Sosyal ilişkilerde kullanılan dilin, yalnızca iletişim kurma aracı değil, aynı zamanda karşı tarafın benliğine yöneltilmiş bir ayna olduğu artık bilinen bir gerçektir. İnsanlar birbirlerine kelimelerle dokunur, kelimelerle incitir, kelimelerle iyileştirir. Ancak bazen farkında olmadan sarf edilen tek bir cümle, karşımızdaki insanın dünyasında yıllar sürecek izler bırakabilir.
Bu noktada, en çok rastlanan ve en fazla yaralayıcı etkiye sahip cümlelerden biri karşımıza çıkar: “Sen hiç değişmeyeceksin.”
İlk bakışta sıradan, hatta basit bir tepki gibi görünen bu cümle, aslında psikolojik açıdan ağır bir yük taşır. Çünkü bu ifade, karşımızdaki bireyin gelişim kapasitesini reddeder, onu tek bir kalıba hapseder ve varoluşunu sabitleyen bir damga niteliği taşır. İnsan doğası değişime açıktır; yaşam boyu öğrenme, uyum sağlama, dönüşme kapasitesi insanın en temel özelliklerinden biridir. Dolayısıyla, “hiç değişmeyeceksin” ifadesi yalnızca bir yargı değil, aynı zamanda insanın özüne karşı işlenmiş bir haksızlıktır.
Psikoloji literatüründe bu tür söylemler, bireyin benlik saygısını aşındıran, özgüvenini zedeleyen ve kişisel gelişim inancını baltalayan sözler olarak değerlendirilir. Çünkü kişi, yalnızca o anki davranışıyla değil, tüm kişiliğiyle suçlanmış hisseder. Bu tür genelleyici ve keskin yargılar, savunma mekanizmalarını tetikler; iletişim kapılarını kapatır ve güven bağını zayıflatır. İnsan, anlaşılmak isterken damgalanmış, açıklama yapmak isterken susturulmuş hisseder.
Bir diğer boyut ise sosyolojiktir. Toplumsal ilişkilerde, bireyler arasındaki güç dengeleri çoğu zaman dil üzerinden kurulur. Hangi kelimeyi seçtiğimiz, karşımızdaki insana hangi rolü biçtiğimizi de gösterir. “Hiç değişmeyeceksin” cümlesi, çoğu zaman üstünlük kurma, karşı tarafı küçümseme ve denetim altına alma arzusunun dışavurumudur. Bu yüzden yalnızca bireysel değil, toplumsal düzeyde de manipülatif bir etki barındırır.
Duygusal açıdan bakıldığında ise mesele daha da çarpıcıdır. Çünkü böyle bir cümle, kişinin içsel dünyasında bastırılmış yaraları açığa çıkarabilir. İnsan, zaten kendi içinde yeterince eleştiriye maruz kalırken, dışarıdan gelen bu tür cümleler içsel eleştirmenle birleşir ve derin bir öz-değer sorgulamasına yol açar. Bir anlamda, bu cümle insanın kendine karşı duyduğu güveni sıfırlayabilir.
Oysa sağlıklı sosyal ilişkiler, karşı tarafı olduğu gibi kabul etmek, fakat aynı zamanda değişim kapasitesine de saygı duymak üzerine kurulmalıdır. İnsanı sevmek, onu olduğu gibi görmekle başlar; fakat onun gelişme potansiyelini inkar etmemekle anlam kazanır. “Hiç değişmeyeceksin” diyerek birini sabitlemek, aslında yalnızca onu değil, ilişkinin kendisini de durağanlığa mahkûm etmektir.
Dil, bir köprü olabilir ya da bir uçurum. İnsana dokunan kelimeler şefkat taşıyabilir, umut verebilir, iyileştirebilir. Ama aynı zamanda, tek bir cümle bir hayatı gölgeleyebilir. Bu yüzden, sosyal ilişkilerde kullandığımız sözcüklerin gücünü fark etmek, öfke anında bile ağzımızdan çıkan kelimenin yaratacağı yankıyı düşünmek gerekir. Çünkü bazen bir cümle, karşı tarafın ruhunda ömür boyu taşıyacağı bir yara izi bırakabilir.
Sonuç olarak; “hiç değişmeyeceksin” ifadesi, yalnızca bir sitem değil, psikolojik açıdan bir sabitleme, sosyolojik açıdan bir üstünlük kurma, duygusal açıdan ise derin bir yaralama biçimidir. İnsan değişir, dönüşür, öğrenir. Fakat kelimeler kalır. Ve bazen bir cümle, insanın hatırlamak istemediği en büyük kırılma anına dönüşür.
Dr.Bahar Zeynep Barut.
Yazılar Telif hakkı içerir.