Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Muğla Milletvekili Avukat Gizem Özcan, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Adalet Komisyonu’nda Karayolları Trafik Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin görüşmeleri sırasında bir konuşma yaptı. Özcan, Türkiye’de adalet sisteminin yaşadığı yapısal krize dair değerlendirmelerde bulundu.
“Hukuk derin bir aşınma ve dezenformasyonla karşı karşıya ”
Konuşmasına adalet sistemine ilişkin istatistikler hakkında bilgi vererek başlayan Özcan, hukukun üstünlüğünün yalnız teknik bir hukuk tartışması değil, devletin meşruiyetiyle, yurttaşın güvenliği ve demokrasinin derinliğiyle doğrudan ilgili olduğunu ifade etti. Özcan, “Oxford destekli “Our World in Data” araştırmasına göre, 2024 yılı itibarıyla Türkiye’nin hukukun üstünlüğüne dair puanı yalnızca 0,18. Karşılaştırma yapmak gerekirse yapılan hukuk tarihi çalışmalarına göre 1789 yılında Türkiye’nin bu alandaki puanı 0,20’ydi yani hukukun üstünlüğü bakımından neredeyse III. Selim ve Tanzimat öncesi düzeye gerilemiş durumdayız. Başka bir örnek ise Dünya Adalet Projesi’nin 2023 Raporu’na göre Türkiye hukukun üstünlüğü açısından 142 ülke arasında 117’nci sırada oluşu. Bu sıralama hem bölgesel hem de küresel ortalamanın altında olduğumuz anlamına da geliyor. Kısacası, hukukun taşıyıcı sütunları derin bir aşınma ve deformasyonla karşı karşıya. Yurttaş açısından ise bu tablo her geçen gün daha fazla keyfiyet, daha az güvenlik ve daha çok belirsizlik demek” dedi.
“Hâkimlerimiz adalet üretmiyor, dosya tüketmek zorunda kalıyor”
2024 yılına dair adalet istatistiklerinin çarpıcı niteliksel veriler sunduğunu ifade eden Özcan, “Adli yargı ilk derece mahkemelerinde görev yapan 10 bin 413 hâkim yalnızca bu yıl içinde 9 milyon 300 bin dosyayla karşı karşıya kaldı. Bu, hâkim başına düşen yıllık ortalama dosyanın 892’ye çıktığı anlamına geliyor. 2021’de bu sayı 710’du yani sadece üç yılda yüzde 25’lik bir artış söz konusu. Hesapladığımızda, 1 hâkim her iş gününde ortalama 3 ila 4 dosyada karar vermek zorunda kalıyor. Bu dosyalara hâkim başına sadece 1,5 ila 2 saat arası zaman ayrılabiliyor yani hâkimlerimiz adalet üretmiyor, dosya tüketmek zorunda kalıyor. Yargı artık kendi yükünü zor taşır hâle gelmiş durumda. Bu tablo sadece yoğunluk anlamına gelmiyor, aynı zamanda hukuken niteliksiz uygulamalarla mahkûmiyet anlamına da geliyor. Yüksek iş yükü altında ezilen bir yargı mensubunun ne delilleri hakkıyla incelemesi ne tarafları sabırla dinlemesi ne de içtihatlara uygun bir gerekçe oluşturması mümkün olmuyor. Bu, yalnızca adli hataların artması değil, masum insanların yıllarca yargılamaya tabi tutulması, suçluların cezasız kalması, adaletin askıya alınması demek” dedi.
Mesele Ekrem İmamoğlu meselesi!
19 Mart yargı darbesinin Türkiye’de adaletin siyasallaştığını ve yargının bir baskı aracına dönüştüğünü açık bir şekilde gözler önüne serdiğini vurgulayan Özcan, “İlk dalgada 106 kişi hakkında gözaltı kararı verildi, 31’i tutuklandı. İkinci dalgada 52 gözaltı, 18 tutuklama oldu. Sonraki süreçte belediye çalışanları, bürokratlar ve yöneticiler sistematik biçimde yargı tacizine uğradı. Bu operasyonlar sadece bir yargı soruşturması değil, halkın seçilmiş iradesine açık bir müdahaledir. Siyasallaşmış yargı, hukuku intikam aracına dönüştürerek kamusal alanda da kamusal yönetimde de kaos ve güvensizlik üretiyor. Bu dosyalar ve operasyonlar, adaletin çöküşünün, hukukun siyasetin vesayeti altına girmesinin simgeleri olarak da hafızalara kazınacak. Yargılanan Ekrem İmamoğlu değil, halkın iradesidir. Mesele Ekrem İmamoğlu meselesidir. Mesele, mahkeme kararları kılıfı altında milyonlarca yurttaşın seçme hakkının yok sayılmasıdır” ifadelerini kullandı.
“Adaletsizliği bir yangından daha çabuk önlemeliyiz”
İmamoğlu’nun Beylikdüzü dosyasını örnek gösteren Özcan, duruşmalar arasında üç aya yakın süre bırakıldığını, bu haliyle davanın baskı ve sindirme amacı taşıdığını belirtti. Özcan, “Bu sürecin gösterdiği şey aslında çok net: Yargı adaleti tesis etmekten ziyade, bir baskı, bir sindirme ve siyasallaştırma aracı olarak kullanılmakta. İktidarın karşısında olan her kesimin üzerine bu tür yargı tacizleriyle gidilmektedir. Unutmayalım ki eğer yargıçlar hukuka göre değil, siyasilere göre pozisyon alıyorsa orada artık hukuk yoktur, sadece tahakküm vardır” dedi.
Heraklitos’tan alıntı yaparak konuşmasını sürdüren Özcan, “Adaletsizliği bir yangından daha çabuk önlemeliyiz. Çünkü bu yangın sadece adliyeleri değil, toplumsal vicdanı da yakıyor. Adaleti yeniden tesis etmek sadece hukukçuların değil, bu Meclisin de tarihî sorumluluğudur. Ya bu sorumluluğu cesaretle üstleneceğiz ya da adaletin külleri arasında bir hukuk devletini kaybedeceğiz” uyarısında bulunarak sözlerini tamamladı.