Kasım 2022’de Halit Kıvanç Bey’i kaybettik. Bir tesadüf “Hadi Anlat Bakalım – Anılar 1” kitabını Nispetiye’deki çalışma odamın kitaplığına getirmiştim. Babama imzalamış:
Sayın Prof. Dr. Faik Yaltırık’a,
En iyi dileklerimle,
Halit Kıvanç, 28.5.98
Kitabı okumaya başladım. RE Books Arts Kitaplığı’ma kayıt etmeden her kitabı tam okuyamasam bile incelemeye çalışıyorum. Kendimce not alıyorum. Zira bazı kitaplardaki bilgi ve belgeler başka diğer kitaplardaki bilgilerle örtüşüyor ve birbirini tamamlıyor. Hiç aklınızda yokken bir kitapta öyle bir detay karşınıza çıkıyor ki hayret ediyorsunuz. Gerçekten araştırma, inceleme bir serüven, yazmak gibi. Aile, okul, iş hayatı, sosyal çevre içindeki eğitim ve kültür konusuna çok önem veriyorum. Belki de bir profesörün kızı olduğum, yerli ve yabacı üniversite kampüslerinde büyüdüğüm içindir. Kuşkusuz Edinburgh’ta ilkokula başlamam ve sosyo-psikolojik bir çocuk ders kitabı olan Janet & John’un katkısı yadsınamaz.
Halit Kıvanç, Pertevniyal Lisesi mezunu imiş.
Kitabında da okuluna yer vermiş. Pertevniyal dendiğinde aklıma hemen Prof. Dr. Cem’i Demiroğlu gelir. Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Halkla İlişkiler, Tanıtım ve Dokümantasyon Bölümü’nde müdür yardımcı olarak göreve başlamıştım. Bölümün kurucusu sevgili Semiha Baban’dı. Bir yıl sonra da İ.Ü. Bülteni Yazı İşleri müdürü oldum. Rektörümüz de Cem’i Bey’di. 1981 yılında dünyada kutlanması UNESCO tarafından ilan edilen “Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılı” nedeniyle Roma’da gerçekleşen “Türk Haftası”: “Atatürk: Tradizione e Cultura”da T.C. Başbakanlık onayıyla Ord. Prof. Dr. Anna Masala ile koordinatörlüğü üstlendim ve Cem’i Bey ve seçilen diğer kıymetli hocalarımız ile birlikte Roma Üniversitesi’nde ülkemizi temsil etmiştik. Bu dosyam hayli hacimli, belgeli. Hazırlamakta olduğum “Pera Aşkları” kitabında detaylı geleceğe aktarılacak, kısmetse.
Rektörlük o tarihte Horhor’da Suphi Paşa Konağı’nda idi. Biz üçüncü kata idik. Rektör, rektör yardımcıları; Prof. Dr. Fikri Şenocak ve Prof. Dr. Akın İlkin. Makamları katın sol tarafında, bizim bölümümüz de sağ tarafında boydan boya idi. Tavanlar yüksekti. Camlar oldukça genişti ve caddeye bakardı. Ofis demirden kitaplık bölmeleri ile ayrılmıştı. Çok güzel bir şöminesi vardı. Holde antika bir piyano dururdu. Duvarlarında antika tablolar asılıydı ve demirbaşa kayıtlı idi. Sami Güner Bey gelip fotoğraflarını çekmişti. Nişanlım Ersin Ural da beni ziyarete geldiğinde piyano çalmıştı. Ne güzel akustik bir ses yayılmıştı bu güzel konağa.
Cem’i Bey, fevkalade zeki bir insandı. Bir yazı gösterdiğimde, şöyle bir bakar ve hemen cevabını verirdi. Nasıl o kadar çabuk okuduğunu ve muhakeme ederek doğru yanıtı verdiğini hayranlıkla düşünürdüm. Lisede de zekasına atıfla anıldığını biliyorum. Zarif bir insandı. Hem görünüş olarak zarifti, hem de hitabet konusunda da zarifti ve bir an aklında düşünür ve sözlerini özenle seçerdi. Böyle durumlarda Hacettepe’deki hocam Doç. Dr. Emre Kongar’ın bazı sınıf arkadaşlarımıza ders işlerken “Ağzımdan kaçtı diye bir söz olamaz. Beyninden geçirerek ifade edeceksin” gibi öğütleri aklıma gelirdi. Cem’i Bey, bazen espri yapardı. Zeki idi esprileri de. Simidi severdi. Horhor’un simidi de güzel olurdu, çıtır çıtır. Henüz 22 yaşımdaydım, ama bana güvendiğini, çalışkanlığımı takdir ettiğini hep hissettim. “Sende kalsın” diye bana emanet ettiği mektup, fotoğraf, kitap 1981 yılından itibaren anılarıyla arşivimde.
Eşi Nurten Hanım da pek kibar bir hanımefendi idi. İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu idi. Kışın Şişli’deki evde idiler. Bazen Cem’i Bey ile Şişli’deki dairelerine giderdim. Asansör kullanmazdı. Babam yaşında olmasına rağmen, çok dinç çıkardı merdivenleri. Bir defasında Florya’daki evlerine gitmiştik. Dört kez üst üste rektör seçilmiş olması da İstanbul Üniversitesi Rektörlük makamı için bir rekor olabilir diye düşünüyorum. Ne yazık ki bizim Uyumkent’teki yazlığımızın sahilinde yer alan Silivri’deki Altınorak Sitesi’nde denizde ebediyete intikâl etti. Hayli anım var. Nur içinde yatsın. Her Florence Nightingale Hastanesi’ne gittiğimizde, her yılki rutin kontrollerimize, ruhunu şad ederim. Anılarımız aklıma gelir.
Her ne kadar Pertevniyal Lisesi ünlüleri listesinde yer almasa da “Cem’i Bey ve Pertevniyal” konusuyla ilgili her nedense, Tarık Hoca (Prof. Dr. Tarık Minkari) çağrışım yaptı. Tarık Hoca ile Aydın (Boysan) Bey de aklıma geliverince özgeçmişlerini yeniden gözden geçirmek istedim. “Pertevniyal Lisesi odak aldığımda kimler ne mesleklerle karşıma çıkacaktı?” sorusu ise “Yazmak bir serüven” dediği gibi hocamız Prof. Dr. Murat Gülsoy’un, işte öyle heyecan ve sürprizlerle doluydu. İlk işime başlamama vesile olan kıymetli Prof. Dr. Fikri Şenocak Hoca’mız, İzmir Atatürk Lisesi’nden mezun olmuş. Prof. Dr. Akın İlkin Hoca’nın lise kaydını ne yazık ki bulamadım. Cem’i Hoca ile başlayalım, kısaca özgeçmişleriyle ve ülkemize hizmetleriyle her birini yad edelim isterim.
Prof. Dr. Cem’i Demiroğlu
“Prof. Dr. Cem‘i Demiroğlu 1927 yılında İstanbul’da doğmuş, orta ve lise eğitimini Pertevniyal Lisesi’nde yapmış, birincilikle mezun olmuştur. 1943-1949 yıllarında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitiren Demiroğlu, 1951 yılında İstanbul Tıp Fakültesi Tedavi Kliniği ve Farmakoloji Kürsüsüne asistan olarak girmiş, 1954 yılında dahiliye uzmanı olmuştur.
1954-1958 yılları arasında Almanya Bonn Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Kliniği’nde çalışan ve birçok bilimsel çalışmalar yapan Demiroğlu, kataterleri ve sineanjiyo cihazlarını Türkiye’ye ilk kez getiren kişi olarak 1956 yılı sonunda yurda dönmüştür.
1960 yılında doçent olan ve 1965 yılında Almanya Köln Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde nükleer metotların kardiyoloji alanında kullanılması üzerinde çalışmalarda bulunan ve bu konuda yaptığı araştırmaları Almanya’da yayımlayan Demiroğlu 1967 yılında profesör olmuştur.
Prof. Dr. Cem’i Demiroğlu, 1971-1973 yılları arasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yönetim Kurulu Üyeliğinde bulunmuştur. 1973-1976, 1976-1979 yıllarında iki devre Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin Dekanlığını yapmış, 1974 yılında İstanbul Üniversitesi Senatosunca Üniversitelerarası Kurul Üyeliği’ne seçilmiştir. 1979 yılında kuruluşunu yeni bir yönetmelikle tamamladığı ve başkanı olarak ele aldığı İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü’nü kurmuştur.
30.05.1980 tarihinde İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne öğretim üyelerinin salt çoğunluğunca seçilen Prof. Dr. Cem’i Demiroğlu; 1981-1983 tarihleri arasında Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı’nı yapmıştır. 31 Temmuz 1982’de 5 yıl için yeniden Rektör olarak tayin edilmiştir. 1987 yılında tekrar 5 yıl için Rektör olarak atanmış, 1991 yılında Yüksek Öğretim Genel Kurul Üyeliği’ne; Temmuz 1992’de tekrar İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne seçilmiştir.
Kendisine Glessen Üniversitesi Şeref Madalyonu; Münih Üniversitesi ve Taşkent Üniversitesi’nden Şeref Doktor unvanı; 1994 yılında da Almanya Cumhurbaşkanlığı Büyük Nişanı verilmiştir. Prof. Dr. Cem’i Demiroğlu’nun araştırma ve bildiri özeti olarak 120 yerli, 30 dış yayını ve 5 kitabı olmak üzere toplam 155 eseri vardır.
Kurucusu olduğu Türk Kardiyoloji Vakfı Yönetim Kurulu ve Grup Florence Nightingale Hastaneleri’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı ve ayrıca Kadir Has Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanlığı’nı yapmıştır. 17 Temmuz 2002 tarihinde vefat etmiştir.” T.C. Demiroğlu Bilim Üniversitesi, Kurucumuz
Prof. Dr. Tarık Minkari
Tarık Hoca’yı tabii ki babamın akademik yaşamından, benim idari görevimden dolayı üniversite camiamızdan biliyordum, ama Semahat (Arsel) Hanım ile 1996 yılından 2019 yılına kadarki yakın çalışma yaşamımdan da başka güzel özelliklerini öğrenme şansım oldu. Koç Tıp Bayramı’nın kurulmasına vesile olmuştu, kurucumuz Vehbi (Koç) Bey ile. Aralarındaki sohbetler de pek espriliydi, yazılarından anladığım. Semahat Hanım’ın açılış konuşmaları da etkileyici idi. Bir toplantıda Semahat Hanım kürsüde konuşma yaparken, gözlerimin dolduğunu ve bir iki damla yaşı gören Ali (Koç) Bey, bana sarılarak “Sen bu yazıyı kaç kere yazdın kim bilir, neden ağlıyorsun? Halamı çok seviyorsun” demişti.
Tarık Hoca’nın emeklilik sonrası kitaplarından bazılarını babam yazlığımızda okurdu. Ben de okurdum, salıncağa uzanarak. O salıncağı hamile iken ve Prof. Dr. Turgay Atasü doktorumken almıştım. Turgay Hoca’nın da babam gibi Kabataş Erkek Lisesi muzunu olduğunu biliyorum. Küçüklüğümden beri salıncakları, sallanan koltukları pek severim.
Minkari Hoca’nın yazılarındaki bir ifade beni çok etkilemişti. “Her ameliyata girerken ilk ameliyat gibi heyecanlanırım. Bilirim ki yukarıdan Tanrı beni izliyor” idi, aklımda kaldığı kadarını aktarayım istedim. Tarık Hoca’nın bir canı kurtarmaya verdiği önemin ifadesi örnek alınacak bir duygu yükü. Kim bilir kaç hastasını iyileştirdi? Nur içinde yatsın.
“Anma Toplantısı: Prof. Dr. Tarık Minkari – 16 Mart 2011”
“Türk Cerrahi camiasının mümtaz şahsiyetlerinden, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyelerinden, Hocamız Prof. Dr. Tarık Minkari 5 Ekim 2010 tarihinde aramızdan ayrıldı. Kendisinin anıları ve yaptığı hizmetleri daima hatırlanacaktır. Hocamız Prof. Dr. Tarık Minkari’nin Doğum Gününde, 16 Mart 2011 tarihinde düzenlediğimiz Anma Toplantısı’na katılmanızdan memnunluk duyacağız.
Prof. Dr. Ertuğrul Göksoy, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı”,
“Prof. Dr. Tarık Minkari (1925-2010)”
“1925’de babasının hakimlik görevi sırasında Bartın’da doğdu. Aslen İbradılıdır. İlkokula 1931’de Ayvalık’ta başladı. 1939’da ortaokulu Ayvalık’ta bitirdi. 1939’da İstanbul’da Pertevniyal Lisesi’nde başladığı lise eğitimini 1942’de İstanbul’da Vefa Lisesi’nde tamamladı. 1942’de girdiği İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni 30 Haziran 1948’de bitirdi.
19 Ekim 1948’de Cerrahpaşa’da Ord. Prof. Dr. Burhaneddin Toker yönetimindeki İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi I. Şirürji Kliniği’ne asistan olarak girdi. Aralık 1951’de Cerrahpaşa’da I. Cerrahi Kliniğinden ayrılarak kurulan Ord. Prof. Dr. A. Fahri Arel yönetimindeki III. Cerrahi Kliniği’ne geçti. Tüberkülozla mücadele için Cerrahpaşa’ya gelen Dünya Sağlık Teşkilatı ekibinden toraks cerrahı Danimarkalı Prof. Erik Husfeldt ile çalıştı. 31 Mart 1952’de kadrolu asistan oldu. Aynı Klinikte 21 Nisan 1952’den itibaren uzman olarak çalışmaya devam etti. 1955’de Paris’de Broussais Hastanesinde Prof. Dr. J-L. Lortat-Jacob, Prof. Dr. D’Allaine, Prof. Dr. Dubost gibi cerrahların yanında kaldı; özellikle dünya cerrahisinin önemli temsilcilerinden olan Prof. Dr. J-L. Lortat-Jacob’dan etkilendi. Daha sonraki yıllarda da Boston, Londra, Houston’da mesleki gözlemlerde bulundu.
Askerlik görevini 1956-1958 yıllarında İstanbul – Sarayburnu Askeri Hastanesinde (Eski Gülhane Hastanesi) cerrahi uzmanı olarak yaptı. Burada çok sayıda akciğer cerrahisi girişimlerinde bulundu. 6 Kasım 1957’de Doçent oldu. Askerlik görevinin bitiminden sonra, 1958’den itibaren III. Cerrahi Kliniğinde öğretim üyesi olarak çalışmalarına devam etti.
21 Nisan 1964’de değişen ismiyle Cerrahpaşa Cerrahi Kürsüsünde Profesör oldu. 5 Eylül 1992’de İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı’ndan yaş haddi nedeniyle emekli oldu. 20 Mart 1996’da Cerrahi Binasındaki dershanelerden birine “Tank Minkari Amfisi” adı verildi.
Cerrahiyle ilgili 11 kitap, 254 yerli ve yabancı dilde cerrahi ve tıp tarihiyle ilgili makaleleri ve bildirileri vardır. 18 çeşit orijinal ya da modifiye ameliyat tekniği tasarlamış ve uygulamıştır. Emekli olduktan sonra çok sayıda anı ve gezi kitapları yazmıştır.
2 Eylül 1955’de Paris Konsolosluğu’nda Ayseli Üstel (Minkari) ile evlenen Tarık Minkari’nin çocukları Füsun ve Sadık, torunları Nil, Murat, Merve ve Melis’dir. Prof.
Dr. Tank Minkari 5 Ekim 2010 tarihinde arkasında büyük bir boşluk bırakarak aramızdan ayrıldı. Hocamız anılan ve eserleriyle daima harcanacaktır.”