Güzellik hiçbir zaman sadece güzellik olmadı. Hep bir anlam yüklendi: Kabul görmek, beğenilmek, güçlü görünmek… Ama belki de ilk kez bu kadar görünür, bu kadar standart, bu kadar ulaşılması zor hale geldi. Çünkü artık güzellik sadece aynada değil, ekranlarda şekilleniyor. Ve o ekranlarda gördüğümüz yüzler, vücutlar, gülüşler… Gerçekten ne kadar “gerçek”?
Sosyal medya, bireyin kendini ifade etmesi için harika bir alan olabilir. Ancak bu alan zamanla kusursuzluğu dayatan bir yarış pistine dönüştü. Herkesin cildi pürüzsüz, burnu simetrik, beli ince, saçı tam kararında dalgalı. Peki ama nasıl? Filtreyle, uygulamayla, bazen bir ameliyatla… Ama bu dönüşümler paylaşılırken, arkalarındaki çaba, acı ya da yapaylık çoğu zaman gizli kalıyor.
Üstelik bu “gizleme” hali, yalnızca sahte bir görüntü değil, aynı zamanda sahte bir özgüven de yaratıyor. Hepimiz kendimizi, sosyal medyada sunulan ideal bedenin ya da yüzün ne kadar uzağında olduğumuzu düşünerek tartıyoruz. Gerçekte sağlıklı, enerjik, dinamik hissetsek bile; aynadaki görüntümüz, karşılaştırma kültürünün acımasız terazisinden geçiyor.
Asıl tehlike de burada başlıyor: O gizlenen gerçekler, bizde eksiklik hissi yaratıyor. Aynaya bakınca “ben neden böyle değilim?” sorusuyla baş başa kalıyoruz. Güzellik artık “kendini iyi hissetmek ”ten çok, “başkaları gibi görünmek” arzusuna dönüşüyor. Ve işin kötüsü, bu arzunun sonu yok. Her beğeni, bir sonrakini mecbur kılıyor. Her karşılaştırma, biraz daha yetersizlik hissettiriyor.
Üstelik bu algı sadece bireyi değil, sektörleri de şekillendiriyor. Estetik dünyası artık kişinin ihtiyacını değil, algoritmanın yönlendirdiği görsel standardı esas alıyor. Klinikler “daha iyi hisset” vaadinden çok, “şu anda trend olan yüz hatlarına sahip ol” mesajıyla dolup taşıyor. Hatta çoğu zaman hasta değil, uygulayıcı değil, sosyal medya trendi karar veriyor neye ihtiyacımız olduğuna.
Genç kızlar aynı kaş formunu istiyor, erkekler aynı çene hattını. Kadınlar aynı elmacık kemiklerini, herkes aynı gülümsemeyi… Sanki özgünlük yerini bir şablona bırakmış gibi. Oysa gerçeklik orada başlamıyor. Gerçeklik, aynaya filtreyle değil gözle bakıldığında başlıyor. Sabah uyanınca görülen yüzde, günün sonunda yorulan bakışta, gülüşteki kırışıklıkta başlıyor. Kendi yüzümüzle, kendi bedenimizle barışabildiğimiz yerde başlıyor.
Peki, çözüm ne? Öncelikle sosyal medyayı mutlak referans kaynağı olarak görmekten vazgeçmek. Gerçek güzellik her zaman dijital olanın dışında bir yerde durur. Duyguda, ruhta, sağlıklı bir bedende, içten bir gülüşte… Estetik işlemler, bakım rutinleri ya da fiziksel iyileştirmeler elbette hayatımızda olabilir. Ancak bu kararları verirken, “Ben buna gerçekten ihtiyaç duyuyor muyum?” sorusunu kendimize dürüstçe sormamız gerekir.
Sosyal medya elbette hayatımızda olacak. Ama oradaki güzellik tanımını sorgulamazsak, kendimize haksızlık etmeye devam ederiz. Çünkü filtreli bir dünya içinde filtrelenmemiş bir benlik taşımak, her geçen gün daha zorlaşıyor. Belki de bu yüzden artık şu soruyu sık sık kendimize sormalıyız:
Ben gerçekten böyle görünmek mi istiyorum, yoksa böyle görünmem gerektiğine mi inandırıldım?
Gerçeklik, başkalarının bizi nasıl gördüğünde değil; bizim kendimize nasıl baktığımızda başlıyor.