Gurbetle sılayı birleştiren ince bir çizgidir. İnsanı hasret çağırır, geçmiş günler, Ana, ata çağırır koşarak gelir dönersin yurduna… Hiç bırakmamış gibidir ardında çocukluğunu, ilk gençliğini buralarda aldığı nefesi, edindiği tecrübeyi, yaşadığı dünleri… Liseli çağları gelir aklına, bando çalışmaları, bisküvili pastalı ergen ama vaktinde kutlanan doğum günleri, bitmeyen yaşam serüveni, heyecanları… Kendinle taşıdığın dünler bavulu dökülür ortaya, her sılaya varmanla birlikte. Elinde, avucunda hiç bırakmadığın umudun, yarına olan tutkun, o bavulla her yere gider, her yerden seninle geri döner. Bir köşende en saklında çocukluğunda yıkanan halılar, yünlerdir buralarda akan giden, ergenliğinde dinlediğin şarkılar, mangalda kalan külleridir ailece gittiğin yasak olmayan parklardaki piknik sonrası hiç sönmeyen közün, içindeki kıvılcımın. Ceyhan suyu gibi akar görünür ,yatağını bulur sandığın ; bulamadığında bocaladığın ,ama elinde kalanla , seninle yol alıp bugüne ulaştığın “nasip “dediğin hic “keşkeye” dökmediğin yoklukların…Hiç susmayan iç sesin seni buralarda karşılar ,;merhaba diye kucaklarsın; daima gülümseyen küçücük yüzünü ,hiçbir yerde bırakmadığın seni sen yapan o cesur ,çok konuşan ,hiç susmayan özünü, yarına taşıdığın dünkü kız çocuğunu …
Al hadi ilk gençliğini yanına, bir de kaybettiğin sol yanını ,en çok güvendiğin, bir değil bin anlamı yüklediğin gencecik göçüp giden adi gibi herkesin kendinden Emin,razı olduğu dal boyluyu ; sonra bak sağına ,o zamanlar ak tülbentinden başka saçında beyazı olmayan sağlığına varlığına hep şükrettiğin Çınarına, yaslan ,arkanda duran kavaklardan tırtılın kelebeğe çoktan döndüğü zamanlarda , yazın ilk demlerinde en mis kokulu rengarenk ,kadife çiçeklerinin reyhasında, çiftçi çocuğu, köy çocuğu olmaktan duyduğun gururu hiç yitirme,dünden bugüne getirdiğin her yeşile bakışında büyüttüğün özlemi, memleket kokusunu ,toprak aşkını.. Çünkü geçmişinden kopmadıkça sen kaldıkça, insansın, geçmiş, gelecek, işte bu andaki kadın sensin…
Bedeninle değil ruhunla da sığamadığın, yaşasan da nefes alamadığın, her şeyin varken bile mutlu olamadığın her yer gurbettir ve gözlerinin içiyle güldüğün, onda huzurla dolup taştığın her yer sıla… Senin geldiğin yerlerden gelip geçen her yolcu aynı duygularda değildir ya ,seninle ayni kaygıdan, ayni hüzünden, ayni sevinçten geçmemiştir ki..Herkesin hüznü kendini boğar da herkesin sevinci sadece kendini mi güldürür … Senin gülüp geçtiğine bir başkası gözyaşı döker nerden bileceksin; yaşamadan, geçmeden ayni köprüden, yoldan, yolculuktan, imtihandan… Sılayı gurbetten ayıran, sana yurt kılan, cana sevdiren, sevdiklerinin varlığı, hasret giderdiğin göçüp gidenin mezarı, anılarının acılarınla yoğrulduğu, sevinçlerinin ilk durağı olmasındandır.
Dünyanın herhangi bir yerinde her kaynaktan su çağlar, bir ağaç her yerde dala yaprak verir de gölgesinde büyümediğin hiçbir ağacın esintisi ferahlatmaz yüzünü… Sen büyüdükçe, çoğaldıkça belleğinde azalan anılarındır gurbeti sıladan ayıran… Yoksa gurbet olur muydu yalnızlığının döküldüğü bavulla vardığı son durağının adi…
Zarif kalem,Cahit Zarifoğlu onca satıra sığdıramadığım gurbeti en kısa yoldan, nasıl da güzel ,derinden tarif etmiş …
“İnsana imtihan olarak özlemek yeter, bir şehri, sesi, bir nefesi…