- İnsan önce emekler de yola elleri ile tutunur. Sonra yürür hayatı boyunca. Önemli olan yolda olmaktır. Varılacak yerden önemlidir yolda olma çabası. Yolda olmanın bizatihi kendisi, hayatta ve tutunan olmayı gösterir.
- Yoldaş yolu var edendir aslında. Nereye vardığından öte, kimle yürüdüğün anlamlı kılar hayatı.
- Yollar kesişirler bilinmedik yabancıların yolları ile. İşte o farklı iki yolun tek yol olduğu anda, kendi kaderinin başkasının ki; başkasının kaderinin aslında seninki olduğunu geç de olsa anlarsın.
- Yollar aşınır yürümekle. Her biri birbirine kar tanesi kadar benzersiz adımlarınla; kardaki izler misali izler bırakırsın hayata. Aşınan yolda, benzersiz olan şey senin adımlarının olduğunu bilmezsin de her gün aynı anda mahpus gibi yaşarsın hayatı.
- Hangi yoldasın sen mi seçtin sanıyorsun? Bir yolun başında doğdun, annen ve babandı ilk yoldaşların. Sen ne doğduğun yolu; ne de seni doğuranları belirleyemeyecek kadar aciz başladın hayata. O yüzdendir ki ipi ilk göğüsleyen olmakla övünme sakın. Kim bilir kimler, bilinmedik uçurumlarda, yoldaşlarını baştan yitirerek doğdular.
- Yoldasın evet… Lakin bu bir demir yolu… Zarları birileri çoktan atmış. Ancak bir tren misali makaslar değiştirirsin de; öyle keskin U dönüşler, virajlar, geri vitesler yoktur hayatta.
- Tasını tarağını toplayıp uzun bir yola çıkmalı bazen. Yolda olmak için gezmeli, unutabilmeli dünü bugünü yarını. Kitaplar almalı yanına, okuryazarlık sevdasına yazabilmeli… Kaçmalı demiyorum ki… İnsan nereye giderse kendini de götürür, kendi yolunun yoldaşıdır o. Fakat Nereye, nasıl bilmese de tasını tarağını toplayıp ille de yolda olmalıdır insan; kendini tekrar edip, hep aynı yolda kalmak istemiyorsa…
- Yolda olmak kabullenmektir tehlikeleri ve değişen koşulları. Bıçak çekilir kınından…
Yansır yüzleri parlak çelik üzerine… Yüzler hep aynı yüzler… Karanlıktan çıka geldiler pusulardan uyanıp… Bildik oyunu, göstere göstere yine sergilediler… Görünmez bir el değil üzerimizdeki yüreğim, seni parçalayıp kanlar içinde koyan…Bıçaktaki yüzler bildik, arsız arsız sırıtan… Aynı güneş ışığı bıçaktan gözlere yansıyan, aynı çelik körlüğü… Tomurcuk güller tanıdık toprağımızda açan… Eller görünmez değil gülleri koparan…Seyirciler, alkışlar, ağıtlar aynı; ezilen tomurcuk güllerin ardından…İzlediğimiz oyunu ruhum, hiç unutmadın ki…Göstere göstere yine sahnelediler tomurcuk güllerin üzerinde… Hesaplar aynı hesaplar… Bildik çelik körlüğü, duyulduk mermi hızı… Teslimiyet aynı… Ruhum, terk edişin beni manidar değil… Dedim hep, tomurcuk gülleri ezip geçişleri çok aşikâr… Kanlı ellerle alkış tutanlar başrollerde ağızları köpük köpük köpürür… Aynı replikler ezilen fidanların adsız sansız sayıları üzerine… Yolda ve yolun solunda başkaları adına da yürüyenleri benzer sonlar izler… Üç fidan, otuzüç kurşun, asılmış yahut kurşunlanmış bedenler aynı yolun yolcusudur…
Keşkeler, amalar, pişmanlıklar, söylenemeyen sözler, tutulamayan yeminler, yolcunun sırtındaki en ağır heybedir. Yolcu bu heybeden kurtulmadıkça, asla istediği yere varamayacak olandır. Yükü en ağır olan kendisine heybesini yoldaş kıldığını sanan aslında hep yerinde sayandır.
Yolumda yürüyüp; bir açıklama yapmadan gittin başkaca yolların ardından. Şehir değişti arkandan, yollar değişti. Birlikte yürüdüğümüz Arnavut kaldırımlarını da değiştiriyorlar şimdi. Sordum neden diye… Duyguları değişmiş dediler, aşınmışlar zamana yenik. Sustum. Yenileri daha güzel olacakmış. Anılar dedim. Sustular. O bile değişmiş; duyguları aşınmış sen hala neyin hesabındasın der gibi baktılar. Düşündüm bir an, bu şehir de aşklar mı eskiyor daha çabuk yoksa Arnavut kaldırımları mı yoksa yollar mı… Değişmeyen ne var ki zamanın ruhuna yenik, yollar hep aynı kalabilsin…