Kadınlar her zaman erkekler tarafından yaralanmaz. Bazı yaralar, başka bir kadının bakışından, sessizliğinden, ima dolu cümlelerinden gelir. Bir insan ağzı dolu dolu başkalarını karalıyorsa, amacı çoğu zaman sizi gerçekten karalamak değildir; karalarken aldığı onayın verdiği hazdır.
Bazı yaralar ise bir erkeğin asla sahip olamadığı bir kadını, önce ulaşılmaz ilan edip ardından ahlaken değersizleştirmesiyle açılır.
Toplum, kıskançlığı çoğu zaman romantize eder. Oysa kıskançlık sevginin değil; eksikliğin, yetersizlik duygusunun ve bastırılmış öfkenin dışavurumudur.
Kadın kıskançlığı çoğu zaman yüksek sesle gelmez. Bağırmaz. Açıkça saldırmaz. Daha inceliklidir. Daha hesaplıdır. Daha yavaş ilerler.
Bir kadının başka bir kadının ayağını kaydırması çoğu zaman bir anda olmaz. Önce ortama küçük bir fısıltı bırakılır. Ardından masum bir soru sorulur. Sonra “Ben aslında onu çok severim ama…” diye başlayan cümleler dolaşıma girer.
Çünkü kıskançlık, doğrudan saldırmaktan çok itibarı aşındırmayı sever.
Bir kadının güzelliği, zekâsı, duruşu ya da özgürlüğü; başka bir kadının yüzleşemediği eksikliklerini hatırlatıyorsa, o özellik bir tehdit hâline gelir. Ve tehdit olarak algılanan her şey, yok edilmek istenir.
Ama bu dinamik yalnızca kadınlar arasında işlemez.
Elde edilemeyen bir kadın, bazı erkekler için de ciddi bir kırılma alanıdır. Bir erkek, sahip olamadığı kadını çoğu zaman yüceltmez; tam tersine küçültür. Çünkü ulaşamadığı bir kadının varlığı, onun gücünü ve yeterliliğini sorgulatır.
Bu yüzden bazı erkekler, bir kadına sahip olamayınca onun karakterini hedef alır: “Zaten böyledir.” “Çok da iyi biri sayılmaz.” “Abartıldığı kadar değil.”
Bu cümleler, reddedilmenin yarattığı narsistik kırılmanın sesidir.
Elde edilemeyen kadın, bu bakışta ya “soğuk”, ya “problemli”, ya da “fazla” olmak zorundadır. Çünkü güçlü bir kadının kendi iradesiyle “hayır” demesi, herkes için kabul edilebilir bir gerçek değildir.
Toplum bu iki tür kıskançlığı da çoğu zaman görmezden gelir. Kadınların birbirini yaralamasını “rekabet” diye adlandırır. Kadını karalamayı ise “hayal kırıklığı” başlığı altında yumuşatır.
Oysa ortada çok daha derin bir mesele vardır:
Kendi değeriyle yüzleşemeyen herkes, başkasının değerini küçültmeye çalışır.
Bir kadının ayağını kaydırmak, onu gerçekten geçmek değildir. Bir kadını karalamak, onu gerçekten unutmak değildir.
Bu yalnızca şunu gösterir: İnsan, ulaşamadığını aşağı çekerek kendini rahatlatmaya çalışır.
Ama çoğu zaman unuttukları bir şey vardır:
Gerçek güç, bir kadının yolunu kesmekte değil; kendi yolunu yürüyebilmekte saklıdır. Gerçek olgunluk, elde edemediğini karalamakta değil; reddedilmeyi taşıyabilmekte gizlidir.
Ve tarih şunu defalarca göstermiştir:
Ayağı kaydırılmak istenen kadınlar çoğu zaman düşmez. Onlar sadece, kimin nerede durduğunu çok daha net görmeye başlar.
Çünkü bazı insanlar kıskançlıkla saldırır. Ama bazı kadınlar, sessizce güçlenir.
Dr. Bahar Zeynep Barut
Tüm yazılarım telif hakkı kapsamındadır.












