Mustafa Kemal Atatürk şöyle der:
“…yüz bine yakın Türk eri, düşmana tek kurşun bile atmadan ve hatta ona en ufak bir zarar vermeden Sarıkamış’ın Allahuekber Dağları’nda donarak can vermiştir… Bununla beraber ben, Enver Paşa’nın dünya Türklerini birleştirmek idealinde samimi olduğuna inanırım. Bolşevik İhtilali’nden sonra bu umudu arttı.”
…ve devam eder:
“Başkumandan vekili her hareketinde bir ordu mahvederdi. Sarıkamış’ta olduğu gibi…
O ve arkadaşları zaten daha evvel Türk milletini ve ordusunu tabii olmayan bir vaziyete sokmuşlardı.”
Bu değerlendirmeler, Atatürk’ün 1914–1919 yılları arasında tuttuğu notlardan oluşmakta; 1926 yılında Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanmıştır.
Kaynak: Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 3, s.19.
Burada “Başkumandan vekili” olarak kastedilen isim Enver Paşadır.
Sarıkamış: Bir Askerî Facia, Bir Siyasal Ders
Allahuekber Dağları, 37 bin şehit verilerek aşıldı. Sarıkamış kuşatma harekâtı; aşırı soğuk, açlık ve lojistik yetersizlik nedeniyle hedef ele geçirilemeden 5 Ocak 1915’te sona erdi.
Osmanlı Ordusu bu dağlarda 60 bini donarak olmak üzere toplam 78 bin şehit verdi. Rus birlikleri de 32 bin asker kaybetti.
Harekâtın amacı; dağılan Rus ordusunu tamamen yok etmek, Bakü petrollerine ulaşmak ve Alman İmparatorluğu’nun sanayi ihtiyacını karşılamaktı. Ayrıca 1877–1878 93 Harbi sonucunda kaybedilen Batum, Sarıkamış, Kars, Ardahan ve Artvin topraklarının geri alınması hedeflenmişti.
Bugün, Sarıkamış’ta vatan uğruna donarak ebediyete yürüyen aziz şehitlerimizi, 111. yıldönümlerinde rahmet ve minnetle anıyoruz.
Ruhları şad olsun.
Peki Biz Ne Yaptık?

Şehitlerimizin kanlarıyla düşmandan alınan bu vatanın;
körfezlerinin, tersanelerinin, limanlarının dörtte üçü yabancılara satıldı.
Geçtiğimiz yıllarda 19 adamız Yunanistan’a, beş adamız Katar’a verildi.
Sormak gerekiyor:
İçiniz, peşkeş çekilen bu değerlere yanmıyor mu?
Bu değerler, Kurtuluş Savaşı ordusu için geri alınması şart olan mirastır.
“Vatanımız olsun” diye can veren şehitlerimize,
“Biz bıraktıklarınıza sahip çıkamadık” mı diyeceğiz?
“Din” dediğiniz geçmiş; geleceğiniz uğruna can verenlerin değerlerini korumak, o mirasa sahip çıkmak ve gelecek nesillere devretmektir.
Bugüne Bakalım
Oysa bugün:
AKP + MHP + DEM, TBMM’de başaramadıklarını halkı kullanarak gerçekleştirme yolunu deniyor.
Bir teröristin (APO) cezaevinden, Meclis’e kadar uzanan bir örgütü fiilen yönetiyor olması ve bunun meşruiyet zemini kazanması kabul edilebilir mi?
Devlet;
yasama, yürütme ve yargı yetkilerini kullanan,
toplum düzenini sağlayan,
emretme gücüne sahip egemen yapıdır.
…ve her devlet, kendi ulusunun tarihsel ve toplumsal koşullarının ürünüdür.
Tam da bu nedenle; tüm partilere, kitle örgütlerine ve yurtseverlere büyük sorumluluk düşmektedir.
Günümüz Türkiye’sinde Ne Görüyoruz?
“Terörsüz Türkiye” sürecinin tıkandığını,
Kara sınırlarından sonra hava sahasının da kevgire döndüğünü,
ABD Büyükelçisinin devlete ayar çektiğini,
Neden tutuklu oldukları belli olmayan belediye başkanlarının hastanelik olduğunu,
Her gün bir kadının erkek şiddetiyle öldürüldüğünü,
Atatürk’süz müfredatın onaylandığını,
13–14 yaşındaki çocukların suç örgütlerinde tetikçi yapıldığını,
Bütçenin faize aktığını,
Yoksulluk sınırının 100 bin TL’ye dayandığını,
17 milyon emeklinin açlıkla boğuştuğunu,
13,5 milyon işsizin çaresiz kaldığını,
Asgari ücret masasında işçinin olmadığını,
Öğrencilerin okul yerine sokakta olduğunu,
Gençlerin konsolosluk önlerinde umut kuyrukları oluşturduğunu,
Tecavüzcülerin TBMM lokantasını mesken tuttuğunu,
Çiftçinin perişan edildiğini görüyoruz.
Son Söz: Egemenlik Kimin?
Unutulmamalıdır: Cumhuriyetin ilkesi erdemdir ve bu ilkeye ayar vermek kimsenin haddi değildir.
Çünkü egemenlik; bir kişi ya da zümrenin keyfine bırakılmış bir yetki değil, milletin namusudur.
Atatürk’ün egemenlik anlayışı; biat eden bir kalabalığı değil, hesap soran bir milleti tarif eder.
Bu yüzden egemenlik sandığa indirgenemez. Sandık, egemenliğin başlangıcıdır; egemenliğin gaspının bahanesi olamaz.

Bugün “milli irade” söylemiyle gelinen noktada;
egemenlik millete değil,
millet bir siyasal projeye,
hatta bir idare tarzına tabi kılınmak istenmektedir.
Oysa Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’te egemenlik;
terörle pazarlık konusu yapılamaz,
meclis dışı odaklara teslim edilemez,
dış ülkelerin telkinleriyle şekillendirilemez,
kadınların, çocukların, emekçilerin ve gençlerin hayatları pahasına askıya alınamaz.
Egemenlik;
toprağına, sınırına, hava sahasına, eğitimine, adaletine ve geleceğine sahip çıkabilme iradesidir.
İşte tam da bu nedenle AKP’nin temsil ettiği “milli iradecilik” yerine demokratik bir seçenek koymak şarttır.
Bu; proje hesabı yapmayan,
toplumun gerçek sorunlarından kaçmayan,
çatışmayı bastırmak yerine onu hukuk içinde yöneten,
ve egemenliği yeniden millete iade etmeyi göze alabilen
cesur bir demokrasi perspektifi gerektirir.
…ve bugün bir kez daha hatırlatmak zorundayız:
Sarıkamış’ta, Allahuekber Dağları’nda, 110 yıl önce vatan uğruna donarak ebediyete yürüyen on binlerce asker; bu ülke bir kişinin, bir zümrenin ya da bir iktidar anlayışının olsun diye değil, milletin egemenliği sonsuza dek yaşasın diye can verdi.
Onlara borcumuz;
susmak değil,
unutmak değil,
alışmak hiç değildir.
Onlara borcumuz;
egemenliğe sahip çıkmaktır.












