Aşkım Tan:
Mustafa Kemal Atatürk’ü rüyanızda gördüğünüzde söz etmiştiniz, herkese kısmet olamayacak bu rüyayı paylaşmak ister misiniz?
Nino Varon:

Evet, Atatürk’ü rüyamda gördüm. Hayatımda gördüğüm en enteresan rüyadır. Rüyam şöyleydi; 1920’ler 1930’lardaki orduevi girişini anımsatan kolonlu bir kapının girişinde askerler bekliyordu ve ben sivilim, kapıya yakın bir yerde duruyorum. Birden Atatürk çıkıyor kapıdan ve “Nino gelsene buraya!” diyor. Gidiyorum Atatürk’ün yanına ve “Buyurun efendim” diyorum. Atatürk mavi kostümler içerisinde. Oysa gerçekte Atatürk’ü hiç mavi kostüm içerisinde görmedik. Kravatı renkli ve gömlek yakasının uçları eskimiş gibiydi. Cebinde bir mektup çıkarıyor. Ya Afganistan ya da İran şahı, tam hatırlayamıyorum ama Atatürk’e çok güzel bir köşk hediye etmiş ve bahsi geçen o ülkenin genelkurmayından gelen bir mektup bu. Genelkurmay, “Sayın Atatürk’üm gelmeyecekseniz o köşkü bana satar mısınız?” diyor mektubunda. Atatürk de bana “Buna ne cevap verilir çocuk?” diyor. Böyle acayip bir rüyaydı. Etkisinde kaldım. Rüyamın sabahında Atatürk’e bir melodi yaptım…
Aşkım Tan:
Ne kadar etkileyici bir rüya… Belki bu rüya geleceğinizin ne kadar parlak olacağının bir işaretiydi. Peki, anılara değinecek olursak, neler anlatmak istersiniz?
Nino Varon:
Kolum kırılıp dirseğimin üstüne kadar alçıya alındığından dolayı çok kaşınırdı. Kolumu tahta kaşıkla kaşırdım ve annem, babada “Nino’yu doktora götür de, o ne yapması gerektiğini söylesin demiş. Doktoru ise “kaşındığında oraya soğuk su koyarsan, kaşıntını alır” dedi. Babam da beni Balat Musevi hastanesine götürdü. Hastaneden çıktığımızda karşıya geçtik. O anda önce önlerinden iki motosiklet, hemen arkasından iki motosiklet daha geçti. Ardından siyah bir Cadillac önümüzde durdu ve içinden Adnan Menderes bana “geçmiş olsun” dedi. Babam, saygı gereği şapkasını çıkardı ve bana “bakar mısın, hiç tanımadığı bir vatandaşa ‘geçmiş olsun’ diyor” dedi. Bu da beni çok etkilemişti.
Yıllarca bu anımdan dolayı Adnan Menderes’e büyük bir hayranlık duymuştum. Ta ki Cemal Süreya’nın hakkında “insanlığa gönderilen bir mektuptur” dediği, TRT’de Dış Yayınlar Daire Başkanı ve çalışanların temsilcisi olarak Yönetim Kurulu üyeliği yapan Emil Galip Sandalcı ile karşılaşana kadar bu böyle devam etti. Emil Galip bana “sana gerçek Türkiye’yi anlatayım” dedikten sonra Adnan Menderes’in gerçek yüzünü görmüş oldum.
“Ben aslında Demirelciyim. Gülüyorum, seviyorum ve CHP’ye de oy veriyorum mecburen.”
Kemal Kılıçdaroğlu’nun elinden iki kez ödül aldım.
Müzikle ilgili anılarıma gelince…

Barış Manço ile de çaldım. Barış Manço ile YouTube’da bir röportajım da var. Barış, Jöntürk’lerdendi frankofon, Galatasaray Lisesi’nin getirdiği klas ve kalitesi vardı.
Cem’le Kahraman Pavyon biz çalarken, “Namus Belası” gibi şarkılar yoktu. Biz Elvis Presley gibi sanatçıları çalardık ve yevmiye olarak 25 lira alırdık. O günlerin 25 lirası… Bugün 20 bin liraya bir ayakkabı alınıyorsa, biz 12-13bin lira alıyorduk. Oysa bugün bir gitarist bin lira bile zor alıyor.

Odeon Müzik’teyken müzik yapardık. “Müzik yapmak” demek, Nesrin Sipahi’nin şarkısını filme koymaktı. Bu da çıkardığı plağın biraz daha tanınmasını sağlıyordu.
Müzikal olarak yaptığım en mühim şey ise…

Bir gün kayınbiraderimin muhasebecisi “Yılmaz Güney seninle konuşmak istiyor” dedi. “Hayırdır?” dedim. Yılmaz’ı da Nebahat Çehre ile birlikte olduğu dönemde mahalleden tanırdım, Taksim’de bir sokak ötemizde otururdu. Sözü uzatmayayım, kalkıp gittim. Kendine özgü selamını verdikten sonra bana “bak gardaş, senin müzik geçmişine baktım, benim filmimin müziğini de sen yapacaksın.” dedi. Filmin adı da “Arkadaş”. Arkadaş sahnesinin birkaç kesitini gösterdiğinde kendisine “bak arkadaş, ben liberalim, senin gibi solcu değilim ama senin kadar solcu arkadaşlarım var, onlarla bir müzakere edip konuşalım.” dedim.
Şanar (Yurdatapan) ve Atilla Özdemiroğlu Tampon stüdyolarına Tanju’yu (Okan) yolluyorum, “şarkı bu” diyorum. “Sen yazar mısın?” diyor, yazıyorum “Koy Koy Koy”, “Sevdim” ve başka bir film şarkısı yaptılar bana. O dönemde, Şehrazat Söylemezoğlu “Nino, sana geliyoruz” dedi, yanında da Türkiye’nin en zengin kızı Melike Demirağ, meşhur Demirağ’ın kızı! Bende oturduk, laklak ediyoruz. Şanar, bir işaret etmişti bana, “hemen geliyorum” dedim ve kalkıp bir telefon ettim, “çocuklara bir avans verin” dedim. Onlarla oturmaya devam ettim ama orada çok enteresan bir şey oldu… Ben -kellikten dolayı- daha derin bir gözlemci olduğumdan, Şanar’la Melike’nin göz göze geldiklerini fark ettim. Biri Türkiye’nin en zengin ailelerinden, biri de Türkiye’nin en büyük komünistlerinden biri. Tanıştılar, Melike de stüdyoya gitmeye başladı. Türkiye’nin en zengin kızı, Türkiye’nin en solcu filminde oynadı. Film Türkiye’de listede bir numara iken şarkı da bir numara olmuştu.

Günümüze dönerek- Bir gün Burcu Güneş bana geldi ve “şarkı çok güzel, Arkadaş’ı söyleyeceğim” dedi. Ben, “bunun yerine sana yüzlerce şarkı vereyim ama bunu söyleme” dedim, şarkıyı yaptı mı bilmiyorum. Çünkü Arkadaş, Melike Demirağ’a mal olmuş bir şarkı.
Nilüfer çok zeki bir kızdır. 1970 yılında Hafta Sonu Dergisi tarafından düzenlenen Altın Ses Yarışması’nda jüriydim, Selmi Andak, Şerif Yüzbaşıoğlu da vardı jüride. Ben de Odeon’da parlayan prodüktör olduğum için katılmıştım. Nilüfer orada 15 yaşındayken Durul Gence orkestrası eşliğinde “Sensiz Yıllarda” adlı şarkıyı seslendirerek birinci olmuştu. Bu birinciliğin ardından, bir gün karşılaştığımızda Nilüfer’e “gel sana plak yapayım” dedim ve ilk plağını benim yapmış oldum.

Plak yapmak dışında ilk işlerim arasında şarkı sözü yazmaya başlattığım insanlar vardı. Çiğdem Talu’yu başlatan benim. Amcamın Galatasaray’dan bir arkadaşından dolayı Talu soyadına da ayrı bir sempatim var(dı).
Ülkü Aker’e ve Mehmet Teoman’a da çok destek verdim.
Bülent Özveren’le birlikte katıldığım bir programda Eurovision’a artık katılmıyor olmamızla ilgili ABBA grubunu örnek göstererek “Eurovison’un iyi yılları 70’lerdi” demiştim. Çünkü müzik dünyasına kazandırılmış en iyi topluluklardan biridir ABBA. Müzik endüstrisinde yeni çıkabilecek bir şarkı veya şarkıcıyı en azından müziğe olan heyecanın ülkede devam etmesi açısından bu çok önemli. Günümüzde karşımızda artık YouTube’lar ve müziğe ulaşabilmenin çok kolay yolları var. Eurovision’a katılmamız biraz daha heyecan verici olurdu, dileğim de bu yönde. Devam edecek













