Bazı anlar vardır ki; insan sırtında taşır.
En ağır yükü olur. Ne tam unutulur ne de kabullenilir.
Hayatın akışında bir yerlerde en mutlu anında veya beklenmedik bir anda kapını çalar
Geçmişin bir hayalet gibi geleceğini esir ettiğini düşündüğünüzde bakış açınız değişir ve hiçbir şey tam anlamıyla çözüme ulaşamaz. Görmezden gelerek sorun çözülmüş ve acılar kabul edilmiş gibi görünür. Oysa daha da derinleşen yeni acılar eklenir
Son zamanların herkesin kronik rahatsızlığı olan unutkanlığın temelinde beynimizin bize bir oyunu olduğunu düşünüyorum. Çünkü insan sadece yaşadığıyla değil; unuttuğuyla da var olur bu hayatta…
Marcel Proust, “Geçmiş, bugüne sızma yollarını çok iyi bilir,” der. Kimi zaman bir koku kimi zamansa kulaktaki bir müzik … Ama asıl mesele, geçmişin kendini hatırlatmasından çok, bizim ona tutunma biçimimizdir. o yüzden hatırlamak için çaba göstermemek gerekir çoğu zaman …
Asılı kaldığımız geçmişin, gelecekte önümüze çıkması geçmişin bütün çeri çöpünü sırtımıza yeniden yükler
Birçok insan geçmişin geleceğe ışık olduğunu, ebeveynlerimiz ise yaşanmışlıklarının gelecekte davranışımızı belirleyeceğine inanmaktadır. Oysa geçmiş geleceğe bir yol değildir. Hele beraberinde getirdiği acı, içsel bir mücadelenin dışa vurumudur.
Virginia Woolf, “Hiçbir şey dışarıdan gelmiyor; her şey içeride, senin içinde,” derken acı anlarla mücadelenin dışsal bir mücadele olmayıp içsel bir yüzleşme olduğunu anlatmaktadır. İçsel çatışma ekseninden uzaklaşarak bastırmadan ya da yok saymadan bu acı anları ve acı kazanımları kabullenmek sürecin daha sağlıklı yürümesini sağlayacaktır.
Geçmişin hayatımızda kamp kurmasına izin verilmemelidir. Her hatırlayış bir öğreniştir ama her tekrar bir saplantıya dönüşebilir. Bu konuda Albert Camus şöyle yazar: “Geçmişi bir yük gibi taşıyan, bugünü yaşarken kambur olur.” Eğik ve eksik bir yaşam … kendinden eksilen kadar hayatınıza katılan her bireyden eksiltilen anlar …
Geçmişle yaşanmaz ama acı anlarla barışmak, unutmak değildir. Onu geleceğimizin önünde bir engel olmaktan çıkarmaktır.
Acı anların olgunlaştıran yalnızlığının yanı sıra bir de çürüten yönü bulunur. Demem o ki; Acı anıların insanı olgunlaştırdığı, hatta bazı durumlarda güçlendirdiği doğrudur. Ama bu, onları sonsuz bir tekrar döngüsünde yeniden yaşamak zorunda olduğumuz anlamına gelmez. Bazen en büyük cesaret, geçmişi bırakıp yeni bir yol çizme iradesidir. İnsan yaşamı bir ağaç gibidir. Yaşananlar ağacın kökleri olabilir ama biz dallarımızı göğe uzatmadıkça yaşamak neye yarar???
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî değişimi ve geçmişe takılıp kalmadan yüzümüzü geleceğe çevirmemiz gerektiğini ne güzel anlatmış
“Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
Ve yine Halil Cibran’ın dediği gibi aslında;
“Dünya bize geçmişin zincirlerini değil, geleceğin kanatlarını vermek ister.
O halde , Kanatlarımızı takınıp uçmak vaktidir”