Haydi, biraz şiir yazayım diyerek; masa başına oturup bir şeyler karalamayla, kafiyeli sözcükleri bir arada derleyip bir vezin oluşturma çabası ile şiir yazılmaz.
Şiirin fikri, tıpkı baharın müjdecisi cemre gibi bir cümle yahut sadece bir kelime olarak düşer şairin zihnine. O andan itibaren bu fikir ona eşlik edecek kelimelerle oyuna başlar, bu oyun kelimelerin raksına dönüşür..
Rakstan da şiire
Yakalamak istediği anlam veya anlamsızlık için kelimelerin uyumunu, dansını içerecek düşünceler ve duygular zihinde yazıla yazıla, elene elene, en az lafla en çok şeyi söyleme çabasına dönüşür.
İlham işte havaya, suya ve toprağa düşen cemre gibidir. Şiirin müjdecisi de yoktan var olan; zihni meşgul eden ilk mısrayı, nüveyi, yaratan duygusal ve fikirsel başlangıçtır. O başlangıç; şairden de habersiz bir medcezir gibi zihnin arka sokaklarında, dehlizlerinde anlamdan anlama, histen hise gelir gider.
Sanılanın aksine şair sadece kendisini anlatmaz şiirlerinde. Kendisini duygu ve düşünceleri ile besleyenleri de, onların hikâyelerini de anlatır.
Havaya, suya, toprağa düşen cemredir şiirin müjdecisi, tıpkı şiirin harcını karanın da onların olması gibi. Özünü var eden şiir bütünsel ahengini bozmadan, kurallara ve kalıplara takılı kalmadan; akla geldiği gibi, durgun bir göle atılan ilk taşın yarattığı halkalar gibi, kendi içinde benzersiz bir güzellikle genişler. Oluşan güzellik, şahit olan her insanda farklı bir etki yaratır.
Şiir ne kadar çok insana ulaşırsa, o kadar kez yeniden yazılmış olur. Çoğu şair “Ben yazdım oldu Şiirim benden çıktı” dese de bir o kadar şair de dokunduğu hayatları ve onların hayatlarında yarattığı etkiyi, taşın göle düştüğünde okurlarında yarattığı halkaların etkisini merak ederek yaşar.
Şiir hiç tükenmez. Her zamanda; her mekânda şairin yarattığı ahenk hep var oldukça, okur da şair de paylaştıkları bu halkların sırrının kendilerinde yarattığı etkinin izini sürerler.