Tüm eğiten ve öğreten yüce gönüllerin öğretmenler gününü kutladıktan sonra okul kavramının tarihsel sürecini bu yazımda anlatmak istedim.
Öğretmenlerimizin dertleri ve sıkıntıları büyük, yazmaya kalksam altından çıkamam.
Öğrencilerimiz adına da inanılmaz kaygılıyım. Gelecek zamanlarda, bugünlerin yarattığı eksiklerle yüzleşeceğiz ve bir virüsle tüm eğitim sisteminin çökmesinin nedenlerini irdeleyip gerekli tedbirleri alır mıyız, emin değilim.
Hep yazdım, hep söyledim, bizim hükümetler üstü millileşmiş bir eğitime ihtiyacımız var. Bunu yapmadığımız sürece mehter marşı gibi iki ileri bir geri ilerlemeye çalışacağız.
Eğitimin ne kadar önemli olduğunu Peygamberimizin eşi Hz. Aişe’ye söylediği şu sözlerden anlayabiliriz sanırım;
“Allah beni sıkıntı verip zorlaştırıcı olarak göndermedi. Beni ancak kolaylaştırıcı bir öğretmen olarak gönderdi.”
Evet, günümüzde eğitimi şekillendirenlere sormak istiyorum; eğitimi kolaylaştırmak lafından ne anladınız?
Tamamen yok etmek mi?
Oysa tam tersi, çocuğu; geleceğine, yeteneklerine, kapasitesine uygun, hayatını kolaylaştırıcı eğitimin faydasını ifade etmek istemiştir.
“Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.”
Hz. Ali’nin bu kısa sözünde çok büyük anlamlar yüklüdür. Öğretmenin ne kadar önemli olduğunu anlatır.
Mustafa Kemal Atatürk, seslenir tüm ulusa;
“Öğretmenler! Cumhuriyet, fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli muhafızlar ister. Yeni nesli bu nitelik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.”
Minik muhafızlarımızın hali perişan Atam!
Atatürk görse bu kadar teknolojiye rağmen eğitimimizin paramparça olduğunu, kahrolurdu.
Günümüz eğitim sistemi böyle, peki ya geçmişte nasıldı?
Günümüzden 5500 yıl önce yazının icadıyla yeni bir çağ başladı. Yazının icadından sonra okullar da ortaya çıktı. Günümüzdeki okullar gibi olmasa da, gençlerin ticaret yapabilmesine yetecek kadar eğitimler veriliyordu.
Sümer ekonomisine dayalı bu eğitim daha kapsamlı bir hal aldı. Ailede başlayan eğitim ilk önce tapınaklarda, sonra okullarda verilmeye başlandı.
(Ben tapınak yazınca bir kesim tepki göstermiş, tapınak dememeliymişim.
Değerli okur; arkeolojide o dönemki tapınma yerlerine tapınak deniyordu. Hıristiyanlıkta kilise, Müslümanlıkta cami deniyor. Arkeolojik bir terimdir yani tapınak!!!)
Irak’ın Şuruppak kentinde 1902-1903 yılları arasında yapılan kazılarda bulunan Sümerler’den kalma tabletlerde, Sümerler’de okullara ait kayıtlar ele geçti.
Sümerlerden sonra Akadlar, Yahudiler, Asurlular ve Fenikeliler de Sümerler’in kurdukları sistemleri devam ettirmişlerdir.
Fenikeliler’den öğrendikleriyle Yunanlar da, batı eğitim tarihini başlatırken Antik Mısır ve Persler, dünyanın diğer bölgelerine Mezopotamya eğitim geleneğini taşımışlardır.
Eğitim öğretim düşüncesi yayılmaya başlayınca, antik dönemin ünlü kadın şairi Sopho, günümüzde Midilli adası olarak bilinen Lesbos adasında kızlar için bir okul açtı.
M.Ö. 5. yüzyılda Atina okullarında eğitim öğretimin yanı sıra şiir, müzik ve jimnastik de vardı. Zengin aileler ise çocuklarının eğitimlerini ya bir dil aliminin yanında ya da bir felsefi filozofun yanında aldırıyorlardı.
Roma’da ise okulun anlamı başkaydı. Roma’daki her ev, okul niteliği taşımaktaydı. Her evdeki çocuklar, ev sahibinin tutacağı bilgili bir köle tarafından yetiştirilirdi.
Roma’da M.Ö. 3. Yüzyılda ilk defa dil bilgisi okulları açıldı. Daha sonra felsefe okulları kuruldu. Tüm halkın katılabileceği, hiçbir hiyerarşik sistem gözetmeyen okullar ise M.S. 60-70’li yıllarda açıldı.
Daha sonraki zamanlarda, halka açık olan şehir okulları, imparatorluk okulları kuruldu.
Ortaçağ’da ise okullar, kiliselere manastırlara bağlandı.
Felsefeden şiirden uzaklaşarak daha katı ve din adamlarının gözetimindeki okullar arttı.
Okulların ilk çıkışlarından günümüze dek kat ettiği yol ileri mi yoksa geriye mi gitmiş okur karar versin isterim.
Arkeoloji bana öğretti ki, ilerlediğimizi zannederken sanki gerilemişiz…