Siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi olan demokrasi, dünyanın çeşitli ülkelerinde bu tanımı tam olarak karşılayamıyor. Gelişmiş olarak kabul gören ülkelerde kadınlar yönetimlere tam katılamazken, az gelişmiş bazı Afrika ülkelerinde tam tersi bir durum gözlenebiliyor. Kadınların daha aktif olarak hükümet içinde yer almaları, gelişmişlik düzeyiyle ters orantılı bir katılım gözlenebiliyor. Yani bir ülkede kadınların siyasete katılımının yüksek olması, o ülkenin gelişmişlik düzeyini göstermiyor.
Demokrasinin, erkekler ve kadınlar arasında eşit ilişkilere dönüşmesi gerekiyor. Son derece demokratik olarak kabul edilen ülkelerin, daha az demokratik olan ülkelerle karşılaştırıldığında kadın temsilinin düşük olması nedeniyle sahadaki kanıtlar, demokrasi ile kadınların siyasi katılım düzeyleri arasında çok az bağlantı olduğunu veya hiç olmadığını gösteriyor. Güçlü bir ekonomi, bireysel hakların korunması ve toplumsal cinsiyet eşitliği yasalarının kabul edilmiş olması ülkelerin gelişmişlik düzeyini gösterirken gelişmişlik düzeyi yüksek ülkelerde cinsiyet eşitliği yasalarla sağlanmıştır. Yasalar kadın ve erkek için aynı şekilde uygulanır. Ancak, gelişmişlik düzeyi yüksek ülkelerde kadınlar siyasette ve karar alma organlarında tam olarak etkili olamıyor. Avrupa’nın birçok gelişmiş kategorisindeki ülkesinde kadınlar yönetimlerde siyasette yüksek oranda yer alamıyor. Demokrasi, siyasette kadın sayısını artırmaktan daha fazlasını ifade eder. Belgesel kanıtlar ve görüşülen politikacılar, demokratik olarak etiketlenen ülkelerin ve partilerin, otokratik olarak etiketlenenlere göre siyasi konumlarda daha az kadın temsiline sahip olduğunu kanıtladı.
Dünyadaki ülkelerin parlamentosunda en yüksek kadın temsil oranına sahip ülke Ruanda, 2011 Demokrasi Endeksi’nde otoriter rejim olarak sınıflandırılmasına rağmen, parlamentosunda %56,30 kadın var, bu oran ABD’ye karşı keskin bir tezat oluşturuyor. 2012 Başarısız Durumlar Endeksi tarafından, ulusal parlamentolarda kadınlara ilişkin sınıflandırmasına göre kongre ve senatoda %16,9 temsil ile 80. sırada yer alan ABD, tam demokrasi olarak sınıflandırılıyor. Aynı şekilde, tam demokrasiler olarak sınıflandırılan Birleşik Krallık, Avustralya, Kanada, Japonya ve Almanya Parlamentolarında kadın temsilinin düşük yüzdeleri, otoriter rejimlerin kadınların ulusal parlamentolarda katılımına ve temsiline daha uyumlu ülkelerin sıralamasında üst sıralarda yer aldığını gösteriyor. Bu, Küba, Ruanda ve Angola’yı otoriter rejimler, Senegal ve Mozambik’i melez rejimler ve Güney Afrika’yı kusurlu demokrasi olarak sınıflandırarak 2011 EIU Demokrasi Endeksi’ne yansıtılmaktadır. Parlamentolarında %30 kadın temsili ile İsveç, Finlandiya, Hollanda, Norveç ve Danimarka gibi tam demokrasiler de IPU sıralamasında ilk 20 ülkede listelenmiştir, bu da demokratik ülkelerde mutlaka daha fazla kadın bulunmadığını göstermektedir. Otokratik bir rejim olan Ruanda’nın dünyada parlamentoda en fazla kadına sahip ülke olması demokrasi ile kadınların siyasete artan katılımı arasında hiçbir ilişki olmadığını düşündürür. Bu anlayışı daha da açıklamak için, ABD buna bir örnektir.
Siyasal katılım, son derece demokratik olarak kabul edilen ülkelerde, daha az demokratik olarak kabul edilenlere kıyasla daha düşük kadın temsiline sahip olduğu sayısal verilerle tespit edilebiliyor. Gelişmiş bir ülke olmasına rağmen, Fransa’da kadınlar siyasette var olmak için hala mücadele ediyor. 1944 yılında Fransız kadınları oy kullanma ve kamu görevlerinde bulunma hakkına sahip oldular. Kadınlar artık oy kullanma haklarını erkeklerle aynı ölçüde kullanmalarına rağmen, 1945’ten bu yana iktidar mevkilerindeki varlıklarında kayda değer bir artış olmadı. Kadınlar, seçmenlerin %53’ünü, üniversite öğrencilerinin %54’ünü ve çalışan nüfusun neredeyse yarısını ve buna rağmen ulusal yasama meclisinin yalnızca %5,77’sini oluşturuyor ve Fransa Avrupa masasının en altında yer alıyor. Fransa gelişmiş bir ülke olmasına rağmen, Fransız kadınlarının hükümette ve siyasi haklarda gecikmesinin temel nedenlerinden biri Devrim ve Napolyon Yasası’nın mirasıdır. Fransız cumhuriyetçi değerlerinde evrensel olma kavramının oynadığı merkezi rol, halkın evrensel bir temsilcisi olma fikri, bu temsilcinin kim olduğunun önemli olmadığı anlamına geliyordu; önemli olan bunların halkın çıkarlarını temsil etmesiydi. Bu nedenle, kurumların cinsiyete, sınıfa göre bileşimi hakkında istatistik toplamak bu ilkeye aykırı olacaktı. Cinsiyet kavramı kaldırılıp halk kavramı oluşturuldu. Bu miras kadın katılımını önemsizleştirdi.
Afrika ülkelerinin gelişmişlik düzeyi geride olsa da, Ruanda’daki kadınların hükümette aktif rol almaları dikkat çekicidir. Ruanda, kadınların parlamentoda dünyadaki en yüksek temsile sahiptir. Kadınlar ayrıca yönetimin diğer seviyelerinde de iyi temsil edilmektedir ve Ruanda gelişmişlik seviyesi geride olsa da güçlü bir toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamayı başarmış ülkedir. Eylül 2003’te nüfus, kademeli bir seçim sistemi aracılığıyla 80 üyeli Milletvekilleri Meclisi’ne 39 kadın seçti. Ruanda, ulusal yasama meclisinde en yüksek kadın yüzdesine sahip ülke olarak İsveç’in yerini aldı.
Öbür taraftan, kadınların hükümete katılımının yüksek olması o ülkenin gelişmişlik düzeyini göstermez ancak Ruanda’da kadın katılımının bu denli yüksek olmasının ve Ruanda’nın dünyada ilk sırada yer almasının özel bir nedeni bulunuyor. 1994 yılında Ruanda’da yaşanan soykırımının kalıcı yansımaları nedeniyle erkek nüfusunun azalmış olması kadınların yolunu açtı. Soykırım sonrası Ruanda, kamusal yaşam ve siyasette, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kültürel ve sosyal kavramlarda büyük bir değişikliği teşvik ederek kadınların siyasette yönetimlerde yer almasının yolunu açtı.
Sonuç olarak çoğu ülke, kadınların siyasete katılımını artırmayı amaçlayan anlaşmaları onaylamış olsa da, siyaset hâlâ erkeklerin alanı olmaya devam ediyor. Kadınların yaşamlarını doğrudan etkileyen konular, siyasetin gerçek alanının dışında olarak önceden tanımlanmıştır. Bir toplumsal cinsiyet perspektifini dahil etmeyen ve belirli grupların eylemlerini ve etkilerini göz ardı eden herhangi bir analizin kusurlu olacağını savunuluyor. Kadınların siyasete katılımını engelleyen etkenler arasında uygun finansman eksikliği, sosyo-ekonomik değerler ve kültürel değerler sayılabilir. Belgesel kanıtlar, derinlemesine görüşmeler ve önemli bilgi sağlayıcı görüşmeleri, demokratik ülkeler ve partilerde kadınların otokrasilerden daha az olması nedeniyle demokrasi ile kadınların siyasete katılımı arasında olumlu bir ilişki olmadığını vurguladı. Kadınların siyasete katılımının çözümü, tüm ülkeler tarafından kadın katılımına yönelik siyasi taahhüttür. Cinsiyet, demokrasinin kesin bir hedefi olarak korunmalıdır. Kadınların sesleri yasalarda, siyasi kurumlarda ve süreçlerde güçlendirilmedikçe ve kadınlar siyasete dahil edilmedikçe demokrasi, demokrasi değildir.
👏👏