Gazeteci – Araştırmacı Yazar Aşkım Tan
Bir Ülkenin Aynasında Kırılan Haklar ve Umutlar
Türkiye… Bir yanıyla hâlâ umut üreten, sandıkta iktidara “dur” deme refleksini koruyan, şehirlerinde hâlâ demokrasi nefesi dolaşan bir ülke. Diğer yanıyla ise hakların, özgürlüklerin, yargının ve medyanın giderek daralan duvarlara sıkıştırıldığı, eleştirel seslerin ya susturulduğu ya da cezalandırıldığı bir tabloyla karşı karşıya.
Son yıllarda yaşananları üst üste koyduğumuzda, karşımıza çıkan manzara artık kimsenin inkâr edemeyeceği kadar net. Cumhurbaşkanı Erdoğan hükümeti ve AKP liderliğindeki koalisyon, devletin birçok kurumunda güçlü bir kontrol mekanizması kurdu. Medyadan yargıya, bürokrasiden sosyal platformlara uzanan uzun bir gölge gibi… Eleştiren, sorgulayan ya da yanlışın üzerine giden hemen herkes bir biçimde hedef gösteriliyor, soruşturuluyor, susturulmaya çalışılıyor.
Evet, Türkiye’nin hikâyesi uzun süredir bu eksende yazılıyor.
“Medya susturulursa, hafıza da susar.”

TRT ve Anadolu Ajansı’nı saymıyorum bile… Ülkenin en güçlü medya damarlarının büyük bir kısmı zaten iktidarın aynasına bakarak haber yapıyor. Bağımsız medya, ayakta kalmaya çalışan birkaç internet platformuna sıkışmış durumda. Eleştirel haber kaldırılıyor, web siteleri bir gecede erişime kapatılıyor. Engelli Web verilerine göre 2007’den bu yana 1 milyondan fazla site yasaklandı.
Bir teknoloji devi olan Instagram’ın tüm Türkiye’de sekiz gün boyunca gerekçe bile açıklanmadan kapatıldığını hatırlayalım…
“Gazetecilik mi?”
Gazetecilerin yargılandığı dosyaların kalınlığına bakınca, “mesleğimiz artık bir risk mesleğidir” cümlesi fazla kibar kalıyor. Terör suçlaması, haberin önüne geçen bir sopa gibi sallanıyor.
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) raporuna göre, 1 Nisan 2025 itibarıyla en az 18 gazeteci cezaevinde tutuluyordu. Ancak bazı bağımsız izleme gruplarına göre (örneğin MLSA – Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği), 2025’in başlarında tutuklu gazeteci sayısı 34’e kadar çıkmıştı. 2025’in ilk çeyreğinde ise Expression Interrupted raporuna göre 25 yeni gazeteci tutuklandı. Açıkçası kaç gazetecinin cezaevlerinde tutulduğunun net rakamını tahmin bile edemiyoruz.
Basın özgürlüğü yalnızca bir hak değil; toplumun hafızasıdır. Hafızayı susturursanız, gerçek de susar.
“Yargı mı? Kararların bile kararı var artık”
Türkiye’nin yüksek yargısında yaşanan gerilim, hukuk tarihinde ders olarak okutulacak türden. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bağlayıcı kararlarının uygulanmadığını söylemek bile artık sıradanlaştı.
Kavala hâlâ içeride.
Çiğdem Mater, Can Atalay ve diğer Gezi tutukluları da.
Atalay’ın seçilmiş milletvekili olmasına rağmen tahliye edilmemesi ve AYM kararına rağmen göreve başlatılmaması, üstelik Yargıtay’ın AYM kararlarını tanımayı reddetmesi… Hukukun değil, güç mücadelesinin çalıştığı bir sistem tablosunun ta kendisidir.
“Demokrasi nefes aldı ama dar alanda”
2024 yerel seçimleri, bu karanlığın içinde bir ışık gibiydi. CHP %37,8 oy alarak son 20 yılın en büyük sıçramasını yaptı, İstanbul ve Ankara’yı yeniden kazandı. Fakat aynı yıl, seçilmiş CHP ve DEM’li belediye başkanlarının görevden alınması da bir o kadar düşündürücüydü. Seçmenin iradesi hâlâ korunmaya muhtaç.
Bu ülkede sandık bazen umut, bazen sabırdır. Ama unutmayalım; “demokrasi yalnız sandıkta değil, sandıktan önce ve sonra kurulan düzendedir.”
“Mülteciler ve içimizde büyüyen öfke”
2,9 milyon Suriyeli… Dünyanın en büyük mülteci nüfusuna ev sahipliği yapan ülke Türkiye. Ancak her geçen gün artan xenofobik saldırılar, toplumsal tansiyonun ne kadar tehlikeli bir eşiğe geldiğini gösteriyor. Kayseri’de dükkanların yağmalanması, Antalya’da 17 yaşındaki bir çocuğun linç edilmesi ve sayısız örneklerin olması… Bir ülkenin insan sıcaklığını kaybetmesi, çok daha sessiz bir çöküştür.
“Kadınlar öldürülürken istatistik tartışıyoruz”
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin faturasını kadınlar ödüyor. İçişleri Bakanlığı 2024’ün ilk altı ayında 166 kadın öldürüldü diyor, bağımsız araştırmalar bu sayıyı 193 olarak kaydediyor. Aradaki fark yalnızca rakamsal değil; kaybedilen hayatların eksik yazılmış ağıtıdır.
Özetle, Türkiye’de kadın olmak demek, yaşam mücadelesi vermek demektir.
“İklim krizi kapıda ama biz kömür santrali genişletiyoruz”
İroniye bakın ki Paris Anlaşması imzalı, 2053 net sıfır hedefli bir ülkeyiz. Fakat kömürden çıkış planı yok. Hava kirliliği Dünya Sağlık Örgütü standartlarının gerisinde. Eski bir kömür santralinin genişletiliyor olması ise geleceğin değil geçmişin tercih edildiğinin göstergesi.
Bu gezegen çocuklarımızın değil, önce bizim umursamazlığımızdan ölüyor.
Tüm bu yazdıklarım karamsarlık değil, fotoğrafın net hali. İyiye dair umutlarımız var mı? Var. Çünkü sokakta, sandıkta, dayanışmada hâlâ kıvılcım var. Gazeteciler yazıyor, hukukçular mücadele ediyor, insanlar ses çıkarıyor.

Ama unutmadan: “Bir ülkede ses kısılırsa, nefes de kısılır.”
…ve biz kalemimizi susturmadıkça nefes almaya devam edeceğiz…
- 10 Aralık’ta dünyaya insan haklarından söz ederken biz hâlâ ifade özgürlüğü, adil yargılanma, yaşam hakkı ve eşitlik gibi en temel hakların ihlallerini tartışıyorsak; bu ülkenin değil yalnızca siyasetin, vicdanının da sınav verdiği bir çağdan geçiyoruz.
- 10 Aralık İnsan Hakları Günü gelip geçerken, bu topraklarda özgürlük talep eden gazetecilerin, adalet bekleyen insanların, yaşam hakkı gasp edilen kadınların, kimliği yüzünden hor görülen LGBT bireylerin ve sürgün edilmiş milyonların sesi gökyüzüne karışıyorsa; demek ki insan hakları yalnızca takvimde bir gün değil, her gün yeniden yazılması gereken bir mücadeledir.
- 10 Aralık’ta kutlayacak değil, hatırlatacak çok şeyimiz var; çünkü insan hakları bu ülkede hâlâ bir “talep”, bir “lüks” değil, en temel kayıp dosyasıdır.
- 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde “çocuklar bombalardan kaçıyor, gazeteciler demir parmaklık sayıyor, kadınlar öldürülüyor, seçilmişler görevden alınıyor, mülteciler sokakta linç ediliyorsa… O halde takvim insan haklarını yazsa da, ülkenin hafızası hâlâ ihlallerle doludur.”
- 10 Aralık İnsan Hakları Günü bize bir kez daha şunu söylüyor: “Bu ülkenin ajandasında en acil madde hâlâ aynı — adalet, özgürlük, eşitlik ve insan onurunun iadesi. Dosya kapanmadı, kalem elimizde.”













