Benim bilgi ve öğrenme kavramına saygılı, yetiştikleri çağa göre iyi eğitim almış annemle babam, konu bu kadar hassas olmasına rağmen, akıllarında o doktorun verdiği bilgi, yıllarca benimle ilgili bu gerçekten kaçmışlardı. Oysa gerçeklerin eninde sonunda açığa çıkmak gibi bir özelliği vardı.
Nedense bu doktora inanıp güvenmiştik, hoş başka çaremiz mi vardı ki… İhtisasını tam benim rahatsızlığım üzerine Londra’da yapmış 39 yaşında bir yardımcı doçent ortopedist olarak, aslında o da tıp literatürüne geçmeye aday benimki gibi ilerlemiş bir vakayı ilk kez görüyordu. Peki ya ben? Ben çok korkuyordum ama kimseye belli etmiyordum. Dışarıdan verdiğim izlenim, bu kız cesur, sakin, dirayetli, hiç sızlanmıyor, bravoydu. Beni bekleyen 45 günde yaşayacaklarımı önceden bir kristal küreden izleme imkânım olsaydı, acaba onların ifadesiyle kendimi ellerine bu kadar sakin teslim eder miydim işte orası meçhul.
Yatışımın ertesi günü öğlene doğru bizim doktorun ‘sempatik’ asistanı neşeli bir yüz ifadesiyle “ Hadi bakalım bugün seninle bir ameliyat denemesi yapalım, bakalım narkoza dayanıklı mısın?” diyerek beni aldı ameliyathaneye götürdü. Bayılmışım. Kendime geldiğimde yattığım odadaydım, annem uyandığımı görünce yanıma geldi. Elinde bir ayna tutuyordu. Sana bir şey göstereceğim ama bana korkmayacağına söz ver dedi. Meraklanmıştım, çabucak onayladım ve annem aynayı bana verdi. O anda yaşadığım şoku unutamıyorum. Kafa derimin birkaç milimetre içine girecek şekilde demir bir levha çivilenmiş ve bir ip yardımıyla yatağın arkasında bulunan ağırlıklarla gergin bir şekilde sabitlenmişti. Refleksle kafamı yana çevirmek istedim, kımıldamıyordu bile. Keza bacak kaslarıma kalın şişler takılmış ve onlar da yatağın diğer ucundaki ağırlıklar vasıtasıyla gergin bir şekilde hareketsiz duruyorlardı. Yalnızca kollarımı oynatabiliyordum. Fazlasıyla can sıkıcı bir durumdaydım; suyu pipetle içebiliyor, yemeklerimi annemin yardımıyla yiyebiliyordum, tek görebildiğim odanın tavanı ve karşımda ayakta duranlardı, onlarla göz temasında olabilmem için ayakta olmaları gerekliydi. Bu şekilde ameliyat gününe kadar 23 gün yattım. Ameliyat olduğumda kendimi yeniden doğmuş saydım, operasyon sabahı bütün acılarım sona eriyor diye mutluluktan uçuyordum adeta, tabii ki heyecan ve biraz da korku vardı. Heyecan, korku, belirsizlik hisleri hep benimleydi zaten. Bu işin hiç de düşündüğüm gibi olmadığını kendime geldiğimde anlamam uzun sürmedi. Çilemin yalnızca 1. sezonu final yapmış ve önümde 3 hafta daha sürecek yeni bir hastane süreci başlamıştı. Yine kıpırdamam yasaktı, sırtımdaki dikişlerin hava alması için yarım saatte bir olmak üzere üzerime ikinci bir yatak yerleştirilmek suretiyle yattığım yatağa kilitleniyor ve ters çevriliyordum. En zoru da buydu işte. Bir seferinde yine yatağın çevrilme işlemi yapılırken yatak tam olarak dönmedi ve ben sol omzum yere sağ omzum tavana bakar durumda sıkışmış halde iki üç dakika öylece beklemek zorunda kaldım. Herhalde artık hastanelerde böyle iptidai bir sistem yoktur. Hastabakıcı yardıma gelene kadar korku ve panik içinde geçen o üç dakika sanki üç saat gibiydi. Bu travmadan sonra işlemin her tekrarlanışında “ya yine aynı şey olursa!” paniğiyle hissettiklerimi izah etmenin imkânı yoktu. Bir gün, üç gün, beş gün değil; üç hafta boyunca uyku saatleri hariç her yarım saatte bir…
Ama bu defa daha şanslıydım. O günler, bana bir arkadaş hediye etmiş ve bu dönem benim için sohbetlerle, dertleşerek, birlikte müzik dinleyerek daha kolay geçmeye başlamıştı. Belki çektiklerimin ödülüydü bilemiyorum. Ne var ki bu ödülün aslında hayatımın belki de en büyük ödülü olduğunu fark etmem için 24 yıl geçmesi gerekti.
16 yaşında yaşadığım bu deneyim, bana mücadele gücü kazanmayı, iradeli olmayı, sabretmeyi ve değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmeyi öğretti. İlerleyen yıllarda bu dört olgu, zor durumlarla her karşılaştığımda bana rehber oldu. Olaylara yaşıtlarıma göre daha geniş perspektiften, madalyonun diğer yüzünü merak ederek yaklaşmamı sağladı. O hastane günlerinden sonra ben bir daha eski ben olmadım.
Seneler hızla geçti. Okullar bitti, kariyer yolculukları başladı. İş hayatı, yeni deneyimler, unvanlar, başarılar, başarısızlıklar, finansal özgürlük çağı, sosyal hayatın cazibesi içinde ilerliyorken bambaşka ağırlıkta bir sağlık sorunuyla yüzleşmek, mücadele etmek zorunda kaldığım sıralarda, tam yolun sonuna gelmiş olabilirim diye düşünmekteyken ve tam hayata dair umutlarımı sıfırlamak üzereyken, O adeta bir misyon üstlenmişçesine geri geldi. Sanki bir mesaj almış ya da hissetmiş gibi, evren bir şekilde onu geri getirdi. Gelişi bizim ailede çok tartışmalı sahnelere neden olduysa da ben anlamıştım, o benim kaderimdi. Hayatın dönemeçleri bizi bir araya getirmeye kararlıymış demek ki. Şimdi hastanedeki can yoldaşım benim hayat arkadaşım, bana kendimi yeniden keşfettiren, bana güç veren ve beni değiştiren hayat ödülüm…
İrade ve azminize hayran kaldım. Hayat mucizelerde dolu ve hiçbir şey tesadüf değil kuşkusuz
Çok teşekkür ederim Pınar Hanım. Anahtar kelimeler pes etmemek ya da vazgeçmemek, mücadeleyi asla bırakmamak sanırım… Ve evet, hiçbir şey tesadüf değil. Hayat bana en çok bunları öğretti.
Öyledir yar hayat insanı sürükler yada olmadık yerde ansızın buluşturur.