İnsanların gelişiminde eğitimin yeri çok önemli, Eğitimli insanlar geleceği öngörüyor ve geleceğe dair umutlu oluyorlar.
Damla Aktan, eğitimli bir ailede büyümüş doğal olarak eğitimini temelden alarak kendini donatmış ve yazarlığa adım atmış. Dans öğrenmiş, dansın sevgiyi ve özgüveni verdiğini görmüş. On parmağında on marifeti olan Damla Aktan ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi keyifle okuyacağınızı umuyoruz. İyi okumalar.
Ailenizden ve çocukluğunuzdan bahseder misiniz?
1985 yılında İzmir’de doğdum. 10 yıl beklenen ve tam “olmaz artık bizim çocuğumuz, biz çocuk alalım” denildiğinde gelen bir bebekmişim. Bu yüzden “buldumcuk” takmışlar adımı. Çekirdek bir ailem vardı, doğma büyüme İzmirliyim aslında ama 1991-1992 yıllarında 2 yıl kadar babamın işi nedeniyle Ankara’da yaşadık. Sonrasında biz annemle İzmir’e döndük, babam da iki haftada bir gelip giderdi. Şubat tatillerinde ben de hep Ankara’ya gitmişimdir. Annemin de Ankaralı olmasının verdiği bir tanıdıklıkla çok sevdiğim bir şehirdir Ankara. Bir İzmirli genelde Ankara’yı pek sevmez ama ben herhalde İzmir dışında bir yerde yaşayacak olsam bu İstanbul değil Ankara olurdu. O kadar seviyorum orayı da…
Üstüne titrenen bir bebektim ama annem de babam da çalıştığı için anneannem büyüttü sayılabilir bir yaşa kadar. Annem Ankara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunuydu, babam da Siyasal Bilgiler Fakültesi. “Mülkiyeli”ydi yani. Yıllarca birbirlerinden habersiz aynı eve girip çıkmışlar ortak bir arkadaşları vasıtasıyla ama 1975’te İzmir’deki Borsa Restoran’ında tanışmışlar. 3 ayda evlenme teklif etmiş babam anneme, hatta çok komiktir dolmuşta evlenme teklif etmiş “İnene kadar vaktin var, düşün bakalım” demiş. Annem de yurtdışına gidecekken, teklifi kabul etmiş ve evlenerek Türkiye’de kalmış. Çok sıcak bir aile ortamında büyüdüm, anneanne evinde sobanın üzerinde pişen taze limonlu çay kokusuyla uyanırdım. Huzurlu ve mutlu bir çocukluğum oldu denebilir. Sevgiyle büyüdüm ve hep sevgiye inandım hayatta.
Balenin hayatınızdaki yeri nedir?
4 yaşında başladım baleye. Aslında tamamen şans eseri başladım. Ama benim için yaşamdaki varlık nedenlerimden biri, iyileştirici gücüm diyebilirim. Bir anaokulu öğretmeninin okulun ilk günü anne ve babasını el sallayarak hiç sorunsuz uğurlayan, hiç tanımadığı anaokulu öğretmenin sabahın köründe çiçek aldırtan sevgi böceği bir kız çocuğunda bir günde davranışıyla yarattığı travma sonrası, annem bir pedagogla konuşmuş. Çünkü ertesi gün itibariyle ağlıyor ve “gitmek istemiyorum” diyormuşum. Nedenini de asla söylemiyormuşum. Pedagog beni bir süre okula göndermemesini söylemiş anneme, o sıralar bir bale okulu ilanına denk geliyor annem. Bostanlı’da gencecik 24-25 yaşlarında iki bale öğretmeni açmış, Ankara’dan gelmişler. Ulis Bale… Annem kapılarını çalmış, “Benim böyle bir sorunum var, ben kızımın bale yapmasından önce öğretmene tekrar alışmasını istiyorum” demiş.
O günden sonra başlangıcı biraz sancılı olsa da hiç kopmadım bale ve danstan. Zaten 9 sene mezun olana dek zorunluydu eğitime devam etmemiz. Mezun olduktan sonra da hala bugün 34 sene oldu devam ediyorum, kopamadım. Çünkü dans, hiç konuşmadan her şeyi anlatabildiğiniz tek şey bu hayatta. Yazmada, tiyatroda, opera da hep sesler ve sözcükler var. Ama dans… O tek kelime etmeden dünyadaki her şeyi, her duyguyu anlatabildiğiniz tek şey. Benim ikinci evim gibi, tümüyle büyülü başka bir dünya adeta… Size güçlü durmayı, acının da hayatın bir parçası olduğunu, düşseniz de kalkmayı, her şeye rağmen dik durmayı ve güçlü olmayı öğretiyor. Hissetmeyi öğretiyor aslında… Yaşamı ve her şeyi… Bedeninizin suretinde her şeyi hissetmeyi ve ifade etmeyi… İyileştiriyor beni.
Bir yazımda şöyle demişim dans için, bununla bitirebiliriz sanki:
“Dans ediyorsan umutlusundur, inanırsın kendine, ya da başaracağını bilirsin; nefes alırsın hayatta ve en önemlisi gülümsemeyi öğrenirsin. Dans ediyorsan, sevmeyi bilirsin karşılık beklemeden ve paylaşmayı öğrenirsin başka yaşamları.. Dans ediyorsan, başka yürekleri anlamak için konuşmaya ihtiyacın yoktur, hissetmeyi öğrenirsin çünkü; ve hissettirmeyi sevgini senin için özel olanlara….Ve dans ediyorsan, devam etmeyi öğrenirsin korkularına rağmen; tıpkı düşmekten korktuğun halde sırf dans etmeyi sevdiğin için dansa devam ettiğin gibi….Çünkü eğer dans ediyorsan, yaşamayı öğreniyorsun demektir, hiç bir saniyeyi kaçırmadan, tüm yaşaman gereken kalp atışlarında nefes alarak….Tıpkı bir dansçının müziğin her ritmini yakalayıp her saniyeye serpiştirdiği hareketleri gibi, yaşamı saniyelere dağıtabilmeyi öğrenirsin…”
Yazarken nelerden ilham alıyorsunuz?
Hayattan… Hayatın kendisini anlatmaktan. Hayattaki birbirine bağlı görünmez ipleri bulup, onları görünür kılmaktan. Yaşanmışlıkları, duyguları, insanları anlatmaktan…
Yazmayı planladığınız yeni bir kitap var mı?
Şu anda yazıyorum zaten. Şimdilik adı “Dört Hayat”. Değişebilir tabii… Çok değerli yazar Mario Levi ile birlikte bir yazarlık atölyesinin de parçasıyım birkaç aydır, kitabı da onun takibinde yazıyorum. Ufak dokunuşları ile tam olarak içime sinmesini sağlıyor. Dört Hayat temelde misyonlarıyla dünyaya gelen insanları, hayatları dansla kesişen ve iyileşen, iyileşirken de dünyayı iyileştiren dört insanın hikâyesini anlatıyor. Temelde Ankara Devlet Opera ve Balesi Çocuk Balesi Müdürü ve Tab Sanat Akademi kurucusu Ömür Uyanık’ın hayat hikâyesi çerçevesinde olsa da, bir dans terapistini ve hayatı dansla gelişen, iyileşen bir serebral palsi hastası gencin öyküsünü kaleme alıyoruz. Dördüncü kişi ise sürpriz 😊 Hayatın tam içinden yani bu roman.
Çocuk kitabı serisini tamamlamak istiyorum bir de ayrıca. Zehra ve Kayra Kristal Çocuklar 4 kitaplık ve 10’ar masaldan oluşacak şekilde bir seri olarak planlanmıştı. İki tanesi yayınlandı, Zehra ve Kayra Kristal Çocuklar, Zehra ve Kayra Tatilde. Diğer ikisi de Zeyha ve Kayra Türkiye’yi Dolaşıyor ve Zehra ve Kayra Avrupa’yı Geziyor olacak. Türkiye kitabı hazır ama henüz resimlenmedi. Yayın piyasasının durumu ortada; ben de yakın zamanda anne ve babamı kaybettim, biraz mola verdim açıkçası. Zamanı gelince onları da tekrar ele alıcaz inşallah.
Bir iş kadını, öğretim üyesi ve yazarsınız. Siz kendinizi nasıl tanımlarsınız?
İnsan… Hatta sosyal medya profillerimde böyle yazar… “Ama her şeyden önce İNSAN…”. Kimliklerimizden soyutlandığımızda hepimiz eşitiz çünkü hepimiz özde insanız. En önce insan…
Hayattaki öncelikleriniz neler?
İçtenlik, samimiyet, dostluk ve sevgi. Bunları mümkün olduğunca fazla insanla paylaşmak ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirmenin bir ucundan tutabilmek diyebiliriz.
İzmir’de okumuşsunuz ve halen hayatınızı burada sürdürüyorsunuz. Bu kent sizin için ne ifade ediyor?
Özgürlük demek bence. İzmir her şeyiyle çok farklı bir şehir. Ne kadar uzaklaşırsan uzaklaş, burayı özlüyorsun sanki. Bana ait olduğum değerleri anımsatıyor bu şehir. Abbas Güçlü ile Eğitim Ajansı’nda yazmaya başlamadan önce Sn. Abbas Güçlü benden bir yazı istemişti. “Bana İzmir üzerinden kendini anlat” demişti. Belki de İzmir’i en iyi o yazıda ifade edebilmişimdir. Paylaşalım sizle…
https://www.damlaaktan.com/izmir/
Hayattaki misyonunuz nedir?
Yardım etmek. Küçüklüğümden beri “Hayattaki amacım ne” diye düşündüğümde tuhaf ama bu cevap geldi içimden. Hayatta hep önüme böyle fırsatlar çıkardı.
Çevrenizdeki insanlarla ve okurlarınızla nasıl bir etkileşim içindesiniz?
Samimi. Evet, samimi doğru kelime… Sanırım bu da karşı tarafa geçiyor ki, genelde hep uzun soluklu ilişkilerim, arkadaşlıklarım oluyor. Genellikle çevrem hep “Sen hep yaz!” diyorlar. Sanırım, acıyı da, mutluluk kadar içten anlatıyorum ve bu hayattaki pek çok duyguyu yazdıklarımı okuyanlar için normal ve yaşanabilir yapıyor. En azından kendi çevremden aldığım dönüşler böyle. Zaten yazmanın da bir nevi görevi bu değil midir? Hepimiz aslında birbirimizle aynı şeyleri yaşıyoruz dünyada, sadece zamanlarımız ve o yaşadıklarımızı anlamlandırışımız ya da yorumlayışımız farklı belki. O yüzden benzer şeyleri yazanları görünce, okuyunca, kendimizi o insanlara yakın hissediyoruz. Bir nevi birbirimiz tanımadan yoldaşlık ediyoruz bir diğerine. Güzel olan da bu bence yazıda. Kelimeler birbirini hiç tanımayan insanları bile birleştiriyor. Kelimelerin gücü bu.
İnsanların hayatına dokunurken nasıl bir etki yaratmak istersiniz?
İyileştirici bir etki yaratmak isterim. Benimle olduklarında hayata başka bir açıdan bakabilmeleri beni mutlu ediyor.
Tasavvuf hayata bakışınızı nasıl etkiledi?
Derinden… Küçüklüğümden beri tasavvuf felsefesine çok yakın bir ailede büyüdüm. Dedem, annem, babam… Farklı biçimlerde olsa da, hepsi kendi içinde çok güçlü bir Tanrı inancı taşırdı. Seni en çok etkileyen ne oldu derseniz… Özde hepimizin insan olduğumuz ve ruhsal “olma” yolcuğunda bir diğerinin aynası olduğumuz inancı. Özden geldik öze gideceğimiz bir yolculuktayız. Bazen bakıyorsunuz, materyal olan her şey aslında yok. Ya da var, ama bir gün onlar da her şey gibi sıradanlaşıyor. Hiç kimse, ne kadar zengin, ne kadar güçlü olursa olsun, bir diğerinden farklı veda etme lüksüne sahip değil bu yolculukta. Herkes eşit. Bence bunu unutmak, bunu unutarak yaşamak, insanın en başta kendisine yapacağı en büyük kötülük. Kimisi ruha inanır, kimisi inanmaz. Ben inananlardanım. Zaten tek bir kez ölmüş birini gördüğünüzde, olmadığına inanmanız pek de mümkün değil bence. Ama ruh var ya da yok, inancınız ne olursa olsun, yaşarken sağlam ve temiz, rahat ve huzurlu bir vicdanla ölmek bence bu hayattaki en büyük erdem. Tasavvufun da en temelde söylediği bu zaten insana. Hepimiz eşitiz, hepimiz O’nun suretiyiz. Bir eksik, iki fazla, onun erdemlerini, isimlerini taşıyoruz benliğimizde. Kendimize giden bu yolda, esas olanda bu zaten.
Sanat ve aşk konusundaki düşünceleriniz?
Bence çok tamamlayıcılar. Sanatta, aşkta insanı güçlü ve yaratıcı kılıyor. Aşk insanı baştan yaratıyor, insan da sanatı bence… Yaratım gücünün en temel iki yansıması sanki dünyada.
Doğa ve çevre konusunda ne tür çalışmalarınız var? Elif Ceren Boelen’le birlikte kaleme aldığınız “Zehra Kayra Tatilde” kitabınızda çocuklara nasıl bir mesaj vermek istediniz?
Sadece Tatilde kitabında değil, her iki kitapta da bilinçli ve mutlu çocuklar yetişmesinin mesajlarını vermek istedik aslında. İlk kitapta dünyaya merhaba diyen 5 yaşında bir kız ve abisi, hayatı, canlıları, çevre kirliliğinin önüne nasıl geçebileceklerini, yolculukları, sanatı öğreniyor, tanıyor. Tatilde kitabında ise, tatile çıkıyorlar ve bir tatil boyunca çocuklar için keyifli olabilecek aktiviteli yapıyorlar. Uzay Kampına gidiyorlar, Zeytin Ağacından zeytin topluyorlar, Renkli Düşler Ülkesi’ne yolculuk ediyorlar, Meyvelerin Dünyası’na dalıyor ve tüm bunları yaparken yine öğreniyorlar. Benim doktora tezim de “Bilinçli Farkındalık Tüketimi” üzerineydi. Aslında her bir masalla çocuklara ayrı bir mesaj vermeye çalıştık. Özünde daha iyi bir dünyanın onlarla var olacağına inanmalarını sağlamaya çalıştık. Kendi içlerindeki büyülü gücü keşfetmelerini ve hep iyi kalmalarını sağlamaya belki. Mesajlarımızın yerini bulduğunu görmek de bizi çok mutlu ediyor.
Gelecekle ilgili hayalleriniz ve hedefleriniz neler?
Mutlu yaşamak. Kalıcı eserler bırakabilmek ve gerçekten insanların kalplerine dokunabilmek. Çocuk kitaplarının daha fazla çocukla buluşması da çok keyifli olacaktır 😊 Kendi ailemi kurarsam da tadından yenmez tabii 😊 Ama en önemlisi, iyi kalmak. Sanırım bu hayatta en çok istediğim şey bu. Dünyanın tüm zorluklarına karşın, iyi kalmak. Ailemin izinde, onlara yakışır bir hayatta Damla olarak yaşamak.
Damla Aktan Kimdir?
Damla Aktan, 18 Haziran 1985, İzmir doğumludur. Dört yaşından beri klasik bale yapan Aktan, ilkokul, ortaokul ve lise öğrenimini Özel Çakabey Koleji’nde tamamladıktan sonra, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde burslu olarak Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Birliği okudu. Lisans eğitimini takiben yine İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde burslu olarak Avrupa Çalışmaları yüksek lisansını ve İşletme doktorasını tamamladı. Bu süreçlerde 2006-2008 yılları arasında asistan olarak, 2008-2017 yılları arasında yine İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde çeşitli idari pozisyonlarda ve 2017-2018 akademik yılında öğretim görevlisi olarak çalıştı.
Akademik çalışmaları kapsamında Yunanistan ve Çek Cumhuriyeti’nde bulunurken, NATO bursiyeri olarak Brüksel’de düzenlenen NATO Konferansı’na ve Paris’te düzenlenen UNESCO Gençlik Konferansı’na katıldı. 2016 yılında Washington DC’de yer alan Georgetown Üniversitesi tarafından her yıl düzenlenen Liderler Semineri’ne burslu olarak Türkiye’yi temsilen davet edildi ve katıldı.
Çocukluğundan beri hayata bakışını şekillendiren tasavvufla da yoğrularak büyüyen, bu hayattaki misyonunun sevmek, yardım etmek, insanlara iyi gelmek ve birileri için bir fark yaratabilmek olduğuna inanan Aktan, aynı zamanda Abbas Güçlü ile Eğitim Ajansı’nın, Milliyet Blog’un ve Felsefe Taşı platformlarının aktif yazarlarındandır. Elif Ceren Boelen’le birlikte kaleme aldığı Zehra ve Kayra: Kristal Çocuklar isimli bir de çocuk kitabı var. Aktan, annesini ve anneannesini kaybettikten sonra zaman zaman yaptığı kitap bağışlarını onların anısına adıyor. İzmir Ticaret Odası Eğitim ve Sağlık Vakfı üyesi olan Aktan’ın en büyük hayali, kalıcı eserler bırakabilmek ve bu amaç doğrultusunda çalışmaya devam ediyor.