Zihnimin odalarında sıkışmalar oluştuğunda çıkıveriyor cümleler dışarı.
Bazen bulaşık yıkarken geliyor aklımın ucuna, bazen çamaşır asarken.
‘’Ruhsal fiziksel dönüşüm’’ gibi.
Kornalar çalıyorken, Sirenler açıkken, içim dışım konuşurken her an, hareketlenmesi ya da patlaması muhtemel oluyor.
Normları yok bu işin.
Haritası, kitabı, sözlüğü yok.
Volkan patlaması gibi.
Magmanın akışkanlığı düşünce içinde bulunan gazlar kaçamayınca, basıncın da etkisi ile Volkanlar patlar ya,
Cümleler püskürüveriyor bir anda içimden.
Sonrası da lav gibi akıyor ve yazının sonu geliveriyor işte.
Eskiden yazdığım cümleleri bir tek ben anlayabiliyorum zannederdim, anlıyormuşsunuz.
Aynı duyguların içinden geçiyorduk hepimiz, kimimiz yirmilerinde kimilerimiz ise ellilerinde.
Kimimiz yüreğine bir gülle düşmüş fakat hafifçe geçirmişti duygusal gribini, kimilerimizin de kalbi bir kuş tüyü altında ezilmişti.
Sen spor yaparak atlatmıştın,
O keman çalarak,
Ben de yazarken geçmiştim yüreğimin kuş tüyü altında ezilmesini.
Önce ezilmiştim, sonra yoluma devam etmiştim.
Ne olduğunu kestiremediğimiz şu hayatta herkes bir şeylere rağmen yaşıyor ve Lavanta tarlasında yürüyüp de hiç arı olmasın demek olmuyormuş.
Sen ezilmekten kurtulmanı sağlayan mücadelenle gurur duyuyor musun?
Öle kenardan köşeden aman bir yerlerim sıyrılmasın, çizilmesin diye kaçmaya çalışarak olmuyor, dokunabiliyor musun kendine, yolundan geçen herkesin bir sebebi var bunu anlayabiliyor musun asıl mesele bu.
Her şey her zaman ne simsiyah
Her şey her zaman ne bembeyaz
Her şey her zaman ne rengarenk.
Hayat öyle dümdüz değil ki,
Dünya koca bir boya paleti ana renkleri doğuştan içinde olan,
Durduğun yerden bakma öyle
Dünyada on milyon tane renk var
Yaşadığın durumlar karşısında hangi ara renk ortaya çıkıyor ona bak.
Yeşil, turuncu, mor?
Gücün istemekle yapma cesaretin arasında.
HADİ!