Olduğumuz durumla, olmak istediğimiz durum arasındaki mesafede kim olduğunu bulabilmek için yaşamak, işte bu yolu yürürken kendin ile iletişime geçebilmek, kendi sesini kendine duyurabilmek. İç sesini dinleyebilmek, üstelik duyduğun iç sesine de güvenmek. Şu hayatta en çok işimize yarayacak bizi biz yapacak şey.
Hep başkalarını dinliyoruz hayatımız boyunca, başka seslerin peşinden koşuyoruz. Toplumun bize dikte ettikleri, ailelerimizin nasıl daha iyi birer insan olabileceğimize dair söylemleri, sağdan soldan duyduklarımız, başkalarının deneyimleri üzerine oluşturduğumuz düşüncelerimiz, üstüne üstlük bir de kendimize yetemeyeceğimize dair geliştirdiğimiz yargılarımız. Tüm bunları biraz da değersizlik ve yetersizlik duygularımız ile güçlendirince ilk önce kendimizden şüphe edip vazgeçebiliyoruz işte. Dünyaya geldiğimiz andan itibaren zihnimizde birbirine karışmış bir sürü ses yankılanıp duruyor. Annemizin, babamızın, öğretmenlerimizin, arkadaşlarımızın vs. sesleri sürekli beynimizin içinde dolaşıp duruyor. Hep haklı, hep bizim iyiliğimizi isteyen sesler. Ve hiç susmadan sürekli konuşup, bizlere hayatımızı nasıl yaşamamız gerektiğini anlatan sesler.
Hayatımızın büyük bir bölümünü bu sesler üzerine kurguluyoruz ve de yaşıyoruz. O içimizde yankılanan bizi saran insanların sesleri dönüp duruyor zihnimizde. Doğruları doğrularımız oluyor, yanlışları yanlışlarımız. Kendi doğru ve yanlışlarımız için fazla hak tanımıyoruz kendimize. Dolayısıyla tam bir teslimiyet halinde kolayı seçip başkalarının yaşanmışlıklarından çıkan o seslerin izini sürüp gidiyoruz.
Tam bir güven çemberi içinde oluşturduğumuz yankılarla yaşayıp giderken bir an gelir zihnimizdeki o kadar uğultu arasından unuttuğumuz kendi sesimizin yankısını duyuveririz. Bir çağrıdır o ses. Bizi kendimizle yüzleştirmeye davettir. En çok yabancı olduğumuz o sese kulak vermek, onu dinlemek elbette çok kolay değildir. Ancak zamanla o kadar güçlenir ki onu dinleyip anlamaya çalışmaktan başka çaremiz kalmaz. İşte o sesin izini sürdüğümüz zaman kendi gerçekliğimize doğru bir yolculuk başlar. Olduğumuz durumdan olmak istediğimiz duruma giden bu yolda en güçlü yol arkadaşımız olur kendi iç sesimiz.
Tüm berraklığı ile duyabilmek için kendi sesimizi önce diğer tüm sesleri tek tek susturmayı başarmak gerekir. İçimizde annemiz ve babamızla yüzleşip, hesaplaşıp üstüne bir de helalleşmek gerekir. O zaman iç sesimiz netleşmeye başlar. Ardından çevremizle hal olmak ve kendimizi edindiğimiz bütün sıfatlardan arındırmak gerekir. İşte o zaman kendi sesimiz dünyaya haykırmaya hazır hale gelmeye başlayacaktır.
Kendi sesinin izini sürmek uzun ve oldukça yorucu bir yol ve bir seçimdir. Her şeyden önce bir başkasına ait yol haritası ile yolumuzu bulamayacağımıza göre, kendi yol haritamız için iç sesimize ulaşmayı ve de onun rehberliğine güvenmeyi denemeliyiz.
Varoluşumuza olan saygımız için en azından şu hayatta bir kez bile olsa iç sesimizi dünyaya duyurmak için tüm çabalara değer diye düşünüyorum.
Bu dünyadan sessiz sedasız gitmek mi, yoksa arkamızda hoş bir melodi bırakabilmek mi?
Karar elbette bizim ….
Namaste