28 bin 75 lira: Açlık Sınırının Altında Bir Cumhuriyet Ayıbı
Bugün açıklandı: 28 bin 75 TL
Adına dq “asgari ücret” denildi.
Ama bu rakam, bir ücret değil; resmî yoksulluğun belgesidir.
Çünkü bu ülkede açlık sınırı, artık istatistik değil, gerçeğin ta kendisi.
…ve bugün açıklanan rakam, o sınırın altında.
Devlet, kendi yurttaşına şunu söylüyor:
“Çalış. Üret. Ama doymayı bekleme.”
Açlık sınırının altında yaşam dayatması
Asgari ücretli bir işçi;
- Kirasını mı ödeyecek,
- Mutfağını mı dolduracak,
- Çocuğunun beslenmesini mi düşünecek,
- Yoksa faturaları mı?
Bu soruların hiçbirinin cevabı kalmadı.
Çünkü cevap tek: Yetmiyor.
Bu tablo bir hesap hatası değildir.
Bu, bilinçli bir siyasi tercihtir.
Atatürk’ün Cumhuriyetinde Emek Ne Demekti?
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyeti kurarken şunu esas aldı:
“Devlet, halkı için vardır.
Emek, korunması gereken en temel değerdir.”
Atatürk’ün devletinde işçi;
Sadakaya muhtaç değil,
Hakkını alan,
Onuruyla yaşayan yurttaştı.

Bugün ise onun adını dillerinden düşürmeyenler, O’nun emek anlayışını yerle bir etmiş durumda.
Demokratik Ülkelerde Asgari Ücret Nedir?
Demokratik ülkelerde asgari ücret; açlık sınırının üstünde belirlenir ve barınma, gıda ve enerji giderleri hesaba katılır.
Sendikalar sürecin içindedir
“Çalışan yoksul olmaz” ilkesi esastır.
Oralarda devlet, işçiye şunu der:
“Sen bu ülkenin sahibisin.”
Bizde ise mesaj açık:
“Şükret” hatta “şükredemiyorsan öl”
Bu Bir Ekonomi Meselesi Değil, Bir Rejim Meselesidir
Açlık sınırının altında belirlenen ücret;
- Emekçiyi susturur,
- İtirazı bastırır,
- Yoksulluğu kalıcı hâle getirir.
Bu yüzden bu rakam yalnızca ekonomik değil, politik bir tercihtir.
Bu tercihin adı sosyal devlet değildir.
Bu tercihin adı Cumhuriyetle hesaplaşmadır.
Son Söz
28 bin 75 TL,
Bir bütçe kalemi değil; bir utanç belgesidir.
Atatürk’ün “kimsesizlerin kimsesi” dediği Cumhuriyet,
Bugün emeği açlığa mahkûm ediyorsa,
Orada sorun rakamlarda değil, vicdanlardadır.
Sadaka düzeniyle, şükür dayatmasıyla, yoksulluğu kader diye pazarlayanlarla bağdaşmaz.
Bugün işçiyi açlığa mahkûm edenler, yarın bu düzenin hesabını vermekten kaçamayacaktır.
Çünkü bu ülkede asıl asgari olan ücret değil, vicdanlardır.
…ve unutulmasın:
Bu ülke, aç bırakılan işçilerin suskunluğuyla değil, hakkını isteyen yurttaşların sesiyle yeniden ayağa kalkacaktır.
28 bin 75 TL bir ücret değildir.
Bu rakam, emeğe biçilen değerin, Cumhuriyetin sosyal devlet iddiasının ve halktan kopmuş bir iktidar anlayışının itiraf belgesidir.
Açlık sınırının altında yaşamayı reva görenler bilsin ki;
“Bu halk ne unutandır ne de ebediyen susandır.”
Şimdi soruyorum:
Açlık sınırının altında belirlenen bu ücreti savunanlar, kendi çocuklarına bu hayatı reva görür mü?
Bir işçinin sofrasındaki ekmeği küçültüp buna “başarı” diyenler, hangi adaletten, hangi millî iradeden, hangi vicdandan söz etmektedir?
Açlık sınırının altında ücret açıklayan bir iktidar, emeği değil itaati yönetir.
…ve herkes şunu bilsin:
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, işçisini açlığa mahkûm edenlerin değil; emeği baş tacı edenlerin, insanca yaşamı devletin namusu sayanların Cumhuriyetidir.
Açlık sınırının altındaki ücret, Atatürk’ün mirası değil;
ona rağmen sürdürülen bir utanç düzenidir.
Mustafa Kemal Atatürk:
“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar; önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar.”












