Danışanlarımla çalışırken hep duygularına odaklanmalarını isterim ve yönlendiririm ama son zamanlarda duygularının ne olduğunu fark etmek de zorlandıklarını gözlemliyorum. Ve tekrar duygularını tanımak, keşfetmek üzere yol çıkmaları gerektiğini telkin ediyorum. Bu nedenle duygularımızın önemini ve duygunun ne olduğunu bu ayki yazımda tekrar bir güncellemek istedim.
Duygular enerjinin, etkinliğin ve bilginin içsel kaynağıdır. Doğuştan ne iyi ne de kötüdürler. Farklılık onların ürettikleri enerji ve bilgiye dayanarak yapılanlarda ortaya çıkmaktadır.
Thoits duygu olgusunun dört bileşeni içerebileceğini ileri sürmüştür;Durumsal bir uyarıcının ya da ortamın değerlendirilmesi, Fizyolojik ya da bedensel hislerde değişiklik, Anlamlı el, kol, yüz hareketlerinin özgürce ya da sınırlı olarak gösterilmesi, İlk üç bileşenden bir ya da daha fazlasının birleşimini kültürel bir şekilde adlandırması. Duygular kendiliğinden davetsiz gelirler, bizim tarafımızdan seçilmezler. Duyguyu ortaya çıkartan uyaran, ya organizmanın çevreyle etkileşimi sonucu dışardan bir obje ya da durumun reprezantasyonu veya bir anının hatırlanması veya iç ortam değişikliğini yansıtan bir durum olabilir. Duygular çok çeşitli etkenlerle ortaya çıkabilirler.
Schmitd-Atzert bunlardan üç ayrı faktör üzerinde durmuştur:
Günlük tecrübeler,
Tabi afetler, savaş ve ölüm gibi büyük hadiseler,
Uzun süreli yaşam ve çevre şartları.
Duygusal yaşantıların en büyük kaynağını insanlar arasındaki ilişkiler oluşturmaktadır. Duygular hem birey hem de bir tür olarak yaşamamıza devam etmemizde önem taşır. Aslında duygular yalnızca insanlara has özellikler değildir. Bir türün hayatta kalması ve gelişmesi, acil durumlara müdahale etmek, çevreyi keşfetmek, tehlikelerden sakınmak, grubun diğer üyeleriyle bağlarını sürdürmek, kendini korumak, çoğalmak, saldırılara karşı müdahale etmek ve karşılıklı özen göstermek gibi bir takım davranışlara bağlıdır. Duygular, motivasyon, bilgi (geri bildirim), kişisel güç, yenilik ve etkinin ana kaynağıdır. Duygular çoğu durumda sağduyu ve mantıklı düşünme ile çelişmezler; aksine, sağduyulu ve mantıklı düşünmeyi zorlar, canlandırır ve başarıya ulaştırırlar.
Duygular iyi kavrayış ve doğru yargı için gereklidir. Duygular mantığı tanımlar, fakat onun rasyonelleşmesini gerektirmez. Duygular bize sezgisel, önceden düşünülmüş ve üzerinde düşünülerek açıklığa kavuşturulan bir mantık sunar. Duygular, iyi yaşamın itici dürtüleridir. Duygular hayatımıza anlam verir. Hayatımızın ve işimizin gelişmesi ve sona ermesi sürecinde, bir değer ve anlamlar sistemi sağlar ve varlığımızın temelini oluşturur. Duygular, aynı zamanda bizi varlığımızın temel sorunlarıyla da yüzleştirir. Duyguların önemi kısaca şöyle sıralanabilir; Duygular insanlara yardım edecek gizli güce sahiptir. Duygular iyi kararlar almanın temelidir. Duygular kişinin sınırlarını kurmasına yardım eder. Beden dili duyguları yansıtır. Beden dili insanlarla iletişim kurarak onlara neye ihtiyaç olduğunu söyler. Kişi ne kadar iyi iletişim kurarsa, kendisini o kadar iyi hisseder. Duygular insanları birbirine bağlama gücüne sahiptir. Duygu alanında çok önemli şeyler söyleyen Heidegger için hep bir “ruh hali” içindeyizdir. Ona göre duygular, bizim beynimizin bir ürünü olmaktan ziyade bizim bir bütün olarak içine fırlatıldığımız “ruh halimiz içinde beliren” durumlardır. Heidegger için, duygularımız, yalnızca ötekileri duygulandırmakla kalmaz, ötekilerin bizi duygulandırdığına da işaret eder; bu yüzden asla bizim tarafımızdan tam denetimleri mümkün değildir. Örneğin istediğimiz zaman veya istediğimiz yerde sevemez veya nefret edemeyiz. Dolayısıyla duyguların temelinde iletişimin olduğunu söylemek mümkündür.
Yaşam duygularımız olmadan, duygularımızı yaşamadan anlamlı olmaz ve duygularımızı bulaştırmadan. Duygularını farket, duygularını yaşa ve duygularından korkma.
Bol farkındalıklı günler.