Gökyüzünden inmiş varoluşsal yükselişle sevgi, zaman içinde beklenmedik inişlere ve dönemeçlere evrilen bir hikâyenin başlangıcını oluşturur. Karıncanın sırtında hissedilecek bir yük, sevgisizlikle büyüyerek filleri andıran bir ağırlığa dönüşebilir. Bu, duygusal bir sarmalın habercisidir; sevgi, öfke ve nefret arasında gidip gelen karmaşık bir dansın ortasında kalırız. “Sevmeyince yük olur karınca, Sevince filler karınca.” bu özdeyişsel kelimeler, sevginin karşılık bulamadığında, beklenen hafifliğin karanlık bir gölgeye dönüştüğünü yansıtıyor. Karıncanın sırtındaki yük, ilgisizlik, hata arama, öfke, sevgisizlikle beslendiğinde, o yük artık sadece karınca değil, adeta bir filler kadar ağır hale geliyor. Bu noktada, öfke devreye giriyor, sevginin çaresiz bir şekilde duvardan öte karşılıksız kalmasına, haklı çıkmak adına kırıcı yapılan savunmalara bir tepki olarak öfke yükseliyor. Göz ardı edilen beklentiler, ihmal edilen duygusal bağlar, bu öfkenin giderek dönüşecek nefretin en büyük kaynağı haline geliyor. Öfke, içsel bir volkan gibi patlamaya hazır, sakin suları çalkalayan bir fırtına gibi hissediliyor. En ufak bir şeyde, bahaneler, haklı çıkma ego seli, patlamalarla devam ettikçe nefrete doğru ilerleyen süreci başlatıyor.
İnsanın omuzları, sevgiyle yüklendiğinde dağları bile taşır. Ancak, gerçek sevgi olmadığında, bu dağlar, sadece bir yükten öteye geçemez. Omuzlar, öfkeden, hayal kırıklığından ve nefretten kaynaklanan ağırlıklar altında ezilir. Bu, ilişkideki gerilimin ve duygusal kopukluğun bir işareti olarak yükselir. “İnsan dağları bile taşır omzunda, Gerçekten sevip aşık olunca. “Ancak, gerçek sevgi ve aşk, insanın sırtındaki bu dağları adeta birer taş gibi taşımasına olanak tanır. Bu, içsel bir güç kaynağıdır. Ancak, bu güç, karşılıklı sevgi ve anlayış olmadan zayıflar ve bir noktada kaybolur. Gerçek sevgi, bağlılık ve derin bir anlayışla beslenmediğinde, bu güç, hafif bir rüzgar karşısında kopmuş tespih tanesi gibi bile dağılabilir.
Duygusal sarmalın içinde kaybolmuş bir ruha bu kez, psikanaliz detaylar rehberlik eder. Sevgi, öfke ve nefretin karmaşık dansının kaynağını anlamak, bu duygusal yokuşların neden bu kadar dik olduğunu anlamak, bireylerin içsel dünyalarını keşfetmelerine uzun zaman geçince belki yardımcı olur. Ancak, bu süreç, acı bir gerçeği de beraberinde getirir: ilişkiyi gözden çıkarma ve ayrılık. Ayrılık, bazen bireylerin kendi duygusal sağlıklarını koruma yolundaki cesur bir adımdır. Zira daha düne kadar dokunmaya kıyamadıkları kişiyi elleriyle başkasına teslim edilen de bir süreçtir. Psikanalitik bakış açısıyla, süreç aslında, bireylerin kendi içsel zorluklarıyla yüzleşme ve birbirlerine olan bağlılıklarını derinlemesine değerlendirme süreciyle kurtarma çabasına girmediklerini de anlatan bir süreçtir.
Sonuç olarak, bu duygusal sarmalın içinde, sevgiyle başlayan yüksekliklerin ardında bir düşüşler olağan olarak nefrete ve öfkeye dönüşmeden elbet yaşanır. Bu karmaşık labirentte, psikanalizle kendi iç dünyamızı keşfetmek, anlamak ve daha sağlıklı başka ilişkiler kurmak mümkündür. Bu yolculuk, duygusal bir kırılma noktası getirse de, çoğu zaman bireylerin içsel güçlerini keşfetmelerine ve daha derin bağlar kurmalarına olanak tanır. Bu yalnız kalmış, anlaşılmamış, desteklenmemiş öfkeye ve gözden çıkarmaya dönüşmüş duyguların teselisini kendi içsel arayışımızla bir kapı açabiliriz.
Güneş birgün belki de bizim için doğacak…