Kuş Koysunlar Yoluna
“Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu.
Hep böyle mi bu?
Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer…
Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına
aynalarla kaplattım, ölü ben’im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden!
Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben.
Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.
Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
“Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna” bir çocuk demiş.”
(Nilgün Marmara)
İçimde bir kadın var bana ses veren. Bu kadın yaşamı sessiz bir çığlık gibi geçen; 29 yaşında intihar ederek yaşamına son veren, Türk şiirinin tartışmasız en iyi kadın şairlerinden Nilgün Marmara. Hasbelkader şiir yazmaya çalışan biri olarak Nilgün Marmara’nın şiirleri beni derinden etkilerken adeta benliğimi sarıyor. Sürekli olarak kim bilir yaşasaydı daha nice özel şiire imza atacaktı diye düşünmeden edemiyorum. İlk şiirini 19 yaşında yazan Nilgün Marmara, 29 yaşında sonlandırdığı 10 yıllık şairliğinde Türk Edebiyatında yeni bir soluk ve özgünlük katmayı başarıyor. Eserleri ölümünden sonra basılıyor ve gerçek değerini buluyor.
Nilgün Marmara’nın hazin sonunun insanlarda merak uyandıran “maganizel” tarafı yahut Marmara’nın marjinel bohem yaşantısı ile ilgilenmeyi seçenlerden çok farklı olarak, Nilgün Marmara hakkında yazmak istememe; onun güçlü kalemi, özgün, aslında bir yardım çığlığı olan şiirleri ve bu şiirlere olan ilgim ve beğenim neden oldu.
Marmara’nın yazınsal hayatı kendine sürekli sorduğu “gitmek mi zor kalmak mı? “ sorusuna yanıtı arama çabasına konu olmuştur. Gitmeyi seçerken kalmanın dayanılmaz ağırlığı artık taşıyamadığı bir yüktür omuzlarında. Gitme isteğini dizelerinde açıkça ifade eden Nilgün Marmara’nın bu kaçınılmaz gördüğü sonuna kimse engel olamamıştır. Ele avuca sığmaz bir çocuktur o, söz dinlemez. Hastadır. İntihar bir suçsa, manik depresif oluşu hafifletici bir nedendir. Hastalığın doğasında var olduğu söylenebilecek intihar düşüncesinden gerekli tedavi olmaksızın hatta bazı durumlarda tedavi olsa bile kaçınmak mümkün değildir. Derin bipolar depresyon ataklarını izleyen kaçınılmaz manik sonlarla, dalgalanmalarla savrulur durur Marmara. İki kutuplu bu hastalık yüzünden griler yoktur onun için. Ya hep ya hiç sorusuna yanıtı “hiçlik”tir. Doktorlar entelektüel faaliyetlerine ara vermesini, Lityum tedavisine başlamasını ve tedavisine ara vermemesini salık verirler. Oysa o kendince uyuşmak istememektedir, belki de yaratıcılığını etkileyeceğini düşündüğünden bu tedaviye yanaşmamakta ve neden ilaç kullanması gerektiğine anlam verememektedir. Tedaviyi reddeder.
Karanlıklarda kaybolmuş bir yaşamdır onunkisi. Bohem yaşantısından kaynaklı kalabalık edebiyatçı dostları arasında olmasına, eşine rağmen kendini yalnız hissetmektedir. Ve bu yalnızlık duygusunun üstesinden bir türlü gelemez. Kendi kozasını örer ölümü kurguladığı gibi. Sürekli düşünmek ve uçuşan düşünceleri yormuştur Marmara’yı. Yaşadığı medcezirler, sabahtan akşama değişen duygudurumu, her gün kötücül bir düşü kurmak tüketmiştir onu. Kendi söylemiyle “ırmağın akışına bir müdahalede” bulunur. Kanatsız bir kuştur o ve uçmayı tecrübe eder. Yorucu bulduğunu söylediği sahneden çekilir. O ana kadar yaşadıkları onun için kafidir. Kendini bulduğu, “intiharının edebiyatının etkisi üzerine tez dahi yazdığı Amerikalı şair Sylvia Plath ‘in” kaderini paylaşır. “Umutsuzlar Merdivenindeki” kısa konukluğu bu kırılgan şair için artık sona ermiştir. Marmara “dünyaya yaralı bir insandır.” Varlık yokluğa gebedir der, doğum ölüm için bir başlangıçtır. Kaçınılmaz son hiçliktir onun için ve şiirindeki gibi izin vermemiştir yoluna kuş konmasına. Marmara; Plath’in sonu için “intiharında başarılı olmuş bir kadındır” der. İntihar onun için bir başarıdır. Ölüm ise kaçınılmaz bir tepkidir. Yaşama dair buram buram ölüm ve intihar kokan, insanı ontolojik bir sorgulamaya taşıyan şiirler yazmıştır. “Hiçlik tanrısının Kayra’sı ile kutsanmıştır. Bağsız ve yeğsizdir. Sanki varoluş onu cezalandırmak istemektedir. Bu kendi değişiyle “ülkesiz, cinssiz, soy’suz ve bunlara mal ettirici bir biricik güç olan inançsız” bu kadın, “Canım Sıkıntı” şiirinin sonunda belirttiği gibi “suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecek tozanları” sayesinde özgürleşir. Ve bence bir o kadar da ölümsüzleşir.
Ece Ayhan’ın Nilgün Marmara hakkındaki sözleri kısaca özetler gibi her şeyi:
“Acaba büyük kanatları yüzünden uçamayan bir “o” albatros mu? Denizler kuşu, gözlerin denizin derin yerleri ile sığ yerleri arasındaki maviliktedir işte…”