Her çocuk bir şehire doğar. Dünya dediğimiz ne kadar çok büyük gözükse de, evrende bir toplu iğne başı kadar olan köhnemiş yuvarlağın yerçekime direnen bir yerlerinde bir ülkede, bir şehirde, kasabada ya da bir köyde doğar binlercesi gibi.
Her nerde doğarsa doğsun, ilk gördüğü ev, ilk deniz, ilk ova, ilk nehir onun gerçek ülkesidir. Ana kucağı gibi tek ve vazgeçilmezdir doğdun yer. Burnunu direğini sızlatan sıla özlemi orasıdır.
Ben İstanbulda doğdum, Emirganda denizin tam da kenarında, belki de denizi bu kadar sevmemin nedeni budur. Yüzmeyi ne zaman öğrendim hatırlamam annem gibi. Annem de erguvan renginde bir İstanbul kızıydı.
Mardin, Konya, Diyarbakırda ya da İzmir de doğsaydım bir başka olmazdı özlemim.
Türkiyeden ayrı kaldığım “zorunlu gurbet yıllarımda” özlediğim Türkiye değildi İstanbuldu.
İstanbul Türkiyeydi.
Başka bir şehrin kokusunu bilmiyordum ki. Ya da tüm şehirleri aynı mı kokardı bir ülkenin. Hayır kokmazdı onu biliyorum; şairlerden, romanlardan, başka şehirlerde köylerde doğmuş arkadaşlarımın söylemlerinden, özlemlerinden biliyorum bunu.
İstanbula özlemim hala hatırımda gurbet yıllarımdan kalan, burnumun direğini sızlatan acısı.
Şehir vapurlarının sessiz gidişlerindeki martı çığlıkları ve içilmezse olmaz demli çayları. Lüks kamaralarında içtiğim ilk kaçak sigaralarım. Konservatuar dönüşümde sevgili Ayşe ile yudumladığım ilk konyak vapurun açığında, Çamlıca tepesi, Fenerbehçe koyu. Bağdat caddesi Borsa pastahanesi, kulüp 33, kulüp Reşat dans yarışmalarına girdiğim. Caddebostan gazinosu, altında büyük halk plajı. 18 Mart da çocuk denizlerim ve balıkçıların kiraladığı sandallarla kova kova istavrit ve izmarit tuttuğumuz yıllar.
Dünya bir tuhaf dönüyor…çok tuhaf. Anıları öldürmecesine, bitirmecesine.
Anılarımdaki,şairlerin dizelerindeki sokaklar, kahveler, mekanlar artık eskisi gibi değil.
İnsan istiyor biraz olsun bir şeylerin taze kalmasını. Özlenilen bir mekana gidildiğinde geçmişten en az bir iki şeye dokunmak, koklamak istiyor.
Tabi ki yerinde duran hiç bir şey yok, her şey değişmekte, ama değişim geçmişten hiç bir iz taşımadan olur mu. Geçmişi tamamen yok ederek olur mu bu değişim.
Onlarca şaire konu olmuş Kalamış Köhne bu gün yok, deniz doldurulmuş, yerini “modern kahve ve restorantlar” almış.
Yetmişli yıllarda Beklan Algan’ının kurduğu deneme sahnesinin yerinde şu anda bir otopark var.
Ki bu gün bile o sahnenin bir benzeri Türkiyede yok. Aklıma gelmeyen yüzlerce yokediliş.
Umarım bu yazıyı okuduğunuzda kendi şehrinizde ya da köyünüzde nelerin eskisi gibi olmadığını hatırlarsınız.
Fransa da Almanya da ya da İsveçte toplumsal belleğin yok olduğu bir değişim olmuyor. Yirmi sene sonra da gitsen belki kafelerin yüzleri değişmiştir, belki bir kaç dükkan ama insanların kültürel belleklerini yok edici bir değişim göremezsiniz.
Toplumsal ve kültürel bellekler koruma altındadır.
İnsan çocuğuna torununa “bak burada ben şunları yapmıştım, ya da burada şöyle bir şeyler olmuştu” diyebileceği bir miras istiyor.
“istanbulu dinliyorum gözlerim kapalı” diyen şairin şiirini okuyan bir genç acaba neler duyabilir İstanbuldan.
Ya da duyduğu şeyler onu mutlu edebilir mi?
Bilmiyorum!
Hele bu gün “hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” dediğimizde neler değişecek acaba?
Bu gün; üç yaşındaki bir çocuğun anılarında o güzelim İstanbul sokaklarında gezen garip maskeli istanbullular kalacak. Ya da Türkiye nin bir kasabasında farketmez.
Ya da Fransa nın o özenle tarihe saklanmış sokaklarında. Ölümün zamansız hatırlatılmasının anısı hep kalacak üç yaşındaki çocukların belleklerinde.
Anıları yaşayan insan, şiirleri yazan da.
Özleyen de insan.
Biz belki en güzel yaşadık ve güzel özledik. Yok ettik. Ama yine özledik.
Bu gün üç yaşındaki bir çocuğun, yani geleceğin özlemi ne olacak acaba? Büyük bir ihtimal ben göremem ama tahmin edebiliyorum.
Onlar bizden çok farklı olacaklar.
Ama o fark ne olacak?
Bilmiyorum.
Bu gün üç yaşındaki çocuğun şiiri ne olacak?
Ya da hiç şiiri olmayacak mı?
Hayır şiir hep olacak…
Bu gün diyorum ki…
Herşeye rağmen!
“ babamdan büyük doğacak çocuğumdan küçüğüm”
İnandığım tek gerçek!
yüreğine sağlık. birazcık iç burkucu ama çok çok gerçek olmuş.
Özlüyorum ben de..
İstanbul’umun insanını,dokusunu,kokusunu..