5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün biz kadınlara kazandırdığı siyasal anlamda yurttaş olma; seçme ve seçilme hakkının 90. Yılı Kadınlara Mahsus’tan Güncel Kadın’a
Bu özel günde babamın anneannesi seçilen ilk kadın belediye (Akçakoca) meclis azası Balatlı Seher Hanım’ı (lutr kürklü) saygıyla anıyorum.
Emine Semiye Hanım’ın Dostu Şâir Nigâr Hanım
“Kadınlık tarihimizin bu iki isminin, bazı başka hanım yazarlarla arasında benzer pek çok yön bulunmaktadır. Her ikisi de yüksek statüdeki ailelerin kızlarıdır. İlerici bir zihniyete sahip babalarının yardımlarıyla özel hocalardan ders almışlar, okuyarak kendi kendilerini geliştirmişlerdir. Aynı dergilerde yazmışlar, aynı kişilerden teşvik ya da yergi almışlardır. İkisi de Avrupa’yı gezmiş, Batı’yı kültür ve coğrafya olarak tanımışlardır. Ömürleri boyunca hastalıklardan şikâyet ederler. Evlilik hayatlarında kendilerini anlayacak bir eşleri yoktur, mutsuzdurlar ve boşanırlar. Bunun gibi ortak özellikleri dostluklarını daha da pekiştirir.”
“Kadın şairlerin birçoğunun babaları iktidar ile bağlantılı olan kişilerdir. Kızlarını eğitmenin gereğine inanan bu aileler, kızlarına özel hocalardan dersler aldırmakta ve şiir zevkini de bu kültür ortamında onlara duyurmaktadırlar.”
Bir önceki köşe yazım “Cemal Reşit Rey Bey ve Nişantaşı Kız Ortaokullu Yıldız Demiriz”de Yıldız teyzenin dilinden Cemal Reşit Rey Bey’i irdelemiştik.
“Ondan öğrendiklerim müzikten ibaret kalmadı. Daha sonra uğraşacağım Türk yazı ve tezhip sanatı ile, ilk kez Nişantaşı’ndaki ahşap konağın duvarlarında tanıştım. Engin kültüre sahip bir kimseydi” diye uzun uzun hocasını, müzik ile ilgili yaşamını anlatmıştı.
Evin İlyasoğlu da “Çağdaş Müziğimizin Öncüsü: Cemal Reşit Rey” yazısında: “Yağmurlu bir sabahta Beşiktaş’taki Serencebey Yokuşu’nu tırmanıyorum. Sonunda karşıma Yasemin Apartmanı çıkıyor. 1 numaralı zile basıyorum. Kapıyı açan nazik kişi belli ki köklü bir Osmanlı beyefendisi: “Ooo buyursunlar efendim. Hoş geldiniz, safalar getirdiniz” diyerek beni içeri buyur ediyor. İlk karşılaştığım görüntü o küçücük dairenin içinde çok yabancı duran, eski zamanların kocaman bir Nişantaşı konağından artakalmış eşyalar: Yerden tavana büyük bir ayna, çevresi sarı yaldızlı kabartmalarla bezenmiş. Kim bilir konağın konuklarından hangi büyükelçileri, hangi devlet adamlarını, önemli tiyatrocuları, dünya çapında piyanistleri, bestecileri yansıtmış! Kimlerin şarkılarını dinlemiş, kimlerin piyano yapıtlarını duymuş! Şimdi hepsi “öbür âleme intisap” etmiş kişiler. Cemal Bey koltukların üstlerine serili bej rengi örtüleri kaldırmaya çalışıyor. Zarif ama ipek döşemesi sararmış, yer yer eprimiş kanepede yan yana oturuyoruz. Safa geldiniz merasimi bitince önce pederini ve validesiyle evlenmesini, sonra mutasarrıf olarak Kudüs’e tayinini ve kendisinin orada dünyaya gelişini anlatıyor. Sanki her olaya tanık olmuşçasına gözlerindeki parıltıyı eksiltmeden, son derece canlı konuşuyor. Ailesinin tüm fertleri ölünce Nişantaşı, Şâir Nigâr’daki o dillere destan, görkemli konağı satıp Beşiktaş, Serencebey Yokuşu’ndaki küçücük apartman dairesine sığışmak Cemal Bey’e ağır gelse de bunu hiçbir zaman belli etmiyor; yeni yaşamını sokağın geçmişteki “saraylı” görkemiyle özleştirip kendini avutuyor. Soyundaki kimliğine hiç yaraşmayan bu koşulları görmezlikten gelebilmek için bir düş dünyasına sığınmış” ifadeleriyle hocasını aktarmış ve geçen ayki köşe yazımda okumuştuk.
Kendi anılarıyla bağdaşan dostlarım da eksik olmasınlar hatıralarını yazılı paylaştılar.
“Cemâl Bey, benim de bir müddet hocam olmuştu Beşiktaş’taki evinde. Nişantaşı’ndaki o kırk odalı köşk maalesef yıkılmış. Sedef kakma mobilyalar ve yine sedef kakma piyano Beşiktaş’taki o küçücük evdeydi. Kim bilir ne oldu o harika eşyalar? Karşı dairede de kendisine bakan bir kişi oturuyordu. Aslında o mobilyalar ile bir müze yapılması gerekirdi. Notaları vardı, kim bilir o notalar da ne oldu, hem kendi eserleri, hem de kendisine ait çalıştığı notalar, tarihî değerdeydiler mutlaka, üzerlerinde de kim bilir kimlerin notları vardı? O notlar da ayrı bir tarihî değer taşır. Belki çok değerli fotoğraflar da vardı, babası ve Poincaré ile yaptığı bir tren seyahatinden bahsetmişti. Babası Kudüs Mutasarrıfı, dedesi Sadrazam İbrahim Ethem Paşa. Bana yazdığı bir referans mektubu var, bir de Paris’te öğrenciyken gönderdiği esprili bir kartpostalı.” Fulya Tezer, Kasım 2024
“31 Aralık 1944’te Nişantaşı’nda doğdum. 1954’e kadar Teşvikiye Bostan Sokak’ta yaşadık. Sonra 1970’te evlenene kadar Şâir Nigâr Sokak’ta oturdum. Şâir Nigâr Sokak’ta okula gidip gelirken her gün Cemal Reşit Rey’in evinin önünden geçerdim. İçerden mutlaka piyano sesi gelirdi. Cemal Reşit Rey’in hatırladığım evi, Nişantaşı dört yol ağzından Rumeli Caddesine doğru ilerlediğimizde sağdan ilk sokağa ve oradan sola sapıldığında hemen ikinci/üçüncü evdi. Bizim apartmanımız 8-10 bina sonraydı. O sokakta bir ara Erez Kliniği de yer almıştı.” Ful Duran, Kasım 2024
Ful Hanım ile Nişantaşı yazılı sohbetlerimiz devam ediyor. Bitince bir bütün olarak yayınlayacağız. Bu kıymetli detaylar gelecek kuşaklara faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Bundan dolayı da kaleme alıyorum.
Nişantaşı’ndaki konak maalesef diğer nice pek güzel diğer konaklar gibi yok olmuş. Çoğunun fotoğrafını bulmakta zorlanıyorum. Bir kısmı arşivimde. Konak yıkıldıktan sonra yine bir süre Nişantaşı’da apartmanda yaşamışlar. Sonra Beşiktaş Serencebey’e geçmiş. CRR Konser Salonu’nda şahsi eşyalarını gördüğümü hatırlıyorum, ama inşallah bir şekilde muhafaza edilmiştir eşyaları, fotoğraf ve belgeleri.
Safder Tarim’in kızı Tuba Hanım Şâir Nigâr Sokak, Verda apartmanında Cemal Reşit Rey Bey ve Nişantaşı ile ilgili anımsadıklarını aktarmış Hıfzı (Topuz) Bey’in kaleme alıp yayınlanan “Bir Zamanlar Nişantaşı’nda” kitabında. “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten Teşekkür Mektubu Alan Nurettin Bekiroğlu Eniştemiz ve Galatasaray Lisesi’ndeki Resim ve Marangozhâne Atelyesi ile Ülkemiz Sanat, Spor, Bilim, Kültür ve Tarihine Çok Yönlü Bakış Cumhuriyetimizin 100. Yılı Özel” pdf kitabımda Safder Tarim ile ilgili detaylar var, atölyedeki fotoğrafı ile birlikte.
Hıfzı Bey, Şâir Nigâr Sokak’ı, Verda apartmanında oturanları ayrı bir bölümde kısaca anlatmış. Şâir Nigâr Sokak’ın eski adı Ahmet Bey Sokak imiş.
“1930’lu yıllarında Nişantaşı’nda dört önemli okul vardı. Işık Lisesi, Şişli Terakki Lisesi, High School ve Nişantaşı Kız Ortaokulu…” Evet doğru. Babama göre de öyle imiş. Hıfzı Topuz’un kendisinden iki yaş büyük ağabeyi Zahir Bey, eski adı Fevziye Mektepleri olan Işık Lisesi’nde okumuş. Zahir Bey’in öğretmenleri arasında Hilmi Ziya Ülken, Muvaffak Benderli, Lütfi Arif Kamber, Zoletti, Hampusan Beyler, okul müdürü Eşref Binzet imiş. İ.Ü. Rektörü Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar Hoca da uzun süre okulun yönetim kurulu başkanlığını yapmış.
“İstanbul Serisi – Nişantaşı 3” bölümünde aktardığım Yıldız (Demiriz) teyzenin Nişantaşı Kız Ortaokulu’nda öğretmeni Hatice Ülken olmuş: “Yedinci sınıftaki tabiat bilgisi öğretmenim Hatice Hanım ise derste başarısız olduğumda boyuma bakarak “Zaten bu sınıfın öğrencisi olmadığımı, aslında lise öğrencisi olmam gerektiğini” söylemişti bir gün. Oysa sınıftaki arkadaşlarla saptadığımıza göre, ay farkı ile en küçükleri idim. Komşusu olan bir arkadaş kendisine bu durumu iletince bir daha yaşımı konu etmedi öğretmenimiz. Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken’in eşi olan Hatice Hanımla annem sonradan pek ahbap olmuşlardı. Kızı Gülseren’le yazlık evimize de gelmişlerdi. Ailenin tek çocuğu olan Gülseren’in, bizim dört kardeş, her birimizin birer ikişer misafiri, amca, hala, teyze çocukları ile on taneden aşağı düşmeyen genç grubumuzla yemek yerken “Ne güzel, yatılı okul gibi!” dediğini hiç unutamam.”
Anlaşılan Hatice Ülken Hanım Nişantaşı Kız Ortaokulu’nda, eşi Ord. Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken Işık Lisesi’nde hocalık yapmışlar.
Hıfzı Topuz’un Nişantaşı anıları, ailesi ve daha çok Galatasaray Lisesi arkadaşlarına odaklı olduğu gözlemleniyor. Orhan Pamuk’un kitaplarındaki Nişantaşı anıları da kendi ailesi, yaşadıkları ve RC, İTÜ ağırlıklı daha çok. Prof. Dr. Enis Kortan’ın “Kaybolan İstanbul’um – Bir Mimarın Anıları 1947-1957” kitabındaki anıları daha çok mimari bakış açısı ile semtimiz değerlendiriliyor. Dr. Ercüment Atabay amcanın, Prof. Dr. Yıldız Demiriz teyzenin anıları da kendi yaşantılarından yansıma. Doğal olarak her semt sakini kendi yaşanmışlıklarını aktarıyor. Birleşen noktalar hemen gözüme çarpıyor, not alıyorum.
Bir yandan Nişantaşı yazılarım devam ederken, “Katman Katman Suadiye Çatalçeşme” yazım da yol alıyor, bir PDF kitap. “Adliye Nâzırı Ahmet Cevdet Paşa. Adviye Râbia Hanım. Ali Sedat Bey. Fatma Âliye Hanım. Emine Semiye Hanım’dan… Salâh Birsel’in Botanik Dünyasına. Jale Birsel. Feriha Sanerk. Sevgi Kafalı ve Prof. Dr. Mustafa Kafalı. Mehmet Seyda. Vasfi Rıza Zobu. Tahsin Coşkan. Prof. Dr. Semavi Eyice. Seryaver Salih Bozok’tan. ÇSE ile Fikret Kızılok’a…”
Suadiye’deki apartmanımızın arazisi Ahmet Cevdet Paşa’nın köşküne ait arazinin bir parçası imiş. Kıymetli komşularımızdan Barbaros Açan Bey’in paylaştığı hatıraları benim için bir hazine oldu ve kitabımız bu doğrultuda şekil aldı. Kendisine teşekkür ederim. Barbaros Bey’in kayınvalidesinin annesi Şeküre Hanım, Ahmet Cevdet Paşa’nın eşi Adviye Râbia Hanım’ın teyzezâdesi. İki yıldır süren araştırma yazım bitmek üzere. Bu araştırmalarımda Ahmet Cevdet Paşa’nın küçük kızı Emine Semiye Hanım ve Şâir Nigâr Hanım dostluklarının detayı güzel oldu.
Bir yandan Nişantaşı yazılarım devam ederken, “Katman Katman Suadiye Çatalçeşme” yazım da yol alıyor, bir PDF kitap. “Adliye Nâzırı Ahmet Cevdet Paşa. Adviye Râbia Hanım. Ali Sedat Bey. Fatma Âliye Hanım. Emine Semiye Hanım’dan… Salâh Birsel’in Botanik Dünyasına. Jale Birsel. Feriha Sanerk. Sevgi Kafalı ve Prof. Dr. Mustafa Kafalı. Mehmet Seyda. Vasfi Rıza Zobu. Tahsin Coşkan. Prof. Dr. Semavi Eyice. Seryaver Salih Bozok’tan. ÇSE ile Fikret Kızılok’a…”
Suadiye’deki apartmanımızın arazisi Ahmet Cevdet Paşa’nın köşküne ait arazinin bir parçası imiş. Kıymetli komşularımızdan Barbaros Açan Bey’in paylaştığı hatıraları benim için bir hazine oldu ve kitabımız bu doğrultuda şekil aldı. Kendisine teşekkür ederim. Barbaros Bey’in kayınvalidesinin annesi Şeküre Hanım, Ahmet Cevdet Paşa’nın eşi Adviye Râbia Hanım’ın teyzezâdesi. İki yıldır süren araştırma yazım bitmek üzere. Bu araştırmalarımda Ahmet Cevdet Paşa’nın küçük kızı Emine Semiye Hanım ve Şâir Nigâr Hanım dostluklarının detayı güzel oldu.
Hele Ömer (Koç) Bey’in “Your Excellency’s Obedient Servant – A Selection of Autograph Letters Related to the Ottoman Empire” koleksiyonundan seçme el yazıları arasında Ahmet Cevdet Paşa’nın mektubunu incelemek mutluluğumu katmerledi. Bu kıymetli insanların her biri aydın Osmanlı eliti.
“Şair Nigâr Hanım’ın Hatıra Defteri: “Albüm-i Edîbe”
Şair Nigâr Hanım’ın Hayatı, Edebî Kişiliği ve Eserleri
“Nigâr Hanım’ın babası Osman Paşa’nın (1825-1898) asıl adı Adolf Farkaş’tır. Müslüman olduktan sonra “Osman Nihâlî” adını almış, daha çok “Macar Osman Bey”, “Macar Osman Paşa” olarak anılmıştır. Macar ihtilalinden sonra Türkiye’ye sığınmış ve Osmanlı ordusunda farklı görevlerde bulunmuştur. Ruslara karşı Tuna seferine katılmış, sonra Kırım yarımadasına binbaşı olarak gitmiştir. Elli yıla yakın ikinci vatanında hizmet eden ve iki defa gazi olan Osman Paşa’ya 1870’te yarbaylık rütbesi verilmiştir. Aynı yıl Mekteb-i Harbiye’de Fransızca, Almanca dersleri vermeye başlamış ve ömrünün sonuna kadar bu görevde bulunmuştur. Nigâr Hanım, bir koruyucu olarak gördüğü babasına adeta hayrandır. Hatta ona olan bağlılığını “Nigâr binti Osmân” adını kullanarak bir kez daha göstermiştir. İlk Fransızca ve Almanca hocası dahi babası olmuş, hayatı boyunca onu teşvik etmiş, sosyal kimliğinin oluşmasında önemli bir rol oynamıştır. “Osmanlı toplumunda sıra dışı sayılabilecek yaşantısının belirlenmesinde” bu batılı terbiyenin rolü yadsınamaz. Annesi ise Sadrazam Keçecizâde Fuad Paşa’nın mühürdârı Nûri Bey’in kızı Emine Rif’atî Hanım’dır. Dindar ve geleneklerine bağlı bir Osmanlı kadını olduğu söylenen annesi, hafızasında pek çok beyit bulundurmakla birlikte, bu beyitleri yeri geldiğinde dile getirmektedir (Bekiroğlu, 2008, s. 30- 37).
Kadın şairlerin birçoğunun babaları iktidar ile bağlantılı olan kişilerdir. Kızlarını eğitmenin gereğine inanan bu aileler, kızlarına özel hocalardan dersler aldırmakta ve şiir zevkini de bu kültür ortamında onlara duyurmaktadırlar. Pek çok dil bilen ve beste yapabilecek derecede müziğe hâkim olan Osman Paşa da buna güzel bir örnektir. Nigâr Hanım’ın dışında Âdile Sultan (padişah), Fatma Aliye, Zeynep, Mihrî (kadı), Sırrî, Habîbe, Mâide, Nüzhet (paşa) gibi şairler de babaları dolayısıyla iktidar ile ilişkili kişilerdir (Özgül, 2006, s. 160). Nigâr Hanım’ın doğum tarihi konusunda ihtilaflar bulunmaktadır. Bazı kaynaklar onun 1856’da (Özcan, 2000, s. 1622) doğduğunu belirtirken, kimileri de 1862 tarihini vermektedirler (Altıkulaç Demirdağ, 2015, s. 12). Oğullarının yayımladığı Hayatımın Hikâyesi (1959) adlı kitapta ise doğum tarihi 1862 olarak gösterilmiştir.
Henüz on üç yaşındayken Çengelköyü vapur iskelesinde dönemin ileri gelen tanınmış ailelerinden birine mensup Mehmed İhsan Bey’in dikkatini çekmiştir. Babası karşı çıkmasına rağmen, ailenin ısrarlı tavrı bu evliliği beraberinde getirmiş ve 3 Mart 1875 tarihinde Nigâr Hanım İhsan Bey ile evlenmiştir. Evliliğinden Salih Münir, Salih Feridun ve Salih Keramet adlı üç erkek çocuğu olmuştur. Evliliği, eşi İhsan Bey’in çoğu zaman eve gelmemesi, hatta onu aldatması gibi nedenlerle birkaç defa bitme noktasına gelmiştir. (Bekiroğlu, 2008, s. 49). İhsan Bey’den boşanan Nigâr Hanım, yıllar sonra tekrar onunla evlense de mutsuz olmuştur. Baba evine dönmesi ve çocuklarına olan hasreti onu derinden yaralamış, ailesini de etkilemiştir. 1887 yılında annesini, ardından da babasını kaybeden Nigâr Hanım, bu acı olaylardan sonra kendini oğullarına ve edebiyata adamıştır. 19 Cümadelâhire 1336 (1918)’da tifüse yakalanmış, Şişli Etfal Hastanesi’nde hayata gözlerini yummuştur. Rumelihisarı’nda Kayalar mezarlığına defn edilmiştir (Özcan, 2000, s. 1623).
Nigâr Hanım’ın ilk eseri Efsûs (1887)’tur. Bu kitabında eski tarz şiirlerini bir araya getirmiştir. Eserin ikinci cildini ise 1891 yılında yayımlamıştır. Efsûs’un ilk cildinde ikinciye göre nazmın kusurlu olduğu görülmektedir. Bunun nedeni, kitabın 14 yaşından beri yazdığı şiirleri içermesidir. Yine de kıymetsiz bir eser olmamakla birlikte, duyguların samimi bir şekilde dile getirildiği söylenebilir (Köprülü, 2007, s. 213-214). Nîran’ın (1896) içerisinde ise Fransızcadan tercüme edilen hikâyeler ve şiirler yer almaktadır. En beğenilen kitabı Aks-i Sadâ’da (1900) Servet-i Fünûn şairlerinin etkisi görülmekte ve olgunluk dönemi eseri olarak kabul edilmektedir (Banarlı, 1971, s. 992). Vatan şiirlerini de küçük bir kitap olan Elhân-ı Vatan’da toplamıştır (Bekiroğlu, 2008, s. 290). Safahât-i Kalb’te ise Arman isimli bir erkeğin dilinden Klemans adlı bir kadına yazılmış 18 mektup yer almaktadır. Sanatlı bir üslupla kaleme alınan mektuplarda aşk acısı, ayrılık gibi konular ele alınmış, kadın kimliği gizlenmeye çalışılmıştır (Derdiyok, 2017, s. 349-350). Bu eserlerin dışında yayımlanmamış Girîve ve üç perdelik bir trajedi olan Te’sîr-i Aşk adlı tiyatro eserleri bulunmaktadır. Te’sîr-i Aşk’ta Namık Kemal’in Zavallı Çocuk isimli oyununun etkileri görülmekte ve bir kızın ailesi tarafından zorla evlendirilmesi anlatılmaktadır (Önertoy, 1976, s. 234). Çeşitli dergilerde şiir ve nesirleri bulunan Nigâr Hanım’ın sekiz dil bilmesi ve Batı edebiyatını yakından tanıması önemli çeviriler yapmasına olanak sağlamıştır (Bekiroğlu, 2008, s. 304).
Tanzimat ve Servet-i Fünûn edebiyatı arasında “ara nesil” sanatçısı olarak kabul edilen Nigâr Hanım’ın eserlerinde “mutsuzluk, anlaşılamama, kendini anlatamama, sevme ve sevilme ihtiyacı, marazî bir duygusallıkla iç içe örülen tutkulu bir aşk, tabiata sığınma daima ön plandadır. Metafizik endişeye dönüşemeyen bir ölüm ürperişi, annelik, çocuğun ve kadının eğitimi, yurt sevgisi de şiirlerinin ve nesirlerinin temel konularını oluşturur” (Bekiroğlu, 2007, s. 84). Özellikle şiirlerinde hissedilen derin acıların anne ve babasının ölümü, eşi İhsan Bey ile yaşadıkları, çocuklarına duyduğu hasretten kaynaklandığı söylenebilir. Bütün bu ayrılıklar ve ölümlerin acısı şiirlerinde ve diğer eserlerinde derinden hissedilmektedir. Zaten Nigâr Hanım, şiir serüvenine, on dört yaşında iken kendisinden dört yaş küçük kardeşini kaybetmesi neticesinde kaleme aldığı mersiye ile adım atmıştır.
Bu hadisenin bıraktığı izleri “Ölümün korkunç acısını ilkin bu yaşta hissettim” (Oğulları, 1959, s. 17) diyerek anlatmaktadır. Bu elim olay, aslında daha sonra şiirlerinde yoğun olarak görülecek ölüm acısının temelini oluşturmaktadır.
Babasından Batı, annesinden Doğu kültürünü alan Nigâr Hanım’ın şiirlerinin yanında sevdiği şairlerde ve okuduğu eserlerde de Doğu ve Batı sentezi rahatlıkla görülebilir. Mesela Victor Hugo, Alphonse de Lamartine ve Alfred de Musset gibi romantiklerin (Bekiroğlu, 2007, s. 84) yanı sıra Fuzûlî, Nedîm, Şeyh Gâlib, Kemâl ve Hâmid gibi eski Türk klasiklerini okumuştur. Bunlar arasında en beğendikleri Fuzûlî ve Musset’tir (Banarlı, 1971, s. 991). Nigâr Hanım, kadınca söylemleri ve samimiyeti nedeniyle ilk kadın şair olarak görülmüştür. Bu dönemde kadın artık şiirde görünür hâle gelmeye başlamıştır. Eril söylemin yerini dişil söylem almıştır. Yahyâ Kemal onun kendine özgü ve kadın kimliğini ortaya koyan söyleyişlerini şöyle değerlendirmiştir: “Bâzı kadınlar erkek gibi yazıyorlar. Nigâr Hanım dehâ-i nisvî ile mütehallî yegâne şâiremizdir. Cinsinin enfüsiyetini kimse onun kadar samîmiyetle ifâde edemedi” (Yahya Kemal, 1984, s. 207). Bazı araştırmacılar ise onun edebiyat tarihimizin kadınca söyleme sahip ilk kadın şairi olarak görülmesinin en önemli nedeninin işlediği konular ve ifade ediş tarzı olduğunu belirtirler. Fakat bu tutumun toplumun beklentisinin dışında “özgürlükçü” bir üslup olmadığı kanısındadırlar (Altıkulaç Demirdağ, 2015, s. 18). Mihrî, Zeynep, Fıtnat, Şeref gibi şairler ise “… yüreklerini çarptıran derin elemleri terennüm edecek yerde, meyhaneden dönen harabat erenleri gibi, eski bir rind, bir kalender edasıyla, mey ü mahbuptan, çâr-ebru civanlardan, muğbeçeden …” (Köprülü, 2007, s. 211) söz etmişlerdir. Ancak bu şairlerde tamamen kadın kimliğinin olmadığını söylemek mümkün değildir. Mesela Mihrî’nin özellikle gece redifli gazellerinde ve mürâca‘alarında âşıkla sevgilinin konuşmalarındaki değişiklik fark edilebilmektedir. Sevgilinin emir veren ve âşığı yönlendiren davranışları (Batislam, 2011, s. 65) şiirde kadın kimliği konusunda düşündürücüdür.
Nigâr Hanım’ın sosyal çevresi oldukça geniştir. Özellikle Şişli’deki konağında Salı günü düzenlediği toplantılarda Recâizâde Mahmud Ekrem, Şeker Ahmed Paşa, Süleyman Nazif, Faik Âli Ozansoy, Abdülhak Hâmid Tarhan, Mustafa Reşid, Ali Ekrem Bolayır, Celâl Sahir Erozan, Ercümend Ekrem Talu, Ahmed Râsim, Macar Türkoloğu Ignacz Kunos, Arminius Vambery, ressam Zonaro, piyanist Furlani, Hegey, Tatyos Efendi, dönemin Maarif Nazırı Münif Mehmed Tâhir Paşa, Paris sefiri Sâlih Münir Paşa ve çeşitli elçilik erkânı bulunmaktadır (Bekiroğlu, 2007, s. 84). Bu çevrenin Nigâr Hanım ile ilgili duygu ve düşüncelerini bazı hatıralarında görebilmek mümkündür. Nigâr Hanım’ın ölümünden sonra yazılanların bir kısmı Hayatımın Hikâyesi adlı kitapta yer almaktadır. Recâizâde Ekrem, D’Hollys, Carmen Sylva, II. Abdülmecid ve Sultan Mehmed Vahdettin’e ait bu yazılar Nigâr Hanım’ın yazı albümünden seçilmiş ve tarihlere göre sıralanmıştır. Çalışma konumuz olan ve kütüphane kayıtlarında “Albüm-i Edîbe” adıyla geçen eserde ise farklı bazı yazılar olduğu görülmüş ve incelenmeye değer bulunmuştur.
Albüm-i Edîbe Nüsha Tavsîfi
“Özel notların yer aldığı ve bu yönüyle bir hatıra defterine benzeyen “Albüm-i Edîbe”, Millî Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu 06 Mil Yz A 1698 arşiv numarasıyla kayıtlıdır. Bundan başka herhangi bir nüshaya ise rastlanmamıştır. “Albüm” sözcüğü, “Fotoğraf, pul vb.ni dizip saklamaya yarayan bir defter türü; Herhangi bir konu ile ilgili kısa açıklamalar verilerek resimler basılmış olan kitap; Uzunçalar” (Türkçe Sözlük, 2011, s. 85); “Pul koleksiyonlarını, fotoğraflarını, çizimlerini, kayıtlarını hatırlamaya yönelik koleksiyon; Resimli kitap” (Larousse De La Langue Françaıse Lexis, 1977, s. 51); “Cüzdân; Eş’âr vesâ’ire mecmu’âsı; resm mecmû’ası albüm” (Şemseddin Sâmî, 1315, s. 45) anlamlarına gelmektedir. “Edîbe” kelimesi de “Edepli, terbiyeli, zarif, nâzik [kimse]; Edebiyatla uğraşan [kimse]” (Devellioğlu, 2003, s. 203) olarak tanımlanabilir.”,
“195×130 mm. ölçülerinde sarı kalın cedîd kağıda yazılmış hatıralar zencirekli, gömme desenli, üst başta metal alemli, kahverengi perçinlenmiş özel deri bir cilt içerisindedir. Günümüzdeki hatıra defterlerini andıran gösterişli metal kilidi dikkati çekmektedir. Hemen kapağın arkasındaki sayfada 12 Haziran 1974 tarihinin ve 75.00TL notunun bulunması, albümün birilerinin eline geçtiğini, hatta satıldığını akla getirmektedir. Her hatıranın altında yazının kime ait olduğunu gösteren imza veya işaretler bulunmaktadır.”,
Süleymân Nazîf (1869-1927)
“Albüm-i Edîbe adlı defterin ilk hatırası Süleyman Nazif’e ait görünmektedir. Hatıra, 20 Ağustos 1911 tarihini taşıdığından bu yıllarda Süleyman Nazif’in Kastamonu valiliği görevinde olduğu söylenebilir.
Anlaşıldığı kadarıyla hatıranın yazılma sebebi Nigâr Hanım’ın davetidir. Nigâr Hanım’ın bu daveti nasıl yaptığı bilinmemekle birlikte “Emîr ne demek!” sözlerinden daveti memnuniyetle karşıladığı sezilmektedir. Nigâr Hanım’la ilk karşılaştığında ondaki ilim ve fazilete inandığını ve onun bu özelliğinin kadın vatandaşların bütününe yeteceğini, halkın mahrumiyetlerini dile getirebileceğini belirtmiştir. Burada Nigâr Hanım’ın ilim ve faziletiyle bir anlamda kadınların sesi olduğunu vurguladığı anlaşılabilir. Öyle ki “Ey bu zamân ve mekânın en büyük kadını” sözleri bunu desteklemektedir. Nigâr Hanım’a duyduğu saygı ve hürmetleri içten bir dille ifade eden Süleyman Nazif, hatıranın sonundaki “bende-i mü’ebbediniz” notuyla sonsuz bağlılığını da dile getirmiştir. Nigâr Hanım, Süleyman Nazif’in üslubuna hayrandır. İmzalı resmini evinin duvarına asacak kadar ona sevgi beslemektedir. Onunla geçirdiği zamana verdiği değeri Nigâr Hanım’ın günlüğünden anlayabiliriz. Kaynaklar tanışmalarının 1911 yılında olduğunu yazmaktadırlar. Ardından pek çok kez salon toplantılarında bir araya gelmişler, güzel bir dostluk kurmuşlardır (Bekiroğlu, 2008, s. 195-196).”,
- Abdülmecîd (1868-1944)
“Sanata değer veren ve Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nde de etkin bir rol oynayan II. Abdülmecid’e Nigâr Hanım ömrü boyunca sevgi beslemiştir. Nigâr Hanım’ı hanedan mensuplarına yakınlaştıran sadece babasının paşa olması değil, oğlu Salih Keramet’in şehzade Abdülmecid’in oğlu Ömer Faruk Efendi’ye hocalık etmesidir. Ancak bu yakınlığın devam etmesinde her iki tarafın da sanata düşkünlüğü daha büyük bir rol oynamıştır (Bekiroğlu, 2008, s. 207-208). Hatta Abdülmecid Efendi İsviçre’ye giderken yanında Salih Keramet de bulunmaktadır. Burada Abdülmecid Efendi’ye otel masrafları için ödenen 100 sterlini artırmak için de uğraşmış, bu amaçla Londra’ya gitmiştir. Abdülmecid Efendi’nin naaşının Paris’ten Türkiye’ye getirilmesi için ise çaba göstermiş, bir sonuç alamamıştır (Küçük, 1988, s. 264). II. Abdülmecid’in Nigâr Hanım için yazdığı cümleler, birbirlerine verdikleri değeri ve yakınlıklarını göstermektedir. Nigâr Hanım’ın fazilet ve olgunluğunu takdir eden yazısı ile gelecek nesillere adeta yol gösterici olduğuna dikkat çekmiştir. Hatta Abdülmecid Efendi’ye göre, Nigâr Hanım’ın fazilet ve olgunluğu nesiller tarafından örnek alındığında ciddi ve dayanıklı bir gelecek nesle sahip olunabilecektir. Bu durum, onun saray tarafından beğenildiğini, örnek alınması gereken bir kadın olduğunu göstermektedir.”,
Sultan Mehmed Vahdettin (1861-1926
““Cennet annelerin ayakları altındadır” anlamına gelen hadise gönderme yapan Sultan Mehmed Vahdettin, bu hadisle Hz. Muhammed’in kadınlığın İslam dinindeki yerini ortaya çıkardığını, belirginleştirdiğini ifade etmiştir. Sonra da Nigâr Hanım’ın iyi bir şair olmanın yanında iyi bir anne olduğuna vurgu yapmıştır. Sultan Vahdettin’e göre, milletimizin yükselmesi için böyle annelere ihtiyaç vardır. Hatta Nigâr Hanım gibi annelerle vatan bir cennet bahçesine dönecektir. Nigâr Hanım’ı Sultan Vahdettin’e yaklaştıran sadece veliaht olması değil, aynı zamanda onun Edirne’nin geri alınışı ile ilgili manzumesini bestelemiş olmasıdır. Nigâr Hanım’ı asıl sevindiren ise Sultan Mehmed Vahdettin’in ismi ile birlikte anılmasıdır (Bekiroğlu, 2008, s. 220).”,
Şehzâde Ömer Fârûk (1898-1969)
“Ömer Faruk’un, Nigâr Hanım’a Viyana Trezyanom Mektebi’nden yazmış olduğu anlaşılan bu yazısında, onu hürmetle andığı anlaşılmaktadır. Ömer Faruk da Süleyman Nazif’te olduğu gibi Nigâr Hanım’ın arzusu üzerine hatırayı kaleme aldığını belirtmiştir. Bu durum, Nigâr Hanım’a karşı beslediği hürmet duygusunun sağlamlaşması için güzel bir vesile olmuş, Nigâr Hanım’a şükran duygularını ileterek yazısına son vermiştir.”,
Hadîce Sultan (1870-1938)
“Nigâr Hanım’ın yazılarına bakıldığında Hatice Sultan’ın adına pek çok kez rastlanmaktadır. Onun melek gibi bir sultan olduğunu, birlikte güzel günler geçirdiğini her zaman dile getirmiştir. Mesela 1915 yılına ait bir yazısında, Hatice Sultan’ın onu sürekli görüşmeye davet ettiğini, tamamen yanında kalma isteğinde dahi bulunduğunu şöyle anlatmıştır: “Nisan, 1915-Hadice Sultan benimle görüşmekten hoşlandığını samimiyetle isbat ve her teşrifinde ayrıca davet buyurduğu gibi büsbütün yanında kalmamı bile teklif etti. Âfiyetim buna müsâit olmadığı için teşekkürle özür dilerim. Ara sıra gidip iki üç gece kalmakla iktifa ediyorum” (Oğulları, 1959, s. 71). Osmanlı’nın bunalımda olduğu yıllarda Nigâr Hanım da sıkıntılı günler geçirmiştir. Hastalıklarla savaştığı bu son günlerinde, mutluluğu hanedan ailesinden özellikle Hatice Sultan ve Burhâneddin Efendi’ye borçlu olduğunu söylemiştir (Oğulları, 1959, s. 73). Hatice Sultan 5 Ağustos 1911 yılında Nigâr Hanım’a yazdığı notlarında onun güzel ahlaklı olma özelliğine işaret etmiştir. Tanıyanların, Nigâr Hanım’ın yaradılışının güzelliğine hayran olmaması mümkün değildir. Eğer bu durumu takdir etmeyen kişiler varsa bunun nedeni sadece hasetliktir.”,
Nâciye Sultan (1896-1957)
“Naciye Sultan’ın Nigâr Hanım’ın ilk şiirlerinde kullandığı “Uryân kalp” (Bekiroğlu, 2007, s. 84) takma adına göndermede bulunduğu görülmektedir. Kıymetini takdir ettikten sonra Osmanlı kadınlarının onun gayretiyle yükseldiğini vurgulamıştır. Cümlelerine samimi olarak ona elini uzatması ile son veren Naciye Sultan, Nigâr Hanım’ın kavrama kuvvetini hissedebilmeyi arzu etmektedir. Nigâr Hanım’ın yakın arkadaşlarından olan Naciye Sultan’a ziyaretleri ile ilgili bilgilere Nigâr Hanım’ın günlüklerinden ulaşılabilir. Naciye Sultan, Birinci Dünya Savaşı sırasında Nigâr Hanım’a aylık bağlanması ile ilgili de uğraşmıştır. Nigâr Hanım’la o derece yakın dostturlar ki Naciye Sultan’a yapacağı ziyaretlerde vasıta sıkıntısı yaşaması üzerine Naciye Sultan tarafından evinden dahi aldırılmıştır (Bekiroğlu, 2008, s. 219-220).”,
Ayşe Sultan (1887-1960)
“Ayşe Sultan yazdıklarında Nigâr Hanım’ın annelik yönünü övmüştür. Vatanın büyük annelerinin ilim ve kemal sahibi olduklarını söyleyerek, bir kadının en büyük süsünün namusu, en büyük mutluluğunun da annelik şefkati olduğunu belirtmiştir. Ayşe Sultan’ın 1913 yılında Aliye Sultan’ı doğurduğu (Uluçay, 2011, s. 257) ve annelik duygusunu tattığı bilinmektedir. Bu yazısının aynı yıllara denk geldiği yazdıklarından anlaşılmaktadır.”,
Carmen Sylva (1843-1916)
“Asıl adı Elizabeth olan Romanya Kraliçesi, çoğunlukla Carmen Sylva adıyla tanınmaktadır. Nigâr Hanım, onunla 1909 yılında İtalya ve Fransa üzerinden Romanya’ya geçerek tamamladığı seyahati sırasında tanışmıştır. Bu seyahat esnasında Nigâr Hanım’ın yazı albümüne aşağıdaki notları Fransızca olarak yazmıştır. Carmen Sylva, Nigâr Hanım’ı “yazar ve statüsü değişmekte olan bir Türk kadını” olarak ilgiyle karşılamış ve takip etmiştir (Bekiroğlu, 2008, s. 206).”, “Le monde est si petit que les âmes humaines le comprennent, et si grand que l’esprit humain ne le saisit pas.” (Dünya, insan ruhunun anlayabileceği kadar küçük, insan aklının (zekâsının) kavrayamayacağı kadar büyüktür.) Carmen Sylva, 30 Mars 1909
Sonuç
Kütüphane kayıtlarında “Albüm-i Edîbe” olarak görünen defteri, bu ismi taşımadığı halde albüme anı yazanlar böyle adlandırmıştır. Hayatımın Hikâyesi adlı kitapta bulunan Carmen Sylva, II. Abdülmecid ve Sultan Mehmed Vahdettin’e ait notların, “Albüm-i Edîbe” isimli defterde de yer aldığı fark edilmiştir. Birbirine benzerliği ile dikkati çeken bu notlar, albümün görüldüğünü ancak şu ana kadar birkaçının sunulduğunu ve henüz incelenmediğini göstermiştir. Çünkü bu üç yazının dışında “Albüm-i Edîbe”de 17 hatıra yazısı daha vardır. Carmen Sylva, II. Abdülmecid ve Sultan Mehmed Vahdettin’e ait özel notlar, Hayatımın Hikâyesi isimli kitapta “Ölümünden Sonra Hakkında Yazılanlardan Seçilmiş Parçalar” başlığı altında toplanmıştır. Oysa tarihlere bakıldığında II. Abdülmecid (1912), Sultan Mehmed Vahdettin (1911), Carmen Sylva (1909)’nın yazıları, Nigâr Hanım’ın ölümünden önce yazılmıştır. Nazan Bekiroğlu’nun Şair Nigâr Hanım isimli eserinde ise “Albüm-i Edîbe”den seçildiğini düşündüğümüz Carmen Sylva’ya ait not, çeviri yazıyla verilmiştir. Bu hususlar çerçevesinde “Albüm-i Edîbe” olarak adlandırılan defterin şu ana kadar incelenmemiş olduğunu söyleyebiliriz.
Hatıraların art arda gelmediği ve arada pek çok sayfanın boş bırakıldığı dikkati çekmektedir. Günümüzdeki hatıra defterlerini andıran bu özellik, sayfaların yazarlar tarafından rastgele seçilmiş olduğunu düşündürmektedir. Bazı yazılar, albümdeki hatıraların Nigâr Hanım’ın isteği üzerine kaleme alındığını göstermektedir. Şehzade Faruk’un sözleri de bunu desteklemektedir.
Süleyman Nazif’in yazısının, albümde ilk sayfada yer alması ve diğer bütün hatıralardan daha uzun olması Süleyman Nazif için Nigâr Hanım’ın değerini göstermesi bakımından önemlidir.
Yazı albümünde 20 hatıra yazısı yer almaktadır. Ancak bu hatıra yazılarının 10’u hanedana mensup kişilere (II. Abdülmecîd [4b], Mehmed Vahdettin [5a], Ömer Fârûk [6a], Hadîce binti Murâd-ı Hâmis [8b], Enver [30a], Nâciye [31a], Fâtıma ‘Ulviyye [41a], Şâdiye [48b], ‘Â’işe [56b], Fehîme binti Sultân Murâd-ı Hâmis [62b]) aittir. Bu durum Nigâr Hanım’ın saraya yakınlığını bir defa daha göstermiştir.
Hatıralar 1910-1916 yılları içinde yazılmış, en fazla hatıra 1911 (6) ve 1912 (5) yıllarında kaleme alınmıştır. Bu küçük notlarda Nigâr Hanım’ın kadınların sesi olması (Süleyman Nazif), sanata duyarlılığı, dost çevresi, acıları (Harun Atay[?]), yol göstericiliği (Abdülmecid Efendi), anneliği (Sultan Mehmed Vahdettin, Ayşe Sultan), hürmet ve şükran duyulan yönleri (Ömer Faruk Efendi), edebî kudreti ve zihnî olgunluğu ile bütün kadınların övünç kaynağı olması (Rif’at), kaleminin Batı ile boy ölçüşebilmesi (8a), güzel ahlakı (Hatice Sultan), “biricik edîbemiz” sözünden hareketle eşsiz bir kadın şair oluşu (Enver Paşa); kavrama kuvveti (Naciye Sultan), büyüklüğü (Fatma Ulviyye), saygı değer oluşu (41b), gücü (j…ette), değeri (Şadiye Sultan), alçak gönüllülüğü (Zehra), şiir dili (Bedâyunlu Z. Hasan), yaşama tutunması gerektiği (Fehime Sultan), dünyayı algılama kuvveti vb. dile getirilmiştir.”, “Şair Nigâr Hanım’ın Hatıra Defteri: “Albüm-i Edîbe”, Bilge Karga Göllü, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 29, Sayı 2, 2020, Sayfa 1-27
Emine Semiye Hanım ( 1864-1944) ve Dostu Şâir Nigâr Hanım (1862-1918)
“Osmanlı Kadın Hareketinde Bir Öncü Emine Semiye – Hayatı Eserleri Fikirleri”
“Emine Semiye ile Nigâr Hanım arasında yirmi altı yıl sürmüş uzun ve derin bir dostluk bulunmaktadır (Bekiroğlu 1998:240). Ada’nın zümrüt çamları altında akşamlara kadar süren edebiyat sohbetleriyle başlayan bu dostluk, Nigâr Hanım’ın ölümüne kadar devam etmiştir. En son, onun ölümünden 25 gün önce görüşmüşlerdir. Emine Semiye, Nigâr Hanım’ın ölümü üzerine kaleme aldığı bir yazısında aralarındaki ilişkiyi, hatıralara dayanarak anlatır. Bu yazıda yer alan “Seni benim kadar kimse tanıyamadı” ifadesi, ikisi arasındaki yakınlığın bir göstergesidir (Bekiroğlu 1998:240).
Kadınlık tarihimizin bu iki isminin, bazı başka hanım yazarlarla arasında benzer pek çok yön bulunmaktadır. Her ikisi de yüksek statüdeki ailelerin kızlarıdır. İlerici bir zihniyete sahip babalarının yardımlarıyla özel hocalardan ders almışlar, okuyarak kendi kendilerini geliştirmişlerdir. Aynı dergilerde yazmışlar, aynı kişilerden teşvik ya da yergi almışlardır. İkisi de Avrupa’yı gezmiş, Batı’yı kültür ve coğrafya olarak tanımışlardır. Ömürleri boyunca hastalıklardan şikâyet ederler. Evlilik hayatlarında kendilerini anlayacak bir eşleri yoktur, mutsuzdurlar ve boşanırlar (Bekiroğlu 1998: 238-239). Bunun gibi ortak özellikleri dostluklarını daha da pekiştirir.
Nigâr Hanım 1918’de öldüğüne göre, bu dostluğun başlangıcı yirmi altı yıl önceye, yani 1892’ye kadar gitmektedir. Bu tarihte Semiye yirmi sekiz, Nigâr otuz yaşındadır. Emine Semiye’nin “Bir Mütehassisenin Tefekkürâtı” adlı ilk yazısı 1895’te yayımlanır. Demek ki bu dostluk, onun edebiyat hayatından önce başlamıştır. Emine Semiye, başyazarı olduğu Selanik’teki Mütâlaa gazetesinde Nigar Hanım’ın yedi şiirini yayımlamıştır (Bekiroğlu: 1998: 241). Bu, tamamen Emine Semiye’nin ricasıyla gerçekleşen bir olaydır.
Emine Semiye ile Nigâr Hanım arasındaki dostluğun derecesini gösteren önemli olaylardan biri de, Semiye’nin, basılan ilk romanı Sefâlet’i (İstanbul 1324/1908) Nigâr Hanım’a ithaf etmesidir. Bunu, romanın başında yer alan Emine Semiye’nin Nigâr Hanım’a yazdığı mektuptan öğrenmekteyiz (Emine Semiye 1908: 3-6).
Emine Semiye ile Nigâr Hanım’ın mektuplaşmaları Selanik ve Serez’de de devam etmiştir. Nigâr Hanım gezmekten çok hoşlanır; nitekim doktoru da seyahate çıkmasını tavsiye etmektedir. Bunu bilen Emine Semiye, onu seyahate teşvik için yazmış gibidir. Nigâr Hanım, sonunda Emine Semiye’nin davetine uyarak, 15 Nisan 1905’te demiryoluyla Serez’e gider. Onu garda Emine Semiye ile Müşir ve Ferik Paşaların hanımları karşılar.”,
“Nigâr Hanım, Emine Semiye’yi 1908 mayısında Serez’de ikinci kez ziyaret etmiştir. O, hatıralarının 1908 nisanındaki kısmında şunları yazar: “Semiye Hanımefendi, Berlin’de yaptırdığı ameliyatla büsbütün iyileştiğini yazdığı için, ben de tâlihimi denemek istedim.”, “Osmanlı Kadın Hareketinde Bir Öncü Emine Semiye – Hayatı Eserleri Fikirleri” kitabından, Prof. Dr. Şefika Kurnaz
“Bakî Muhabbet Ömer M. Koç Koleksiyonu”
Osmanlıca yazılmış 99 mektup ve tercümesi
“Eski harfleri öğrenmeme vesile olan sevgili halam Sevgi Gönül’ün aziz hatırasına” Ömer M. Koç
“Bakî Muhabbet” kataloğunu bana imzalı mektubuyla Ömer Bey hediye olarak göndermişti. Bu değerli eserdeki mektuplarda Nişantaşı aklımda kalmıştı. Mektupları incelmiş, not almıştım. Notlarımdan biri “Süleyman Nazif’e gıpta ettim” idi. Ne güzel ki sayfa 126’da “41 Süleyman Nazif’in Bir Mektubu” başlığı ile mektup içeriği verilmiş. “Nişantaşı, 8 Teşrinisani (Kasım sene 1923” tarihli. “Edib-i tilmiznüvâz,” ile başlıyor mektup. Açıklaması “Talebesini seven yazar” imiş.
“Nigâr Hanım, Süleyman Nazif’in üslubuna hayrandır. İmzalı resmini evinin duvarına asacak kadar ona sevgi beslemektedir.” ifadelerini “Şair Nigâr Hanım’ın Hatıra Defteri: “Albüm-i Edîbe”
bölümünde okumuştuk. Nigâr Hanım’ın hayranlığını doğrulayan Süleyman Nazif Bey’in başka bir mektubu da 138. sayfada yer alıyor. “Resimli Gazete” antetli. Nişantaşı, 13 Nisan 1925. “Üstâd-ı keremkârım iki gözüm” hitabıyla başlıyor mektup.
Ali İhsan Sâbis Paşa’yı kaleme almıştım, Seha Okuş Hanım’ın anılarında yer almıştı ve Teşvikiye’de oturduklarını biliyordum, mektubu 218. sayfada. Nişantaşı Kız Ortaokulu bölümünde aktaracağım.
Yusuf Ziya Ortaç’ın adresi de Vali Konağı Caddesi, Sağlık Apartmanı, Nişantaşı. Sayfa 280’de, “T.B.M.M. Özel” antetli mektubunu Vasfi Rıza’nın ağabeyi Raşit Rıza Samako’ya yazmış.
194. Sayfada “60 Selim Sırrı Bey’den Vasfi Rıza’ya” başlığıyla bir mektup var. “T.B.M.M. Azasına mahsus” antetli mektup. Nişantaşı, 15/6/935. “Oğlum Vasfi Rıza Bey” diye başlayan mektubun satır arasında “Nişantaşı’nda Valikonağı Caddesi’nde Bedrettin Bey apartmanındaki evimde sizleri bekleyeceğim” yazılmış.
Prof. Dr. Yıldız Demiriz teyzenin “Anılarımdaki Sanat Tarihi” kitabının başındaki “Hocalarımız” bölümünde Selim Sırrı Bey’in kızı Azade Hanım ile anısı şöyle: “Fakülteye ilk yazıldığımda Prof. Dr. Mazhar İpşiroğlu görevde idi, ders yılı başladığında 147ler olayı nedeniyle üniversiteden ayrılmıştı. Döndüğünde ise ben mezun olmuştum. Dolayısıyla Mazhar Bey’in öğrencisi olmadım. İlişkimiz daha sonra o enstitü başkanı iken benim mutemet olmamla başladı. Daha ilk görüşmelerimizden birinde “Kuzum Yıldız Hanım, hiç kâkül denediniz mi?” diye sormuştu. Çevresindeki insanların görünüş ve yaşamları ile de ilgilenirdi. Doktorum beden hareketleri tavsiye ettiği zaman da, eşinin de faydalandığını söyleyerek beni Selim Sırrı Tarcan’ın kızı Azade Hanımın, evinde verdiği jimnastik derslerine yollamıştı.”
Prof. Dr. Mazhar İpşiroğlu, “Dr. Güzin Poffet-Tamaç’ın Ardından Sandoz Türkiye Anılarımla Bir Devir Cumhuriyetimizin 100. Yılı Özel” pdf kitabımda şöyle geçiyor: “ “Hitit Güneşi” belgeselini de Ankara’da Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal’ın öğrencisi olduğum arkeoloji eğitimim sırasında izlemiştim. Mazhar Şevket İpşiroğlu ve Sabahattin Eyüboğlu tarafından hazırlanmış. O günlerden yadigâr, çok sevdiğim bir Hitit Güneş Kursu’m Sandoz’daki ofisimde arkamdaki cam kenarında dururdu. İlgisini çekmişti Mualla Hanım’ın. Sohbeti çok tatlıydı. Saray Süpürgesi’ne benzer bir gümüş takısı vardı, benzeri annemden bana yadigârdır, küpeleriyle. Mercanlarını hatırlıyorum. Kırmızı ve pembe mercanları severim, annemden yadigârlar arasında. Güzin Hanım’ın da çok şık güzel bir kırmızı mercan çiçek buketi broşu vardı diye hafızamda, inci kolyesi gibi. İnciyi de severim. Ord. Prof. Dr. Anna Masala da doğal takı severdi. Gümüşü altınla kıyaslayarak asil bulurdu ve “ayın ışığını yansıtıyor” derdi.”,
“Türkiye’nin Tarih Hazineleri Sandoz Yayınları No: 10 Mimar Sinan”
Yazan: Ulya Vogt-Göknil
Dokümantasyon ve Çizimler: Sema Miller-Çamurdan
Fotoğraflar ve Layout (Kitabı düzenleyen): Eduad Widmer
Baskı: Güzel Sanatlar Matbaası A.Ş., 1987
“Hayatı ve eserleri hakkında belgelere dayanarak bilgi sahibi olduğumuz nadir ustalardan, Mimar Sinan’ın önümüzdeki yıl 400. ölüm yıldönümüdür. Türk mimari sanatının doruk noktası Mimar Sinan uzun yaşamında cami, medrese, han, köprü gibi sayısız eserler meydana getirmiştir. Hatta onun, İran seferi sırasında Van gölünü geçmek için gemiler bile yaptığı bilinir. Osmanlı İmparatorluğunun en parlak döneminin bu yıldız sanatkârının bütün eserlerini bir kitapta ele almak elbette mümkün değildir. Biz bu kültür yayınımızda Sinan’ın sadece camilerini konu aldık. Yalnız bizim değil, dünya kültür ve mimarisinin ortak mirası olan bu eserler ve yaratıcısı önümüzdeki yıl bütün dünyada anılacaktır. Bu çalışmalarda biz de Sandoz Kültür Yayınları olarak yerimizi almak için bir Mimar Sinan ve Mimari Sanatı uzmanı olan Sanat Tarihçisi Dr. Ulya Vogt-Göknil’in bu eserini sanat, kültür ve mimari dünyasına sunmak istedik.
Uzun yıllardır İsviçre’de yaşayan yazarın, bir İsviçreli olan Eduard Widmer’in çektiği özellikle siyah-beyaz fotoğraflarla süslenen bu kitabını 10. yıl kültür yayınımız olarak sunmaktan büyük bir haz duyuyoruz. Çok titiz, sabırlı ve dikkatli çalışmalarıyla bu eseri bize kazandıran Dr. Ulya Vogt-Göknil’e, fotoğrafları büyük bir ustalıkla çeken Eduard Widmer’e eserin yazılmasında yardımcı olan yazarın kız kardeşi Nazan İpşiroğlu’na, özellikle planların çizim ve düzeltilmesinde çaba harcayan Sema Miller-Çamurdan’a sonsuz teşekkürlerimizi sunarız. Büyük sanatkârın eserlerinin tanıtımında ona layık bir kitabın ortaya çıkmasını sağlayan Güzel Sanatlar Matbaası A. Ş. ve çalışanlarına ayrıca teşekkürü bir borç biliriz.” Dr. Edgar Poffet
Yine çok kıymetli bir aile ile tanıştırıyor bizi Sandoz yayınlarımız. Zürih’te doktorasını yapan Dr. Ulya Vogt-Göknil, Freiburg Yüksek Müzik Okulu’nda eğitim gören Nazan İpşiroğlu’nun ablası. Nazan İpşiroğlu, Prof. Dr. Mazhar Şevket İpşiroğlu’nun eşi. Her ikisi de 147’likler diye anılıyor Sabahattin Eyüboğlu gibi. Sabahattin Eyüboğlu Adalet Cimcoz ile Maya Sanat Galerisi’ni kuruyor, ama uzun ömürlü olamıyor. Sabahattin Eyüboğlu ve Mazhar Şevket İpşiroğlu İ.Ü. Film Merkezi’ni kuruyorlar. Prof. Dr. Macit Gökberk ve Aziz Albek ile birlikte pek çok belgesel çekiyorlar sanat tarihi konusunda. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğündeki vazifemden dolayı Aziz Albek ile de çalışmalarımız olmuştu. Çok kıymetli bir yönetmendir, eşi Suzan Hanım da çok kibar ve çalışkan bir hanımefendi idi, çevirileri de kıymetlidir. Prof. Dr. Cem’i Demiroğlu Suzan Hanım ile de çalışırdı. O dönem Oktay Ekşi’nin eşi Prof. Dr. Aysel Ekşi bizim Mediko Sosyal’in müdürüydü, çok güzel ilişkiler içinde çalışmaktaydık. Prof. Dr. Mazhar Şevket İpşiroğlu, Yıldız Moran’ın dayısı. İlk kadın fotoğrafçılarımızdan Yıldız Hanım, Özdemir Asaf’ın ikinci eşi. Tabloya geniş perspektiften bakarsak hem kıymetli insanları hem devrin içinde bulunduğu sosyo-politik yönlerini irdeleyebiliriz. Seniha Bedri Göknil (Arduman) Hanım ve Bedri Nedim Göknil Bey, Ulya Hanım ile Nazan Hanım’ın anne ve babası.
“Türk edebiyatının liyakat sahibi en yetkin çevirmenlerinden olan, Seniha Bedri Göknil; İstanbul’un tanınmış ailelerinden, dindar bir aristokrat olan, Nafıa Nazırı (Bayındırlık Bakanı ) ve Sadâret Müsteşarı (Başbakan yardımcısı) Giritli Ziya Bey ve pek muhterem eşleri, Dilistan Hanımefendinin, kızları olarak 1901 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Yaşadığı dönemlerin en popüler okullarından biri olan, Dame de Sion’u büyük bir başarıyla bitirdi. Ailesinin verdiği çok derin ve köklü maddi mânevi eğitimin dışında, okuldan aldığı yabancı dil eğitimini de, gönlünde yatan edebiyat aşkıyla birleştirince, tadına doyulmaz eşsiz çeviriler meydana geldi. 1920’li yıllardan başlayarak 1960’lı yıllara kadar devam eden çalışmalarında; Friedrich Schiller, Henrik Ibsen, Peter Weiss, Ludwig Fulda, Gustav Freytag, Edmund Morris, Hermann Sudermann, Gerhardt Hauptmann, William Shakespeare ve büyük Alman düşünürü Goethe gibi, birçok dünyaca ünlü yazarın klasikleşmiş eserlerini dilimize çevirdi. Yıllarca Türk edebiyatına nitelikli çeviriler kazandıran Seniha Bedri Göknil; Türk ve dünya edebiyatına değerli katkılarından, özellikle de Goethe’nin, Faust adlı eserini çevirmekte gösterdiği ustalık ve başarıdan dolayı, 1933 yılında Goethe Nişanı aldı. Çok değerli tiyatro üstadımız Muhsin Ertuğrul ile kardeş yakınlığı içerisinde geçen uzun ve samimi dostlukları içerisinde, çevirileriyle Türk Tiyatrosuna da birçok yapıtlar kazandıran, Seniha Bedri Göknil; Edmund Morris’in “Tahta Çanaklar”, Gerhardt Hauptman’ın “Yedi Köyün Zeynebi”, Peter Weiss’in “Mara” ve Ludwig Fulda’nın “Yanardağı” gibi daha birçok tanınmış tiyatro oyunlarını da büyük bir ustalıkla dilimize çevirdi. Tiyatro sevenler bu oyunları hâlâ büyük bir beğeni ile izlemektedir. Edebiyat dünyamızın güzel, hırslı ve başarılı, his ve gönül dünyamızın, ince ruhlu, zarif, nâdide bir Hanımefendisi olan Seniha Bedri Göknil; sınırları yurt dışına taşan şöhretini, başarılı edebi çalışmalarını, hiçbir zaman mânevi değerlerin üzerinde tutmamıştır. Popülizme heves etmeyen, gösterişsiz, mütevazı, Hz. Mevlânâ âşık”ı faziletli bir Hanımefendi olarak, kendinden sonraki genç nesillere çok önemli bir rehber ve idol olmuştur.“ https://semazen.net/seniha-bedri-goknil/
Ulya Vogt-Göknil, çok kibar ve sade bir kadındı. Kitabın tanıtım kokteyli Haseki Hamamı’nda yapılmıştı. Haseki Hamamı yeni onarılmıştı. Mimar Sinan’ın ölümünün 400. yılında pek çok etkinlikler olduğunu hatırlıyorum.
“Simgelerin felsefesine vâkıf olan üstat Mimar Sinan, botaniği nerede kullanmış? Hamamda. Türk hamamlarımız birer sanat şaheseri. Osmanlı dönemi yabancı gezginlerin de bu gözünden kaçmamış. Etkileşim ile Osmanlı toprakları dışına çıkmış. Büyük Britanya’ya varmış! 1959 yılında İstanbul’daki Atatürk Arboretumu’nun (Canlı Ağaç Müzesi) kuruluşunda Parisli botanikçi Camille Guinet, babama; “Mimar Sinan, iyi bir botanikçiymiş. “Boynu Bükük Lâle”yi işlemiş. Lâle, sâdece döllenince boynunu büker.” demiş.” https://www.rebooksandarts.com/makale/marka-olma-yolunda-surdurulebilir-basari-ya-ornek-mimar-sinan-ii–bolum “,
Hıfzı Topuz Bey, Sabahattin Eyüpoğlu’nun Bronz Sokak’taki evini anlatmış Nişantaşı hatıraları kitabında, İpşiroğlu Hoca’dan da bahsetmiş tabii. O bölüm bence okunmalı. “Bakî Muhabbet” kitabında da Vasfi Rıza’nın bir mektubu var. Bence o da okunmalı. Burnumun direği sızladı.
Birbirini tamamlayan arşivimdeki kitaplar, pdf tezler, makaleler, fotoğraf ve belgeler her açıdan çok kıymetli. Çok büyük zenginlik. Emek verenlere saygı duyuyorum, teşekkür ederim.
5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü’nde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün biz kadınlara kazandırdığı siyasal anlamda yurttaş olma; seçme ve seçilme hakkının 90. Yılı’nda Atatürk’ü, kendisine verilen bu hakkı kullanan babamın anneannesi seçilen ilk kadın belediye (Akçakoca) meclis azası Balatlı Seher Hanım’ı, bu hanımlara destek olan eşi dedemiz gibi erkekleri saygıyla anıyorum.
Kadınlara Mahsus’tan Güncel Kadın’a geçiş sürecindeki mücadeleleri ile bizlere güç veren, aramızdan ayrılan değerli aydın büyüklerimizin ruhları şad olsun dilerim.Bir sonraki “İstanbul Serisi – Nişantaşı 6” yazım sanırım yine sürprizlerle olacak.