Bazı insanlar, sevilmeyi yanlış yerden öğrenir… bazen sonradan görmelik şeklide de ortaya çıkan , kompansasyon davranışlarada neden olur.
Eğer bir çocuk, yalnızca başarılı olduğunda takdir ediliyorsa; yalnızca yüksek notlar aldığında, ailesine “gurur kaynağı” olduğunda değerli hissedebiliyorsa, o çocuk için sevgi koşullara bağlı hale gelir. Ve bu çocuk büyüdüğünde, sevgiye dair inancı da o koşullarla şekillenir.
Artık sadece “var olduğu için” değil, “başardığı için” sevilmeye çalışır.
Kendi olmak yerine, başkalarının görmek istediği kişi olur.
Gerçek benliğini değil, parlatılmış bir versiyonunu sunar.
Ve zamanla şunu öğrenir: “Sevilmek için önce hak etmeliyim.”
🔍 Psikolojik Arka Plan: Koşullu Kabul ve Koşullu Öz-Değer
Psikolog Carl Rogers, bu durumu “koşullu kabul” kavramıyla açıklar. Koşullu kabul, bireyin sadece belirli davranışları sergilediğinde sevgi ve onay almasıdır. Bu süreç, bireyde koşullu öz-değer geliştirir: Kişi ancak başardığında, onaylandığında ya da toplumsal normlara uyduğunda kendini değerli hisseder.
Bu durum, özellikle romantik ilişkilerde şu şekilde kendini gösterir:
• Partneriyle yaşadığı mutluluğu, duygusal yakınlıkta değil; dışarıdan görünen başarı, estetik ya da gösterişte arar.
• “Sevgi” hissini, sevgiliden gelen bakışta değil; pahalı bir hediye ya da sosyal medyada alınan onaylarda bulur.
• “Seninle gurur duyuyorum” sözünü, yalnızca CV’si doluyken duyar.
Çünkü içindeki çocuk hâlâ oradadır.
Ve o çocuk hâlâ şu sorunun cevabını beklemektedir:
“Beni ben olduğum için mi seviyorsun, yoksa bana yapıştırılan etiket için mi?”
🧠 John Bowlby’nin Bağlanma Teorisi der ki:
“İlk bağlanma deneyimlerimiz, tüm ilişkilerimizin temelini oluşturur.”
Çocuk, ebeveynlerinden tutarlı bir sevgi ve kabul görmediğinde, ilerleyen yaşamında ilişkilerde güven kurmakta zorlanır.
🧠 Abraham Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi bize hatırlatır ki:
Sevgi ve ait olma ihtiyacı, bireyin psikolojik bütünlüğü için temel basamaklardan biridir. Bu ihtiyaç karşılanmadığında, birey sahte doyumlarla bu boşluğu doldurmaya çalışır.
🧠 Karen Horney’nin Nevrotik İhtiyaçlar Teorisi ise, bireyin sevgisizlik karşısında güç, başarı ve mükemmellik yoluyla değerli hissetmeye yöneldiğini belirtir. Sevilemeyen birey, “önemli” görünerek kabul görmek ister.
Kompanse Eden Hayatlar: Gösterişin Ardındaki Boşluk
Modern psikolojide bu duruma kompansasyon davranışı denir.
Yani birey, içsel eksikliklerini dışsal başarılarla, maddi sembollerle ya da statüyle telafi etmeye çalışır. Ama bu çaba ne kadar büyürse büyüsün, içsel boşluğu doyurmaz. Çünkü sevgi bir madalya değil; hissedilen, güvenli ve koşulsuz bir bağdır.
Bir insan, neyi fazlaca gösteriyorsa, çoğu zaman onun eksikliğiyle büyümüştür:
• Sürekli parasını vurgulayan biri, büyük olasılıkla değersizlik hissini bastırmaya çalışıyordur.
• Her fırsatta başarılarını anlatan biri, belki de hiç takdir edilmemiştir.
• Aşkta bile “satın alınabilir” hale gelen biri, geçmişte ücretsiz bile sevilmemiş olabilir.
Ve böylece sahici bağlar değil, gösterişli sahneler inşa edilir.
Çünkü bu insanlar çocukken olmak yerine kanıtlamak zorunda kaldılar.
Bugün hâlâ, gerçek sevgi yerine “onaylanmış görünmeyi” arıyorlar.
“O seni sevmedi. O, senin onunla nasıl göründüğünü sevdi.”
— İlişkilerde Sıkça Gözlenen Projeksiyon Dinamiği
Bak, mesele şu:
Senin ruhuna değil, rolüne âşık oluyorlar.
Aşk sandığın şey, bir sahiplenme biçimi olabilir.
Çünkü seni “edinmek”, onlara daha güçlü hissettiriyor.
Ve sen…
Sen de bunu aşk sanıyorsun. Çünkü çocukken biri seni koşulsuz sevmemişti.
Ve sen hâlâ, o sorunun cevabını arıyorsun:
“Kendim gibi olsam da yeterli olur muyum?”
Sevgiyle büyümeyen biri,
büyüdüğünde “çok sever gibi yapar” ama sevgiyi bilmez.
Gösterişi bilir, stratejiyi bilir, pazarlamayı bilir… ama hissetmeyi bilmez.
O yüzden:
Seni sen olduğun için sevmeyenle, kendi değerini ispat yarışına girme.
Çünkü ne kadar koşarsan koş, bu yarış onun değil,
senin ruhunun çölüdür.
Ve unutma:
Karşındakinin giydiği markaya değil, giydiği duygusal zırhlara bak.
Çünkü sevgi dışarıdan değil, içeriden görünür.
🚫 Kendini Kanıtlama Yarışından Çekil
Seni olduğun gibi sevmeyeni ikna etmeye çalışma.
Çünkü ne kadar çabalarsan çabala, o yarışta koşan senin ruhunun çölüdür.
Ve çölde hiçbir alkış sesi, bir damla sevgiye yetmez.
Gerçek sevgi, kostüm istemez. Giydiği takım elbiseyi değil, duygusal gardırobunu sor…
Dr.Bahar Zeynep BARUT
Tüm yazılarım telif hakkı içerir.