Kadınlar mutsuz.
Kadınlar yalnız.
Ve kadınlar çare arıyor.
Ama çareyi bilimde değil, büyülü vaatlerde arıyorlar.
Reiki, nefes terapileri, çakra açma, yoga kampları, astroloji danışmanlıkları, enerji seansları, evrene dilek mektupları…
Ve şimdi bunlara bir de “bilimselmiş gibi” görünen yöntemler eklendi:
Aile dizimi, Scio biofeedback cihazları, kuantum iyileştirme, bilinçaltı temizleme, bedensel taramalar, geçmiş yaşam terapileri…
Kadınlar özellikle stres, kaygı ve depresyon gibi duygularla başa çıkmak için bilimsel olmayan, “kendini iyi hissettireni doğru zannetme” tuzağına düşüyor.
Ama bu sadece bireysel bir yanılsama değil. Bu bir toplumsal suskunluk stratejisi.
Çünkü bu öğretiler genellikle kadını kendi içine döndürür. Toplumsal koşulları sorgulamasını engeller.
Bireysel travmayı, “atalardan gelen karmik yük” diyerek kadının sırtına yıkar.
Sesi kısılır, sorusu yok sayılır.
Oysa belki de kadınların en çok ihtiyacı olan şey, susmak değil bağırmak:
“İyi değilim! Yardıma ihtiyacım var!”
Ama ne yazık ki psikoloğa gitmek yerine, kısa yollar seçiliyor. Bir seansla iyileşeceğine inanılıyor.
“Scio cihazıyla tüm duyguların okunabilir” deniliyor.
“Aile dizimiyle annenle arandaki bağ çözüldü” deniliyor.
Kadın da bir nebze hafifliyor, ama iyileşmiyor. Sonra bir başka yönteme, bir başka kişisel gelişim eğitimine yöneliyor.
Ve kısır döngü büyüyor.
Peki neden en çok kadınlar bu döngüye giriyor?
Çünkü kadınlar duygularını inkâr etmiyor, ama yönlendirilmiyor da. Çünkü kadınlara “yardım isteyebilirsin” izni veriliyor ama “bilimden değil, şifadan yardım iste” deniliyor.
Erkeklerse psikolojik sorunlarını inkâr ediyor. “Ben güçlüyüm” diyerek bastırıyor. Ve dışarıdan bakıldığında şöyle bir tablo oluşuyor: “Kadınlar sorunlu, erkekler normal.”
Hayır. Kadınlar sadece kendileriyle yüzleşmeye daha yakın. Ama onlara sunulan yollar, onları oyalıyor, iyileştirmiyor.
Ruhsal acıların üstü, teknolojik cihazlar ve spiritüel kavramlarla kapatılıyor.
Ama altında hâlâ aynı şey yatıyor:
Sevilme arzusu. Değerli hissetme ihtiyacı. Yalnızlık. Görülme isteği.
Psikolojik sorunlar çakralarla, aile dizimiyle ya da bioenerjiyle değil; çocukluk deneyimleriyle, ilişkisel örüntülerle, bastırılmış duygularla çözülür. Ve bu çözüm ancak bilimsel temelli psikoterapiyle mümkündür.
Kadınlar şifaya değil, duyulmaya ihtiyaç duyuyor.
Guruya değil, terapiste.
Evrene değil, kendine güvenmeye.
Kestirme yollara değil, derinleşmeye.
İyileşmek; ağlamak, hatırlamak, yüzleşmek ve yeniden inşa etmektir.
Kolay değildir. Ama sahici.
Ve kalıcı.
Bu yüzden artık şifayı değil, bilimi konuşmalıyız.
Kadınları susturmaya değil, sorgulamaya davet etmeliyiz. Çünkü ruhun yaraları cilayla değil, yüzleşmeyle sarılır.
Gerçek iyileşme sadece orada başlar.
“Jung’un da dediği gibi; simgelerle oyalanmak kolaydır, ama ruh asla kandırılamaz.”