Jung’un Anima-Animus Teorisi Üzerinden Çağdaş Aşkın Çöküşü
“Kadınlar artık içlerindeki erkeğe âşık. Erkekler ise kadınları sadece cinsel birer fantezi gibi yaşıyor.”
İşte çağımızın en büyük ilişki bunalımı tam da burada başlıyor. Kadın, bir zamanlar erkekten aldığı koruma, güç ve yön desteğini artık kendisi sağlayabiliyor. Evini geçindiriyor, çocuğunu büyütüyor, kariyer yapıyor, yalnızlığını yönetiyor. Hatta erkeği eğitiyor, dönüştürüyor, terapiye götürüyor… Peki erkek ne yapıyor?
Geleneksel rollerin çözülmesi, bireyin özgürleşmesi açısından bir kazanım gibi görünse de, bu özgürlük psikolojik alt yapılarla desteklenmediğinde bir boşluğa düşüyor. Jung’un anima ve animus kavramları üzerinden baktığımızda tablo netleşiyor:
Kadının İçindeki Erkek (Animus):
Kadın, içsel erkek yanını yani **”animus”**unu güçlendirdikçe dışarıdan alacağı desteğe duyduğu ihtiyaç azalıyor. Bu, bir olgunluk hali gibi görünse de, ilişki kurma biçimlerinde ciddi bir dengesizlik yaratıyor. Kadın, artık dışarıdaki erkeği değil, “kendi içindeki erkeği” idealize ediyor. Bu da dışarıdaki erkek figürünün dağılmasına, işlevsizleşmesine neden oluyor.
Erkeğin İçindeki Kadın (Anima):
Erkek ise, içindeki kadın yanı olan **”anima”**yı yeterince tanımadığı için duygusal bağ kurmakta zorlanıyor. Bağ kuramadığı için de cinselliğe kaçıyor. Sevgi, temas, aidiyet, sadakat gibi duygular erkeğin iç dünyasında erişemediği kadar uzak. Bu da erkeği “duygusal olarak hazır olmayan”, “pamuklara sarılmış”, “kaçan”, “kaçarken cezalandıran” bir figüre dönüştürüyor.Modern Erkek: Güçsüzlüğünü Maskülenlik Gösterisiyle Kapatan Figür
Güçsüz, savunmasız, bağ kurmaktan korkan erkek figürü; bunu cinsel performans, statü sembolleri ve üstünlük fantezileriyle örtmeye çalışıyor. Ama gerçek şu: Duygusal olarak erişilemeyen, olgunlaşmamış bir erkek, kadınla değil, onun bedeniyle ilişki kuruyor.
Bu yüzden kadın bir süre sonra hem anne, hem terapist, hem sevgili hem de partner oluyor. Her rolün yükü kadının üstünde. Ve bu da kadını içsel olarak “erkekleştiriyor”. Çünkü ilişki kurulan figür, büyümemiş bir çocuk. Haliyle kadın, kendi içindeki güçlü yanla bağ kurmayı daha tercih edilir buluyor.
Seks Odaklılığın Psikolojik Kökleri: Duygusal Bağın Yerine Konan Sahte Yakınlık
Cinsellik, duygusal yakınlığın değil; duygusal açlığın yerini dolduruyor günümüzde. Erkek, cinsellikle kendini kanıtlıyor. Kadın, cinsellikle sevileceğini sanıyor. Ama bu kurgu, yalnızlık duygusunu artırmaktan başka bir işe yaramıyor. Seks, artık kutsal bir buluşma değil; ilişkilerin “ön ödeme taksiti” gibi yaşanıyor.
Aşk Değil, Travma Bağı: Neden Birbirimizi Sevemiyoruz?
Bugün yaşanan ilişkilerin büyük çoğunluğu aşk değil; bağımlılık, bağlanma travması ve duygusal yoksunlukların buluşması.
- Kadın, kendi içindeki gücü büyüttükçe duygusal olarak izole oluyor.
- Erkek, duygusal bağ kuramadığı için yalnızlaşıyor ama bunu kabul edemediğinden kadına saldırıyor, onu suçluyor.
Ve sonuçta ne kadın mutlu, ne erkek tamamlanmış hissediyor.
Ne Yapmalı?
- Erkek, kendi içinde duygularıyla temas etmeyi öğrenmeli. Bu, güçsüzlük değil; aksine duygusal cesarettir.
- Kadın, sadece güçlü yanıyla değil, yumuşaklığıyla da var olabilmeli. Bu bir zayıflık değil; bütünlüktür.
- İlişkiler seks değil, bağ ile başlamalı. Seks bir sonuçtur, sebep değil.
- Anlamlı ilişki, iki kişinin kendi içindeki kadın ve erkeği dengelemesiyle mümkündür.
Eğer bir ilişkide sadece bir taraf büyümüşse, diğeri onun gölgesinde kalır.
Ama eğer iki taraf da kendini tanımış, bütünlemiş ve duygusal sorumluluk alıyorsa…
İşte o zaman ne pamuk prenses, ne kurtarıcı prens; sadece insan kalır. Ve ancak o zaman gerçek aşk başlar.
Dr. Bahar Zeynep Barut, PHD
yazılar telif içerir