“Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde…” şeklindeki başlangıcı hak eden bir hikâyedir bu…
1985 yılında PANAMA bandralı, 2300 grostonluk iki katlı T.S.S. Fiorita gemisi Demirören Şirketler Grubu’na ait olan Tur Ören Ltd. Şti. tarafından turizm amaçlı olarak işletilmek üzere Fethiye Körfezi‘ne getirilmişti.
Ne ilginçtir ki 1986 yılında esrarengiz bir şekilde batan “Casino Fiorita” deniz altında kalarak çürümeye terkedilmiş ve 18 yıl boyunca batık bir şekilde kalmıştı.
Yani Florida’nın kaderi “geri dönüşüm” için hurda olup parçalanmaktan kurtulamamıştı.
Kaptanı geminin su almasını önleyemezse batması kaçınılmazdır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Gemiyi limana sağlam götürmek yine kaptanın görevidir. Kaptan olarak gemiyi limana sağlam götüreceğimi herkes bilsin” sözleri ister istemez bana yukarıda hatırlattığım “Fiorota”yı aklıma getirdi.
Bu durumda seçim seferinden eli boş dönen Sayın Kılıçdaroğlu mücadeleyi bırakıp kaptanlığı başka bir adaya bırakacağını mı yoksa limana demir atıp büyük hasar alan CHP’yi “Fiorita” gibi kaderi ile baş başa bırakmayı mı planladığı tartışmaya açık gibi görünüyor.
Hal böyle iken…
- Kilit mevkilere yabancı uyruklular getiriliyorken;
- Atatürk Cumhuriyetini yıkmayı amaçlayan bir takım sayın kişiler beyanat üstüne beyanatta bulunurken, ilkokullara yol gösterici’ olarak imamlar atanıyorken;
- Depremzedelerin gözlerindeki yaş, kayıplar ve çözülmeyen sorunlar nedeniyle kuruyamıyorken;
- Ülkede her gün ve her yerde başta kadın cinayetleri olmak üzere olay üstüne olay yaşanıyorken;
- Altın ve döviz rakamları almış başını gidiyorken;
- Terör;
- İşsizlik;
- Eğitim;
- Gelir dağılımındaki eşitsizlik;
- Enflasyon/hayat pahalılığı;
- Rüşvet ve yolsuzluk;
- Demokrasi/fikir özgürlüğü;
- Laikliğin korunması gibi
başlı başına çözüm bekleyen sorunlar dururken hatta resmen milletvekili olan ve hâlâ parmaklıklar arkasında bekleyen Can Atalay’ın durumu karşısında sessizliğini koruyan CHP’nin içindeki “sen-ben” çekişmesine hayretler içinde seyirci kalıyoruz.
Partilerin kendi içlerindeki ve karşılıklı kavgaları süredursun alışık olduğumuz gibi mevcut iktidar bildiğini okumaya devam ediyor.
Oysa Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Herkes ulusal görevini ve sorumluluğunu bilmeli, memleket meseleleri üzerinde o düşünceyle, düşünüp çalışmayı görev edinmelidir.”
askimtan@yahoo.com
İktidar için yirmi bir senenin en kötü durumda bile, montajlar yapılabileceğini söyleyen KK yalan ve sahte montajlara boyun eğiyor ama RTE aleyhindeki gerçek çirkinlikleri kullanabilmeyi akıl edemiyor. Adam yalanlarıyla, koca bir kitleyi peşinden uçuruma götürüyor, ama ne hikmetse, KK doğru anlattıklarının doğru olduğuna kimseyi inandıramıyor. Yazıklar olsun hepsine.
Seçim yenilgilerinde batılı demokratik ülkelerde defaten bi daha seçime o yönetici kadro girmez. Sayın kılıçdaroğlu ve kadrosunun defaten yenik düşüp Tayyipce yenilmeye doymayan pehlivan tabiriyle alay edilmesine rağmen yine aday olması zaten çok yanlıştı. En büyük muhalefet partisinin en yaşlılarla seçim parkuruna girmesi zaten hataydı. Yok mu CHPde genç dinamik ve kitleleri peşinden sürükleyebilecek siyasetçiler?!
Zaten uzun süre muhalefetin aday belirlememesi ve sonunda adayın kılıçdaroğlu olarak dayatılmasıda çok mide bulandırıcı parti içi delege seçim ayaklarının bi benzeriydi. Bu iş böyle gitmiyor, suçu el alemde aramanın bi anlamı yok.
Ben kendimi bildim bileli özellikle Türkiye’de aklı başında ve sağlıklı iken siyaset arenasını gençlere terkeden bir politikacı görmedim.
Bu da doğal olarak geriden gelenlere haksızlık olduğu kadar çalışma isteği ve hırsını baltalıyor.
İşin özünde bu ülkede gerçek anlamda ülkesinin çıkarları için siyaset yapan kaç işim var?
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ediyorum.
CHP, yazımda da belirttiğim gibi “ordan-burdan” aldıkları yeni üyelerle çoktan “ALTI OK”un anlamını yitirdi. Bu durumda dayatmayla da olsa 22 yıldır hüküm süren iktidarın karşısına “en az kendi kadar dişli bir lider gelmesi gerekmez mi” diye sorguluyorum.