“Dünya aydınlık bir yer olsaydı sanat olmazdı.” Demiş Albert Camus. Tam da karanlık bir dönem yaşarken, belirsizlik ve korkunun hüküm sürdüğü, ölümlerin artık olağanlaşıp birer sayıya dönüştüğü şu günlerde Artur Schopenhauer’in sözünü hatırlamakta fayda var. “Sanat, karanlığı aydınlatır.” Dünyanın aşının bulunması için nefesini tutup umudunu korumaya çalıştığı şu günlerde yapılacak en doğru şey sanatla soluk alıp en verimli eserlerin kriz zamanlarında üretildiğinin bilinciyle sanatla direnmeye çalışmak galiba.
Mağara duvarlarından lahitlere, tabletlere, tuvallere, kâğıtlara derken şimdi mecburiyetten de olsa sanat artık bir şekilde dijital platformlarda. Evet, olağanüstü zamanlar yaşıyoruz ve sonuç olarak sanatın da bundan nasibini almamasını bekleyemezdik elbette. Sanatçının pandemi öncesinde resimlerini keyfe keder yayınladığı platform bir anda zorunluluk halini aldı. Elbette izolasyonun sanatçıya pozitif geri dönüşleri de olacaktır; çünkü zaten üretim bir anlamda kendi içine dönmenin sonucunda ortaya çıkıyor. Ancak zorunlu izolasyonun çeşitli zorlukları da olmuyor değil.
Bu zorunlu izolasyon, bir anlamda dijital platformun ivme kazanmasına yol açtı. Zoom’la sohbetler ediyor, Google meet üzerinden eğitimler alıyor, instagram üzerinden hangi canlı yayını izleyeceğimize karar veremiyoruz artık. Dünyanın bir ucundaki müzeleri tek bir hareketle gezebiliyoruz, çevirimiçi toplantılar, seminerler, sanat turları yapıyoruz. Mevcut duruma uyum sağlayıp ayakta kalabilmek ya da sanata destek olmak adına direnen birçok galerinin organize ettiği sergileri mavi camın ardından da olsa takip edebiliyoruz.
Her ne kadar uzun zamandır pek çok web sitesi üzerinden sanat eserleri sanat severlerle bu yolla buluşturuluyorduysa da şimdiye kadar galeriler genellikle online sergiye sıcak bakmıyorlardı; ancak çaresizlik, çare ürettirirmiş derler. Bir çok galeri ve müze artık sergilerini online yapmaya başladı.
Oysa bundan 600 yıl kadar önce koleksiyonerler, eserleri direkt sanatçının kendisinden alırlarmış, sonraları müzayede ve galeriler aracılığıyla sanat eserleri sanatseverlerle buluşturulmaya başlanmış. İnternetin yaygınlaşması ve şu son dönemde yaşadığımız küresel felaketin ardından sanat eseri dijital yollarla geniş kitlelere ulaşıp alıcı bulur hale geldi. Ancak insan sosyal bir varlıktır ve sanat da sosyalleşmeyi beraberinde getirir. Her ne kadar pandemi sonrasında sergilerin bir kısmı yine online üzerinden yapılmaya devam etse de şayet imkanınız varsa eserleri müzelerde ya da galerilerde gerçek ebatlarındaki ihtişamı, rengi, kokusu, dokusu ve ruhuyla fonda güzel bir müzik eşliğinde beş duyu organına hitap edecek şekilde ambiansın da sizi ele geçirmesine müsaade ederek görülmesinden yanayım. Dolayısıyla eserle bağ kurabilmek için birebir temas içinde olunması gerektiğine inanıyorum.
Düşünsenize Pablo Picasso’nun” Guernica” tablosunu ya da Claude Monet’nin “Sudaki Nilüferler” ya da Rembrandt Van Rijn’ın “Gece Devriyesi” tablolarını müzede tepeden gelen zarif bir ışık eşliğinde yakından görüp eserlerin ihtişamı karşısında büyülenmekle ya da Marina Abramoviç’ in performansını yaparken orada olmak, o atmosferi solumakla dijitalden bunları izlemek aynı şey midir? Hafızalarınızda, ruhunuzda bıraktığı tortu, damakta bıraktığı tat, yaşattığı haz aynı mıdır?
Umudum, pandemiyle birlikte bir çok galeriyi online takip etmeye alışan sanat severlerin pandemi sonrası sanat eserlerini yakından görmenin ve eserle temas etmenin kıymetini anlayıp galeri ve müzeleri daha fazla ziyaret etme ve koleksiyonerlik yolunda başlangıçlar yapmaları yönünde.
Her ne olursa olsun sanat dünyası bu karanlıktan ağır yaralı çıkacak gibi. Ne de olsa tünelin ucunda bahar görünmüyor; ancak şu an için ruh sağlığımızı korumak adına çevirimiçi sanat gerekli ve kıymetli bence. Nietzsche’ nin de dediği gibi “Gerçeklikten ölmemek için sanat var.” Ne de olsa. Sanatla sağlıkla kalın…