğu o yıllarda, birbirine büyük ihtiyaç duyan bu paydaşlar arasında işlevsel
ilişkiler oluşturulabilmiş olması çok anlamlıdır. Son olarak ise Hatipoğlu’na “Ford Vakfı ve Harvard İşletme Okulu neden bu Enstitü’yü kurmak için çaba gösterdi? Neden bu işte öncülük yaptılar?” sorusu yöneltilmiştir. Hatipoğlu soruya şöyle yanıt vermiştir: Amerikalıların bu konuda yardım etmesinin tek gayesi bize işletmeciliği öğretmekti. O dönemde Türkiye’de sol fikirlerin temel amacı, devletin piyasada daha müdahaleci olmasıydı. Amerikalılar bunu, gelişmeleri o zaman görmüşlerdi… Bundan kurtulmak için en iyi yolun bize işletmeciliği, özel girişimciliği öğretmek olduğuna inanmışlar ve kaynağı sağlamışlardı. Ayrıca yazar mısınız bilmem ama… o yıllarda biz Enstitü derslerinde liberal ekonomi anlatırdık. Bu devlet nezdinde o dönem çok sevilen bir şey değildi. 1960 senesinde Türkiye tamamen Rusya’nın uydusu bir devlet olma yolunda idi50. Beni Millî Birlik Komitesi’ne dahi çağırdılar… Hatta 1961’deki İşletme İdaresi İhtisas Programı’na, o günlerde İ.Ü. İktisat Fakültesi’nde asistan olan Mahir Kaynak da katılmıştır51. Sertifika programına sınavla öğrenci alıyoruz. Harvard’daki sınavı çevirdik Türkçeye aynen soruyoruz… Bu sınavdan 55-60 alanlar dahi çok nadir, zor sınav… Mahir giriyor sınava… Çok parlak bir not alıyor… 100 almaya imkân yok… ‘Mahir, bu skor nasıl oldu? Zor sınavdı…’ dedim… Cevaben, ‘ben yaparım…’ dedi… ‘Herhalde bu çocuk dahi’ filan diye düşündüm… Sonra baktık, evet akıllı bir çocuk fakat işletme yönetiminde pek yok… Meğerse teşkilat onu, ‘Amerikan kurumu olarak propaganda mı yapılıyor orada?’ diyerek araştırsın diye göndermiş… Mahir 1961 yılında bizden sertifika almıştır. Sanıyorum ki o yıllarda devlet yetkilileri, ‘burada Amerikan propagandası, liberal ekonomi propagandası mı yapıyorlar?’ diye düşünmüşlerdi… Özetle Hatipoğlu, Enstitü’nün kurulması aşamasında soğuk savaş ile birlikte ABD’lilerin nüfuz etme gayesiyle bize yaklaştıklarını kabul etse de, bu amaçlarını bize ‘işletmeciliği öğreterek’ yapmaya çalıştıklarını belirtmiştir. Ancak 1960 ihtilali sonrası değişen konjonktürle birlikte ABD’liler tarafından kurulmasından ötürü Enstitü’ye farklı bir gözle bakıldığı anlaşılmaktadır. Hatipoğlu’nun Mahir Kaynak ile ilgili hatırası bunun en açık örneğidir.
- Değerlendirme İ.Ü. İşletme İktisadı Enstitüsü’nün kurulmasının arkasında temelde birkaç amaç yatmaktadır. Bu amaçlardan ilki, çalışmanın başındaki Balzac’a ait sözün devamı olarak söylenen 52 “Because Wisdom Can’t Be Told” cümlesinin dayandığı felsefe ile açıklanabilir. Bu söz kurulduğu 1908 yılından itibaren Harvard İşletme Okulu’nda eğitime, işletme eğitimine, iş hayatına, olan bakışı, felsefeyi ifade etmektedir. Bu felsefeye göre, işletmecilik, iş adamlığı, yöneticilik bir bilgelik işidir. Bilgeliğin ve iş hayatının gerçek koşullarının, kitaplardan öğrenilebilmesi, anlatılabilmesi mümkün değildir. Ancak, iş yaşamının koşullarını içeren örnekler, öğretilmek istenen kitleye adeta “yaşatılabilirse” bu, bilgeliği diğerlerine aktarmak mümkün olabilir. Bunu sağlamanın yolu da örnek olay analizine dayalı bir eğitim tasarımı oluşturmaktan geçmektedir. Dolayısıyla, ilk olarak ABD’de hukuk fakültelerinde kullanılan “case by case” olarak örnek olaylara dayanan eğitim yönteminin, Harvard İşletme Okulu’nun hukuk kökenli ikinci dekanı olan Wallace Brett Donham 53 tarafından 1924 yılından itibaren Harvard İşletme Okulu’na uyarlanması ile uygulanmaya başlanan Örnek Olay Analizi ile eğitim yöntemi, İşletme İktisadı Enstitüsü aracılığıyla Türkiye’ye getirilmek istenmiştir. Harvard İşletme Okulu’nda 1924 yılından itibaren uygulanan54 bu eğitim yönteminde, iş hayatında karşılaşılması muhtemel bütün olasılıkların bir araya toplanması, sınıflandırılması ve bu olasılıklardan birisi ile karşılaşıldığında eski örneklerden faydalanarak sorunlara cevap verilmesi, iş dünyasının dinamikliğinin, bu yöntemin uygulanmasını gerekli kıldığı düşünülmüştür. Özetle ilk amaç, işletmeciliğin öğretilebileceği konusunda o dönemin aktörlerinin şüphe duymadığı bir eğitim tasarımının uygulandığı bir okul, bir kültür oluşturmaktır denilebilir. İkinci amaç ise iş hayatına yönelik, zaman kaybına da tahammülü olmayan bir felsefeyle, hızla modern dünyayla temas kurabilme becerisine sahip işletmecileri, yöneticileri yaratabilecek bir eğitim programı oluşturulmaktır. Zira ilk olarak en temelden başlayarak, diploma veren bir işletme fakültesi kurmaktansa, mevcut yöneticilerin etkinliğini hızla arttıracak bir organizasyon ortaya konulmaya çalışılmıştır. Böylece, birinci kuşak girişimcilerin çocuklarının, yöneticilik konusunda gelişimine yardımcı olacak, farklı alanlarda eğitim almış kişilerin işletmecilik alanında donanımlı kimseler haline gelmesine olanak sağlayacak, kariyer planlaması gereği ileride örgütün başına geçmeye aday görülen orta
düzey yöneticilerinin gelişimlerine katkı ya da daha yukarı kariyerleri kaldırıp, kaldıramayacağını anlamaya imkân verecek bir program oluşturulmak istenmiştir. Belki de bu hamlenin, dolaylı olarak piyasayı dönüştüreceği, özel teşebbüsü canlandıracağı ve piyasa ekonomisinin oluşmasında önemli bir etken olacağı varsayılmıştır. İş hayatının olgunlaşması, özel sektörün gelişiminin sağlanması ve piyasa ekonomisinin varlığının belirginleştirilmesi
1950’li yıllarda, ‘gelişmekte olan’ bir ülkede gerçekleştirilen bu girişimin temel motivasyonlarından birini oluşturmuştur. Çalışmanın amacıyla doğrudan bağlantılı olmasa da,
Enstitü, kuruluşu ve amaçlarına ilişkin bir değerlendirme yapmak gerekirse, İşletme İktisadı Enstitüsü ve İşletme İdaresi Kursları ile gerçekleştirilmek istenenler, çeşitli nedenlerle, başlangıçtaki amaçlara uygun sürdürülememiş, başkalaşmış ya da ortadan kalkmış uygulamalara dönüşmüştür. Kurslara ek olarak sertifika programları şeklinde 1957 yılında başlatılan ve daha sonra bir yüksek lisans programına dönüştürülen İşletme İdaresi İhtisas Programı günümüze kadar devam ettirilmiş olsa da, “vaka analizi ile eğitim” ve “iş hayatındaki yöneticilere yönelik olma” amacı tam olarak mümkün olamamış, uzun süre sürdürülememiştir. Örnek olay analizi ile eğitim tasarımının devam ettirilememiş olması üzerine uzun tartışmalar yapılabilir. En ideal, sürdürülebilir, çağın gereği sistem olup olmadığı
da ayrıca tartışılabilir. Ancak 1954 yılında Enstitü kuruluşunda rol oynayan Harvard Üniversitesi dahi Hatipoğlu’nun değindiği üzere değişerek, iktisat alanıyla yakınsama yaşadıysa, Enstitü ile yapılmak istenilenlerin tam anlamıyla gerçekleştirilememesinin ardında da makul, gerekçelendirilebilir bir neden yatıyor olabilir. En azından örnek olay analizi ile eğitim yönteminin sürdürülememesinin arkasında, yöntemin bütünsel gerekliliklerinin, zorluklarının, eğitim sisteminin ülkemizde yaşadığı sorunların vb. çok sayıda nedenin olması mümkündür. Şu bir gerçektir ki, bir kitaba bağlı olarak bir sömestr boyunca dersi sürdürmek bir öğretim üyesi açısından, örnek olay yazmak, dersleri hep bu tasarım üzerinden sürdürmeye göre çok daha kolay ve işlevseldir. Bu bireysel işlevsellik, iş dünyası açısından yeterince anlamlı olmasa ve onun insan kaynağı ihtiyacını karşılamada tam etki yaratmasa da, bireysel uygulanabilirliği itibariyle mevcut durumu, amaçlananları, idealleri etkilemiş olma ihtimali yüksektir. Bu gerekçe dahi örnek olay analizi ile ciddi bir giriş yapan Kuzey Amerika İşletmecilik Eğitimi ekolünün dönüşmesini, tam olarak uygulanamamasını sağlamış olabilir. Ancak ortaya çıkan durumun tüm mantıklı ve anlaşılır gerekçelerine rağmen, iş adamlarına yönelik, iş yaşamının gerçek koşullarını örneklerle kişilere belleten, herhangi bir diploma, başarı değerleme kaygısı olmayan eğitim modellerine tıpkı 1950’lerdeki gibi bugün de ihtiyaç söz vardır. Elbette bu sistemi kurmak ve sürdürmek kolay değildir. Özellikle de iş dünyasından oldukça mesafelenmiş eğitim kurumları ve öğretim üyesi kadrolarıyla bu amaç istense dahi etkin biçimde verilebilmenin çok uzağındadır. Ancak Aysan’ın görüşmelerde dile getirdiği, “bu toplumun ihtiyacıdır. Bir gün mutlaka karşılanacaktır” tespiti, 1954 yılında başlayan sürecin yeniden çeşitli örneklerle karşımıza çıkabileceğini hatırlatmaktadır. Kısacası eğer iş dünyası üniversitelere bir gün yeniden ihtiyaç duyarsa bu ihtiyaç bir şekilde, yeniden, yeni aktörlerle ve yeni heyecanlarla, bir şekilde tekrar karşılanacaktır.”
Türkiye’de İşletme Yüksek Lisans Eğitiminde İlk Adım: İşletme İdaresi Kurslarına İlişkin Bir
Sözlü Tarih Çalışması Yener Pazarcık, Istanbul University Journal of the School of Business
İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi Vol/Cilt: 45, Special Issue/Özel Sayı 2016, 9-25
ISSN: 1303-1732 – http://dergipark.ulakbim.gov.tr/iuisletme
Tüm değerli makaleler için çok teşekkür ederim. Ülkemizin gelişim ve değişim sürecini belgelerle aktarmışlar.
Nur Camat Hanım’ın yer aldığı bir diğer önemli konuya geçiyorum. Florence Nightingale Hemşire Mektepleri ve Hastaneleri Vakfı.
1980’de rektör Prof. Dr. Cem’i Demiroğlu ile çalışmaya başladığımda Florence Nightingale Hastanesi (Kurucusu Cem’i Bey’dir. Tercih ettiğimiz hastanelerimizin başında gelir. Amerikan Hastanesi gibi kendimi evimde hissederim. Dr. Afife Berkyürek doktorumuz olmaya devam etmektedir.) kurucuları ile tanıştım. Allah gani gani rahmet eylesin Cem’i Bey müthiş bir hoca idi. Cem’i Bey’in hocası da kıymetli ilk kültür bakanımız Talat Halman’ın eniştesidir. İlk çalışma hayatıma başladığım, UNESCO Atatürk Yılı’nda ilk iş seyahatimizi Roma’da gerçekleştirdiğim ve kendisinden “yönetimin püf noktaları”nı kavradığım, 1980
İhtilali gibi sancılı dönemde İstanbul Üniversitesi rektörlüğü yapmış, Florence Nightingale Hastanesi’nin kurucusu Prof. Dr. Cemi Demiroğlu’nun hocası kimdir derseniz. Arkadaşımkardeşim Sema’nın babası Prof. Dr. Fahir M. Göksel’dir. Her iki değerli hocamız da TUSAD (Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği) kurucu üyelerindendir. “Solunum” ne kadar önemli değil mi her can için? “Bir nefes can ile canân arası” başlığıyla kaleme aldığım yazımdaki gibi derin duyguları içerir.
Semahat (Arsel) Hanım ile çalışmaya başladığımda ne güzel bir şans ki çalışma konularımız aşina olduğum konulardı ve tanığım kişilerdi. Bu benim için büyük bir de rahatlık sağladı, başarılı iş hayatımın uzun devam etmesinde.
Şimdi Nur Camat Hanım’ın yer aldığı bu kurullara bir bakalım. Ve ben kimleri tanıyorum. O kıymetli kişileri de arşivimden aktarayım.
Rıza Çerçel’den başlayayım. 150 yılı içeren aile kitabımızda da geçen Rıza Çerçel, dede dostumuzdur. Ord. Prof. Kâzım İsmail Gürkan, yayına hazırlamakta olduğumuz “Ord. Prof. Dr. İhsan Hilmi Alantar” e-kitabımızda yer almaktadır. Ord. Prof. Ekrem Şerif Egeli, Ord. Prof. Sıddık Sami Onar ise birbirinden kıymetli hocaların hocasıdır, babamdan itibaren bildiğim. Esma Deniz ve Fahrünnisa Seden hanımefendilerin varlıklarını Semahat Hanım ile öğrendim. Esma Deniz arşivimdeki “Amiral Bristol Hemşirelik Okulu (1920-1999)” kitabında yer alıyor. VKV tarafında yayınlandı. Yayına hazırlayan kıymetli kişi ise bana “değerli dostum” diye mektuplar yazan Gülsevim Çeviker’dir ve bu mesleğe eğitmen olarak büyük kazanımlar sağlamıştır. Emel Berkay da keza aynı şekilde kıymetlidir, diğer adı geçen değerli meclis üyeleri gibi.
Florence Nightingale Hemşire Mektepleri ve Hastaneleri Vakfı
İlk Kurucular Meclisi Üyeleri
Türkiye Kızılay Cemiyeti
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
İstanbul Verem Savaş Derneği
Türk Hemşireler Derneği
Ord. Prof. İhsan Şükrü Aksel
Fatma Bengisu
- G. Edwards
Rıza Çerçel
Ord. Prof. Arif İsmet Çetingil
Esma Deniz
Ord. Prof. Ekrem Şerif Egeli
Safiye Hüseyin Elbi
Ord. Prof. Kâzım İsmail Gürkan
Ord. Prof. Sıddık Sami Onar
Dr. Kâmil Öner
Ord. Prof. Tevfik Sağlam
Dr. Ömer Faruk Sargut
Fahrünnisa Seden
Hazel Sporel
Dr. Robert Stone
Dr. Vedat Nedim Tör
- V. Walker
Günümüz Kurucular Meclisi Üyeleri
Türk Kızılay Derneği Temsilcisi Ercan Tan
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Temsilcisi Prof. Dr. Zerrin Aktaş
İstanbul Verem Savaşı Derneği Temsilcisi Prof.Dr.Zeki Kılıçaslan
Türk Hemşireler Derneği Temsilcisi Prof. Dr. Aytolan Yıldırım
Prof. Dr. Rengin Acaroğlu
Prof. Dr. Özdem Anğ
Prof. Dr. Güler Aksoy
Semahat Arsel
Prof. Dr. Haluk Eraksoy
Emel Berkay
Nur Camat
Gülsevim Çeviker
Hüseyin Yavuz Tunç
Prof. Dr. Ali Görpe
Hasan Kerim Güç
Nejat Gülen
Ülkü Gürkan
Mehmet Rafet Özak
Emrel Sağduyu
Yard. Doç. Dr. Selva Şentürk
Yüksel Erkmen Ulukan
Muhsin Haldun Ünsal