Eğer elimde bir sihirli değnek olsaydı, bütün siyasetçileri görevden alır, tüm partileri kapatırdım. Yerlerine Atasının izinde, bilimi ve teknolojiyi bilen gençlerden oluşan yeni bir meclis kurardım.
Sanat ve bilim bir milleti ayağa kaldıran iki ana güçtür. Biz yıllarca “sanatçıdan koca olmaz” gibi saçmalıklarla büyütüldük. Oysa Atamız, Cumhuriyet’in 10. yılı konuşmasında şunu söyledi:
“Güzel sanatlara değer vermeliyiz. Çünkü bu geleceğimizi belirleyecek.”
Sanat yoksa toplum körleşir. Bilim yoksa güçsüzleşir.
Ayrıca değinmeden geçemeyeceğim başka bir konu ise size küçük gibi görünebilecek ama aslında çok büyük bir planın varlığını gösteren kişisel bir tecrübemi aktarmak istiyorum. Üstelik bugüne kadar bu konuyu -her nedense- açık açık dile getiren pek kimseyi de görmedim, duymadım.

Yaklaşık olarak 15 yıldır Amerika’da yaşıyorum. Bu süre içinde defalarca devlet dairelerine girdim: Mahkemeler, hastaneler, belediye binaları… Bu binalarda, vatandaşların işlerini kolayca yapabilmesi için hazırlanmış el kılavuzları bulundurulur. Bunlar bazen duvarlara asılı panolar hâlindedir, bazen bilgi masalarında kitapçık olarak durur.
Bu kılavuzların ortak bir özelliği, yüzün üzerinde dile çevrilmiş olmalarıdır.
Şimdi soruyorum: Bu yüzlerce dilin içinde tek olmayan dil hangisi, tahmin edin.
Türkçe!
Bunu “Amerika’da Türk yok” diye açıklamak mümkün değil. Çünkü orada, nüfusu on binleri bile bulmayan ada ülkelerinin dilleri var. Hayatımda adını ilk kez duyduğum diller var. Ama milyonlarca insanın konuştuğu, kadim bir geçmişe sahip Türkçe yok.
Bu bir tesadüf olamaz.
Türkçe, dünyanın en eski dillerinden biri — belki de en eskisidir ve bugün sistematik biçimde görünmez kılınıyor.
Aynı şeyi tarihte de görüyoruz. Göbeklitepe örneği ortada. 12.000 yıllık bir geçmiş, bugüne kadar öğretilen tüm tarih anlatılarını altüst etti. İnsanlık tarihinin Milat’tan önce 4.000 yıla değil, en az 12.000 yıl öncesine dayandığını gösterdi.
Peki ne oldu?
Bu kadim bulgular geçiştirildi, üzeri örtüldü, gündemden düşürüldü. Çünkü kadim tarih ortaya çıktığında, “insanlığın kim olduğu” ve “kimlerin merkezde olduğu” da ortaya çıkıyor.
Tarih boyunca bazı güçler insanlığı kontrol edebilmek için dini kullandı, tarihi kullandı, bilgiyi filtreledi ve onlar için en tehlikeli topluluk her zaman şuydu: Türk milleti. Çünkü Türk, tarih boyunca başka topluluklara hükmettiğinde bile adaletle anıldı. Adaletli duruş, güç hırsıyla yaşayan yapılar için en büyük tehdittir. Çünkü adil olurlarsa doyacaklardır — ama onlar doymak istemez, hükmetmek ister.
Bu yüzden adaleti temsil eden güçlü yapılar tarih boyunca ya bölündü, ya itibarsızlaştırıldı, ya da yok edilmeye çalışıldı.
Bu oyun yeni değil. Roma’nın, paganlara Hristiyanlığı kabul ettirebilmek için kendi şehirlerini bile yakıp yıktığı dönemleri hatırlayın. Yöntemler değişiyor ama oyun binlerce yıldır değişmiyor.
Bugün bu oyun daha sessiz, daha ince yöntemlerle “bir dili yok sayarak, bir tarihi görmezden gelerek, bir milleti kendi iç çatışmalarına boğarak” sürdürülüyor.
Bu yüzden artık bakış açımızı değiştirmek zorundayız. Daha geniş, daha derin bakmalıyız.
Ben, yeni neslin bunu çok daha zekice yapacağına inanıyorum. Asıl mesele onları bir an önce sahaya çıkarmak. Çünkü “sahaya çıkan bilinç, en büyük dengeleri bozar.”

SON SÖZ
Biz, Atamızın bize emanet ettiği ve bizim için koruduğu ortak değerlerimizi geri istiyoruz.
Parti yok.
Siyaset yok.
Millet var.
İstiklal var.
Atatürkçülük bir taraf olmak değildir.
Atatürkçülük, millet olmaktır.
Naçizane görüşüm şudur:
İzlenmesi gereken yol kesinlikle Atatürk’ün yoludur; ancak doğru zamanlamayla.
Bugünkü durumumuzu Atamızın dönemiyle kıyasladığımızda şunu açıkça görmek zorundayız:
Cumhuriyetimiz neredeyse yok hükmündedir.
Çünkü adalet yok, bağımsızlık yok, seçme ve seçilme hakkı fiilen yok.
Yani ortada bir cumhuriyet yoktur.
Bu şartlar altında millet olarak en büyük düşmanımız;
Sözde demokrasi kullanılarak yapılan koltuk gaspıdır.
Dolayısıyla izlememiz gereken yol,
Atatürk’ün Cumhuriyeti kurduktan sonra yaptıkları değil, Cumhuriyeti kurmadan önce yaptıklarıdır.
Yani;

Atamızın yaptığı gibi din, dil, ırk ayrımı gözetmeden, herkesi Türklük ideolojisi altında birleştirmek ve Kuvayı Milliye ruhuyla, siyaseti ağzımıza bile almadan hareket etmek zorundayız.
Bu milleti kurtaracak kudret; Atatürk’ün de işaret ettiği gibi, bizim kadim tarihimizde yatmaktadır.
Ancak bu şekilde birleşebiliriz.
İlk adım olarak muhalefetin, Türklükten korkmadan, Atatürk’ün yaptığı gibi Türklüğü insanlara doğru şekilde anlatmanın yolunu bulması gerekir.
Örneğin; eylemlere DNA testleriyle çıkılsın.
İnsanlarımızın kanında bulunan onlarca farklı köken, belgeleriyle gösterilsin.
…ve Türklüğü benimsemenin ırkçılık değil, bir ideoloji olduğu net biçimde anlatılsın.
Bugün nasıl ki insanlar Yunan mitolojisinden Zeus’a, Eros’a; Mısır mitolojisinden İsis’e hayranlık duyup dövmeler yaptırıyor, kolyeler takıyorsa; işte tam da bu şekilde, onların hepsinden daha eski olan kadim Türk mitolojisini, efsanelerimizi ve değerlerimizi önce kendi halkımıza, sonra bütün dünyaya sevdirmek ve kabul ettirmek büyük hedeflerimizden biri olmak zorundadır.
Canberk Çelik (DJ Jhano)













