Kendisine ‘’Tanrılık’’ atfeden insanoğlu, neyi gözden kaçırıyordu?
Kibir, tüm tanrıları yok etmemiş miydi? Destanlar, hikayeler ve tüm insanlık tarihi, doğayı katleden insanoğlunun vahşi tabiatının aslında doğrudan kendisine zarar verdiğini bize defalarca kez göstermemiş miydi?
Oysa tarihten tek bir kelime bile duymamışçasına yakıp yıkan bir insan topluluğu haline dönüştük. Var olan her şeyin üzerinde olduğunu zanneden insanoğlu, kendi kendisinin yıkımına bile duyarsız kaldı. Ağaçlar yanarken, hayvanların çığlıklarına insan sesleri karıştı.
Küçücük çocuklar ölürken, kaçırılıp tecavüze uğrarken, ekonomi daha önemliydi. Kadınlar dayak yiyerek öldürülürken, erkek egemen topluma, rahatı yerinde olan diğer kadınlar göz yumuyor, sessiz kalıyorlardı. Sessiz canlar, kediler köpekler sokaklardan toplanıp katledilirken, çocuklara zarar verdikleri iddialarıyla iftiraya uğruyorlardı. Ve fakat ekonomi çok önemliydi. Çiftçinin üretimi durdurulup, elindeki ürüne değerinden düşük para ödemek zekâ örneğiymiş, ticaretmiş gibi gösterilirken, yiyecek ekmeğini kaybeden bazıları, diğerlerini tanrılaştırıyorlardı. Cebinde parası olanlar, dönemin tanrıları oldular. Diğerinin elindekine sahip olmak, Zeus’un yaratım gücüne sahip olmakmış gibi gelmeye başladı.
E tabii canım, o da elinde tutsaydı!
İşte bütün bunları seyre dalıp, tanrıları, bizim tanrılaştırdıklarımızı, kendisini tanrı sananları sosyal medyadan izlemekten başka bir çare bulamadık. İşin daha da kötüsü, herkes onlara benzemek istiyordu. Cebindeki son kuruşuyla estetik ameliyatlara koşan, marka kıyafetleriyle toplu taşıma araçlarıyla binerek lüks mekanlara doluşan ve kendisine zengin süsü veren insancıklar, tanrıların sofralarında meze olduklarının farkına bile varmadan hayata tutunmaya çalışıyorlardı. Ne de olsa hayatı kötü yaşayanlar kendileri değildi, ceplerinde paraları olmasa bile, o ya da bu şekilde arzu ettikleri yerlerde bulunma fırsatını bir şekilde yakalıyorlardı. Ya da yakaladıklarını zannediyorlardı.
Günümüz insanı neyle uyutulmuştu?
Kendilerini nasıl oluyor da böylesine kandırmayı başarabiliyorlardı? Bir tek sosyal medyada paylaşacakları fotoğrafları çekebilmek uğruna oradan oraya koşuşturan insanlar, selfie çekmek adına telefonlarını ellerinden bırakmadan yaşayamaz hale geldiler. Sırf sosyal medyada paylaşacakları fotoğrafları çekebilmek adına plajda terden yapış yapış olmuş ama denize girmeyen, denize girerse makyajı akacak, saçı bozulacak diye endişelenen insanların tuhaf halleri; video çekmekten, gittiği konseri bile izleyemeyen diğerleri…
Mahalle yanarken saçını tarayan tanrıcıklarla doldu her yerimiz…
İsyan edenler ise meczup muamelesi görmeye başladılar. Bırakalım yansın ormanlar, tecavüze uğrasın kadınlar ve çocuklar. E ölenler de bizden değil ki zaten. Onlar orada, uzakta bir yerdeler… Ama konuşmaya gelince, kimse mangalda kül bırakmıyor. Kahvehanede okey oynayanlar gibi, herkes memleketi bir ucundan tutmuş, lafla, sözle kurtarıyor. Yürü be koçum, kim tutar seni!