Bugün gelinen noktada açıkça görülüyor ki yoksulluk, yanlışların değil tercihlerin sonucudur.
“YOKSULLUK YÖNETİLEMİYOR, NORMALLEŞTİRİLİYOR”
- Yoksulluk kader değil, karardır ve hak ihlalidir.
- Yoksulluk doğal değil, politiktir.
- Yoksulluk yardım değil, adalet
- Yoksulluk bir insan hakkı ihlalidir.
- Yoksulluk hayır işi değil, devlet sorumluluğudur.
Kısacası, “yoksulluk yönetilemiyorsa, yönetim sorgulanır”.
Yoksulluk üzerine yazılacak sonsuz cümleler ve yapılacak sonsuz yorumlar olabilir.
12-18 Aralık tarihinin 1993 yılından bu yana “Yoksullarla Dayanışma Haftası” olması ve gelenekselleştirilmiş olması, düpedüz halkı yoksullaştıran devletin ayıbıdır.
Çünkü;
- Aç çocuk, “çöken gelecek” demektir.
- Çocuk açken hiçbir ülke güçlü değildir.
- Yoksulluk çocukluk çalar.
- Yoksulluk bir kader değildir.
- Yoksulluk bir tercihtir.
…ve bugün bu tercih, milyonların hayatını karartıyor.
Halk market raflarının önüne kadar gelerek alışveriş yap(a)mıyor; hesap yapıp vazgeçiyor.
En temel ihtiyaçlar bile lüks hâline geldiği için “sonra”ya bırakılıyor ve bu tablo, geçici bir ekonomik dalgalanma değil; yönetilemeyen bir hayatın fotoğrafıdır.
En ağır bedeli ise yine çocuklar ödüyor ve açlık artık gizlen(e)miyor.
Kantinden haftada bir alışveriş yapabilen çocuklar en azından okula gidebildikleri için -neredeyse- şanslı sayılacaklar.
Açlıktan ders dinleyemeyen, kıyafeti olmadığı için okula gidemeyen çocukların sayısı hiç de azımsanmayacak ölçüdedir.
Eğitim Reformu Girişimi’nin “Eğitim İzleme Raporu 2025”e göre, “zorunlu eğitim” çağındaki yaklaşık 804 bin çocuk okula gitmiyor.
Yabancı uyruklular, açık öğretim öğrencileri ve mesleki eğitim merkezinde örgün eğitimden kopanlarla birlikte toplam sayı 1 milyon 470 bin’i aşıyor.
Yine aynı raporda, eğitim krizinin arkasındaki yoksulluk ve sosyal dışlanma gibi faktörlere vurgu yapılmaktadır.
- 2024 verilerine göre Türkiye’de çocukların %39,5’i “yoksulluk veya sosyal dışlanma riski” altındadır.
- Aynı alandaki Avrupa Birliği (AB) ortalaması ise %24,2’dir.
- Yine verilere göre, 15-17 yaş grubundaki her dört Türk çocuğundan birisi işgücüne katılıyor.
- Günlük düzenli meyve tüketebilen öğrenci %10’da kalıyor.
- Her dört çocuktan yalnızca birisi düzenli proteine ulaşabiliyor.
Raporda, çocukların örgün öğretimin dışında kalmasının başındaki etkenler ise artan çocuk oranı, neredeyse üçte birinin maddi yoksunluk içinde yaşaması, sosyoekonomik koşullar olarak değerlendirilmektedir.
Bu, bir istatistik değil; utanç verici bir gerçeğin ta kendisidir.
Okulun işlevi yalnızca eğitim hizmetleri sunmak değildir.
Okulun işlevi aynı zamanda çocukları koruyucu kaynaklarla ilişkilendiren bir bağlantı noktası oluşturmaktır.
Yani “yaygın eğitim örgün eğitimin alternatifi olmamalıdır”.
Aç kalan bir çocuğun ne eğitimi ne de geleceği olur.
Çünkü açlık, yalnızca mideyi değil, umut duygusunu da yok eder.
Eğer yoksulluk bu noktaya gelmişse, sorun bireyde değil; kamusal bir sorumluluk olmasından dolayı yönetimdedir.
Halk geçim derdiyle boğuşurken, siyasetin ürettiği yapay gündemler, halkın yaşadığı gerçekliğe çarpıp dağılmaktadır.
Hayat pahalılığı karşısında söylenen her söz, boş bir teselliye dönüşüyor.
Halk açlık ve geçim mücadelesi verirken, siyaset gerçek sorunlardan kaçarak propaganda yapıyor.
“Boş tencerenin ideolojisi ol(a)maz.”
Siz hiç boş tencerenin ikna edilebildiği bir ülke gördünüz mü?
Sözün özü, hayat pahalılığı karşısında üretilen her yapay gündeme ilişkin söylemler artık tutmuyor.
Toplum yüksek sesle itiraz etmiyor olabilir ama bu sessizlik rıza değil, tükenmişliktir. Umudunu kaybeden bir toplum bağırmaz; susar.
Gençlerimiz ise artık hayal kurmuyor, sadece kaçış planı yapıyor ve bu da bir gelecek tasarımı değil, çöküş göstergesidir.
“Yoksullukla mücadele” adı altında yapılanlar ise sorunu çözmüyor, kalıcılaştırıyor hatta normalleştiriyor.
Yardımlar artıyor ama yoksulluk bitmiyor, azalmak yerine kökleşiyor, kalıcı hale geliyor.
Çünkü amacın yoksulluğu ortadan kaldırmak değil, onunla yaşamayı öğretmek ve siyaset yapmak olduğu gün gibi ortadadır.
Hal böyle olunca da yardım bağımlılığı, hakların yerini almış duruma gelmiştir.
Yoksulluk yardımlarla değil, hak temelli politikalarla çözülür
İşle, eğitimle, adaletle, eşitlikle çözülür.
Bunlar yoksa, dağıtılan her paket, sadece sorunun üstünü örtmekten başka bir işe yaramadığı gibi, geciktirilmiş bir yüzleşmeden başka bir şey değildir.
12 Aralık Yoksullarla Dayanışma Haftası şunu hatırlatmalı:
- Yoksulluk, doğal bir sonuç değildir.
- Yoksulluk, masum bir tablo hiç değildir.
- Yoksulluk, hesap verilmesi gereken bir yönetim sonucudur.
- Yoksulluk, yanlış kararların bedelidir.
…ve bu ülkede en büyük adaletsizlik, yoksulluğun bedelini onu yaratanların değil, ona maruz kalanların ödemesidir.
Aşkım Tan
Gazeteci – Araştırmacı Yazar













