O’na
Balkonda oturuyorum.
Gecenin mavisi yüzüme vuruyor.
Önümde bir kadeh rakı…
Radyoda bir şarkı… “Şarkılar seni söyler. Dillerde nağme adın.”
Terk ettiğim kente geri dönüşümü ve seni anımsıyorum.
İçimde hafiften bir burkulma…
/Rakıdan bir yudum içer içmez her zamanki gibi yüzümü buruşturuyorum. “Çok şirin oluyorsun böyle”, diyorsun.
Yanağıma bir öpücük konduruyorsun.
Ellerin ellerimde.
Önümüzde boğazın dalgın suları… “Aaa, bak bir yunus geçiyor”, diyorum. “ Baharın ilk yunusları bunlar”, diyorsun. “Hadi bir dilek tut.” Dileğimi tutuyorum. “Neydi tuttuğun dilek?” “Söylemem”, diyorum. “Sonra büyüsü bozulur.”/
Şimdi bu yedi tepeli kentte seni düşünürken gözlerim buğulanıyor. “Fazla mı içtim bu gece”, diye mırıldanıyorum. ”İki kadeh rakı eskiden beni bu denli çarpmazdı. Yaşlanıyorum.”
Önümde yine boğaz, yine o dalgın sular…
Yunuslar ve sen yoksunuz.
Bir süredir gördüğüm bütün adamları arkadan sana benzetir oldum.
Özlemin ne denli içimi yaktığını kendime itiraf etmekten kaçınıyorum yine de.
Kentin bilmediğim semtlerinin bilmediğim sokaklarında geziyorum.
Bu sokakların birinde sana rastlama ihtimali içimi ürpertiyor. “Dünya küçük.” “ Belli mi olur”, derken yakalıyorum kendimi.
Şarkılar seni söylüyor.
Hangi kanalı açsam sen çıkıyorsun karşıma.
Hangi filmi izlesem sen…
Güneş sanki ikimiz için doğuyor.
Batışı hüzün…
Boğazın sularına bakıyorum.
Yunuslar geçer mi yine?
Sen gelir misin?