Örnek vermek gerekirse,1990’lar “faili meçhul siyasi cinayetler” kayıtlarında yaklaşık 17.000 dosya hâlâ aydınlatılmamış durumda.
PKK, Hizbullah, JİTEM döneminin cinayetlerinde büyük bir karanlık arşivinin olması, Türkiye’nin tarihsel olarak “faili meçhul birikimi” olan bir ülke olduğunun açık kanıtıdır.
Türkiye’de “resmî faili meçhul yoksa” gerçekte ne var?
Açıkçası yanıtı oldukça basit: Burada “hukuki yorum farkı” devreye girer. Devletin tanımına göre “fail belli değilse faili meçhuldur.”
Ancak “şüpheli ölüm” ayrı kategoriye girmiyor ve “cinayet olarak geçmediği için istatistiğe girmiyor”.
Gerçek sahadaki durumda ise binlerce dosya cinayet olmasına rağmen cinayet olarak kayda bile alınmıyor, yani faili meçhul bile olamıyor, çünkü cinayet olarak tanınmıyor.
Bu nedenle sivil toplum kuruluşları ve hukukçular “Türkiye’de faili meçhul cinayetler kayıt sistemine bile yansımadığı için görünmezdir.” şeklindeki sert ifadeyi kullanmaktadırlar.
Bu da aslında faili meçhul kültürünün daha ağır bir versiyonudur.
BM, Avrupa Konseyi ve uluslararası insan hakları raporları Türkiye’yi sürekli olarak
- Kayıt dışı ölüm verileri (özellikle kadın/çocuk),
- Şüpheli ölümlerde etkin soruşturma eksikliği,
- Delil toplamada kurumsal zaafiyet
Konularında eleştirmektedir.
Yukarıdaki maddelerin dışında yakın geçmişimize bir yolculuk yapalım ve hukukun ne derece kişiselleştirildiğine hep birlikte tanıklık yapalım.
“Mehmet Eymür” dersem, kuşkusuz 1970‘li yıllardan bu yana Türkiye‘nin geçtiği kritik virajlarda bir biçimde yer alan, adından söz ettiren, bir istihbaratçı olarak yaşananlarla ilgili bilgi sahibi olan ya da bilgi sahibi olduğuna inanılan bir isim olduğuna çoğunuz vakıfsınızdır.
Hadi gelin, hep birlikte direkt devletle bağdaştırılmış birkaç olaylar silsilesini hep birlikte hatırlayalım:
Kuşkusuz “Z kuşağı” olarak nitelendirilen genç kuşak, belki uzun yıllardır aktif görevde olmadığı için Mehmet Eymür‘ü medyada fazla görememiştir. Ancak yakın tarihe biraz ilgisi olanlar, Susurluk‘tan Ergenekon‘a, “faili meçhul” cinayetlerden silah kaçakçılığı operasyonlarına kadar uzanan, Türkiye’nin siyasi tarihine damga vuran olaylar ve skandallar zincirinde Eymür adının mutlaka ya özne, ya tanık olarak yer aldığını hatırlıyordur.
Meslek yaşamı boyunca, göz önünde bir istihbaratçı olan Eymür’ün, kitapları, yazıları ve açıklamaları sürekli gündem yarattığından dolayı tanıklıkları da oldukça önem arz etmiştir.
Mehmet Eymür adını bilenler -eğer balık hafızalı değillerse-, kuşkusuz Mehmet Ağar‘ın da aralarında olduğu 19 sanığın, 90‘lı yıllardaki 18 faili meçhul cinayetle ilgili olarak yargılandıklarını, beraat ettiklerini ve kararın İstinaf Mahkemesince bozulduğunu; ayrıca Susurluk skandalı dönenimde Özel Harekât’ta yer yer alan polislerin yeniden yargılandıklarını da hatırlarlar.
Birçoğunuz Eymür’ün failli meçhul cinayetler davasında Sedat Peker ile ilgili olarak, “Mehmet Ağar’ın tosunlarından biriydi” şeklinde ifadesini ve sonrasında ise bu söylemi daha tecrübesiz yıllarda sarf ettiğini savunarak çark ettiğini hatırlıyor olabilirsiniz.
Ayrıca Mehmet Ağar’la ilgili olarak müthiş dinleyici kitlesi olduğunu söylüyor.
Eymür’ün en vurucu ifadelerinden biri ise Türkiye’deki yasa düzen-sizliğ-ini tam olark özetlemektedir: “Kanunsuz güç varsa ortada her şeyi yapar. Her şey olur.”
Mesela 15 Temmuz’la ilgili de ilginç ifadeleri bulunuyor Eymür’ün…
15 Temmuz’un “cemaat MİT tarafından fark edilmemiş bir yapı mıydı?” sorusuna “bence bundan çok başka yere bakılmalı. 15 Temmuz henüz çözülmedi tam olarak. Çok sual var. MİT’in ilgili bölümünde muhakkak bir rapor vardır geçmişte cemaatle ilgili elbette. Burada cemaati suçlamak bence esası bırakmak demek. Amerika’yı bırakmak demek. Arkasındaki güç önemli. Amerika, şunu diyecek de cemaat yapmayacak, mümkün mü? Cemaat istediği gibi davranabilir mi? Bu bağlamda bakmak lazım. Çok soru var. Mesela Adil Öksüz. Hâlâ yok ortada. Ben öldürülmüş olabileceğini de düşünüyorum. Normal değil.” şeklinde yanıt vermesi devletin içindeki hukuksuzluğu resmen ortaya koymuyor mu?
Tarık Ümit cinayetine gelecek olursak…
Tarık Ümit’in öldürülmeden önce Mehmet Eymür’e sırlar verdiğini, Eymür’ün mahkemeye sunduğu listelerin ve delillerin etkili olmadığı da ilginç sır perdelerinden başka bir tanesidir.
Bugünden 90‘lara bakıldığında bir yanda (MİT) operasyon yaparken, asker ve polis varken bir de JİTEM’in –yanlış olduğunu söylemesine rağmen- varlığını kabul eden yine Mehmet Eymür’den başkası değil.
Ayhan Çarkın, Kaşif Kozinoğlu (Ergenekon operasyonu sırasında cezaevinde ölen eski MİT mensubu), Yavuz Ataç, Alaattin Çakıcı ve daha birçok isimle bu liste uzar gider.
Kısacası, Mehmet Eymür adını yaptığı açıklamalardan dolayı burada paylaştım.
Oysa Türkiye’nin hukuki anlamda içinde bulunduğu durum çok daha vahim.
Sonuçta birileri çıkıp “Türkiye’de faili meçhul cinayet kalmamıştır” diyebiliyor geçebiliyorsa, faillerini kendileri bildikleri için ancak halkın zekâsıyla dalga geçiyordur.
Bütün bunlar bir araya geldiğinde ise akademik literatürde Türkiye, “High Impunity Country – Yüksek Cezasızlık Ülkesi” olarak sınıflandırılmaktadır.
Yani biz, “faili meçhulün yaygın olduğu bir ülkeyiz”.
Türkiye’nin kadın, erkek ve çocuk cinayetlerinde çok yüksek bir faili meçhul birikimi var.
Hatta “faili meçhul” denilmeyen ama faili araştırılmamış on binlerce dosya bulunuyor.
Sözün özü, Türkiye’de hâkimlik bırakın nuru, her tarafı nar olan bir meslek haline gelmiştir.
Hâkimin “neye gülüyorsun?” sorusuna Deniz Gezmiş’in “Duvarda adalet yazıyor ona güldüm.” cevabı gibi, gülüyoruz olamayan adalete.
Yazımı burada noktalarken, Cumhuriyet tarihinin –bilinen- ilk faili meçhulü Sabahattin Ali’nin çıkardığı “Ali Baba” adlı mizah dergisindeki “Ne Zor Şeymiş” başlıklı yazısından bir alıntı paylaşmak istiyorum:
“Bugünün itibarlı kişileri gibi, kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmak, han, sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik. Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Nerdeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar! ‘Görüyor musunuz şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor.’ Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi!”













