“Ooo bu ne güzellik Selin Hanım”.
“Ay öyle mi? Çok teşekkür ederim”.
“Highlighter’ınız çok güzelmiş. Hem parlak hem de çok doğal görünüyor. Nereden aldınız”?
“Shop & Make Up şekerim”.
“Ben de alayım. Tanrım çok güzel gerçekten”.
“Kutlama var bu akşam. Kocişimle İstiklal’e birlikte ilk gidişimizin yıl dönümü bugün. Onu kutlayacağız. Ablamların da birlikte tatile gitmelerinin yıl dönümüymüş inanabiliyor musun? Kutlamalar çifte olunca ben de biraz özeneyim dedim”.
“Ayyy ne güzel! Çocuklar nasıl? Su Hanım ne yapıyor”?
“Büyüdü o da. Biraz hırçın bu günlerde. Çok üzerine gitmiyoruz biz de. Daha yeni 2 yaş sendromunu atlattı çocuk. Şimdi 3 yaş erken ergenlik dönemini yaşıyor”.
“Okul işini ne yaptınız”?
“O iş tamam da mülakat yapacaklar”.
“3 yaşındaki çocukla ne mülakatı yapacaklarmış”?
“Aman şekerim formaliteden işte. Geçen sene okula engelli bir çocuk kayıt yaptırmış. Tabi çocukları görmeden almışlar. Kayıt yapılınca yönetim de bir şey yapamamış. İşte bunu önlemek için kesin kayıt yapmadan önce çocukları görmek istiyorlar. E haklılar ama… Aman bu da elimde kaldı. Shop & Eat’ten organik tarhana ile keçiboynuzu pekmezi aldım”.
“Paketin üzerinde ne yazıyor? Zehra Selin mi”?
“Aman yeni kimlik alırken sildirecektim de Zehra ismini. Şimdi diploma, ehliyet, pasaport, kredi kartları, kulüp üyelikleri filan hepsi değişmesi gerekir diye bıraktım. Bizimkiler babaannemin adını da koymuşlar. Ne gerek varsa… Boşver sen de görmemiş ol”.
Bu konuşmaların bir kurmaca olduğunu mu düşünüyorsunuz? İnanın ben bu ve buna benzer birçok konuşmaya şahit oldum. Sonrasında da nasıl böyle bir nesil haline geldiğimizi uzun uzun düşündüm ve nacizhane şu sonuçlara vardım:
* Çocuğumuzla parka gidiyoruz. Bir sürü oyuncağımız var yanımızda. Çocuğumuzun yaşlarındaki başka bir minik gelip oyuncaklarımızla oynamak istiyor. Bizimkisi de hırçın ya, -hani 3 yaş erken ergenlik dönemi yüzünden- paylaşmak istemiyor oyuncağını. Hemen onaylıyoruz biz de. “Tamam canım, tabii senin kararın. İstemezsen vermeyebilirsin” diyoruz. Aman çocuğumuz kırılmasın, hiç incinmesin derken paylaşmayı öğretemiyoruz çocuklarımıza.
* Çocuğumuz İngilizce öğrensin diye paralıyoruz kendimizi. Ama biraz fazla mı ileri gidiyoruz ne? Eskiden biz bir şeye sevinirken “Olley” derken benimkiler de dahil şimdi çocuklar sevinince “o ye” diyorlar.
* Kutlamaları aşka, daha doğrusu ikili ilişkilere indirgedik. Milli ve manevi değerleri hepten unuttuk. Kaçımız 23 Nisan’da, Ramazan Bayramı’nda çocuklara hediye alıyor? Kaçımız aşure veya çocuğumuzun yaptığı bir keki komşularıyla paylaşıyor? 19 Mayıslarda gençlere, -en azından etrafımızdaki birkaç gence- hediye alamaz mıyız? Bunlar yerine saçma sapan yıl dönümleri kutluyoruz. Mesela, sinemaya gittiğimiz ilk günü, aldığı ilk oyuncağı unutursa dünyayı eşimize zindan ediyoruz.
* Her şeye o kadar çok müdahale ediyoruz ki çocuklarımız büyüyüp yetişkin olduklarında en ufak bir şeye bile karar veremiyor. “Pencereyi açar mısın?” dediğimizde “Üstten mi açayım, yandan mı?” diyor. Ya da “Üzerime bir battaniye getirir misin? Üşüdüm sanki.” dediğinizde “Tek kat mı örteyim çift kat mı?” diye soruyor. 25 yaşına gelmiş. Bir omlet yapmasını isteseniz kaç yumurta kırması gerektiğini size soruyor. Evlenip çocuğu oluyor. “Susamıştır, su ver biraz”. diyorsunuz. “Yarım bardak mı vereyim, bir bardak mı?” deyiveriyor. O zaman “Shop & Drink’ten aldığın 3 yaş bardağıyla ver evladım.” Diyesiniz geliyor.
* Parkta veya oyun alanında çıkan tartışmalarda hep bizim çocuğumuz haklı. Karşı tarafın haklı olma olasılığı bile yok.
* öyle vurdumduymaz bir nesil olduk ki, konuşurken etrafımızdakileri kırma ihtimalimizi hiç düşünemiyoruz. Eski bir arabanın yanından geçerken içindeki şoförün varlığına aldırmadan kötülüyoruz arabasını. Bina görevlilerine babamızın uşağı gibi davranıyoruz. Yoksul çocukların yanında yardıma muhtaç zavallıcıklar olduklarını rahatça söylemekten hiç çekinmiyoruz. Aklımızla ağzımız arasındaki o süzgeç nereye gitti acaba?
* Bizi adımızdan bile utandıracak şey ne? İşte sevgili arkadaşlar, bunu ne kadar düşünsem de bulamıyorum. Siz ne dersiniz?