“Karanlık ölüm gibidir,
Rengi yok,
Ahengi yok,
Dengi yoktur karanlığın.”
Nazım Hikmet
Karanlığın tanrısıdır Erebus. Kaos’un oğlu, Nyx’in (gece) kardeşi ve aynı zamanda da eşidir. Oysa Nyx ve Erebus’tan Aether (ışık) ve Hemera (gün) doğmuştur… Karanlığın kişiselleştirilmiş formu olan bu tanrı aynı zamanda Hades’le de ilişkilendirilir; karanlık ölümden önce de vardır ve yeraltı dünyası yani Tartarus, bu karanlıktan elbette ki kendi payını almıştır.
Karanlığın kişiselleştirilmiş formu olan Erebus’tan, kendisini tanrı zanneden insanoğlu ne kadar payını almıştır? Ölüme kadar olan süre içerisinde, insanların içlerinde büyüttüğü karanlık, o ölüm dünyası Tartarus’un karanlığıyla yüzleştirilse, acaba hangisi daha karanlıktır?
Kime sorsanız farklı bir cevap alırsınız bu sorulara… Çünkü çoğu insan bilmez ya da kabul etmez bu karanlık tarafını. Elbette ki içindeki karanlıkla yüzleşmeyi istemek ya da istememek kişinin kendi inisiyatifindedir.
Karanlığın boğucu ve kapsayıcı varlığıyla gelen gölgelerde kaybolmak an meselesiyken, bu oldukça korkutucu bir uyanış gibidir. Sahte bir iyilik halinden, gerçeklere uyanmak gibi bir yüzleşmeden bahsediyorum… İçimizdeki iyilik halini beslemeye çalışırken, gözümüzü kapattığımız ve reddettiğimiz kötülük…
Yüzleşmeye cesaretimizin olmadığı şeylerle yüzleşmek zorunda kaldığımızda, bir anda içimizden fırlamaya çalışan kötülükten bahsediyorum… Hani yokmuş gibi davrandığımız, içimizdeki karanlığın, gölgelerde besleyerek büyüttüğü kötülükten…
Oysa en parlak ışığın karanlıktan doğduğu söylenir, tıpkı Erebus’un kızı Aether gibi… İşte bu yüzden önemlidir insanın içindeki karanlıkla yüzleşmesi. Işığa ulaşmanın tek yoludur belki de… Ve kendi ışığını doğurmayan kişi her kimse, ölümün karanlığını her daim içinde taşıyacaktır.