Ah hasretlik… Ne zor gelir insana, yerini yurdunu değiştirmek. Dilinden kopmak, belki sokağından. Biz kadınlar hep daha duygusal oluyoruz, daha çabuk doluyor gözlerimiz. Yüreğimiz de biriktirdiklerimiz, göz pınarlarımızdan akıyor duyduğumuz bir şarkıda ya da ağlayan bir bebek gördüğümüz de. Sizce yaşanmışlıklar mı? Bizi böyle duygusallaştırıyor, yoksa içimiz de birikenler mi?
Galiba bunu kim olursak olalım, ne yaparsak yapalım cevaplandıramayız. Şimdi sizleri çok eski bir hikâyeye götüreceğim, yine hesaptan çok, gözyaşı dolu bir hikâyeye…
ADI: Sabriye, anlamı ise;
Sabırlı, dayanıklı olmak.
1939 yılında Bilecik’in küçük bir kasabasına yerleşiyor ailesi ile birlikte. Yunanistan göçmeni olarak geliyorlar Türkiye’ye. O yıllarda Sabriye 2 yaşlarındaymış, annesi küçük kardeşini doğururken vefat ediyor. Ama Sabriye çocuklarına ‘ hasrete dayanamadı yüreği’ diye anlatmış hep. Annesinin vefatından kısa bir süre sonra babasını kaybetmiş minik Sabriye. Ona hayat daha erken başlamış bu sebeple.
16 yaşına kadar minik Sabriye ve küçük kardeşi, amcasının yanına yerleşiyorlar. Fakat Sabriye ‘ keşke o yılları hiç yaşamasaydık, annemizle babamızla bizde ölüp gitseydik bu hayattan!’ diye isyan edermiş. O yıllarda kardeşine ve Sabriye’ye çok eziyet ederlermiş. Yemekleri saklar, kardeşini yıkarken Sabriye ile birlikte döverlermiş. Tüm ev işleri, çalışmak bu minik kardeşlere kalırmış. Bir gece uyurken çok ağlamışlar. Tarladan, geldiklerinde yengesi yemek vermemiş. Kalan ekmekleri, önlerine koyup, yemelerini ve hemen uyumalarını söylemiş, zavallılar korkulardan ekmekleri dahi yemeden uyumaya geçmişler. Sonra burunlarına bir koku gelmiş ‘irmik helvası’ kokusu… Sadece çocuklarına yedirip, o iki miniğe yedirmemek için bağırdıklarını anlamış Sabriye, o günden sonra nerde sütlü helva kokusu alsa oturur ağlarmış ve ağzına asla süremezmiş.
Bir gün tarlada çalışırken, eşi ile tanışmış. İşte orda birbirlerine âşık olmuşlar. Çok büyük bir aşkmış onların aşkı. Tabi o zamanlar da fakirlik diz boyu olduğu için kaçmaya karar vermişler. Sabriye’nin tek şartı ise minik kardeşini de yanında götürmekmiş. Sevdiği adam, ise kabul etmiş ve kaçırmış Sabriye’yi.
Yıllar geçmiş… Sarayları, hanları, arabaları olmasa bile huzurla yaşamış Sabriye 2 çocuğu olmuş onları büyütmüş. Her şey düzelmişken, Sabriye artık mutluyken, hastalanmış…
Ve kanser illeti tüm vücudunu sarmış, tedavi olamadan gözlerini yummuş hayata zavallı Sabriye. Hasta yatağın da bile ‘ öldüğüm de sakın helva kavurmayın!’ demiş Sabriye…
İşte yaşadığımız, yaşarken kırıp döktüğümüz hayat bu kadar. Kısacık ama yaşattıkları, bıraktıkları, söylediklerimiz, söyleyemediklerimiz bize. Bazense ağlayamadıklarımız, içimizdekileri dökemediklerimizle toprakla buluşuyoruz. Kırmadan yaşamak dileğiyle…
Sağlıkla kalın…
Okurken ağladım.. Kaleminize sağlık
Teşekkür ederim hazan hanım
Allahım nasıl güzel bir hikaye ayşe hanım, tıpkı sizler gibi… Kaleminize sağlık efendim.
Teşekkürler.
Tebrik ederim ayşe hanım. Yazılarınızın devamını dilerim. Çok duygulandım, ağladım okurken..
Teşekkürler caner bey
Harika bir hikaye. Çok duygusal allahım 😭😭 kaleminize sağlık ayşe hanım…
Çok duygulandım sütlü irmik helvasına, şöyle geçmişe gittim. Tebrikler