Geçen sene tam bugünlerde, 2019 yılını geride bırakıp umutla 2020 yılını karşılamaya hazırlanırken, dünyanın kendi gündemini bir anda tersine çevireceğini öngöremediği ve toplum hayatını yüz seksen derece değiştiren bir virüs ile tanıştık. Covid 19 veya halk terminolojisi ile koronavirüs. Gündemi değiştirmesi bir yana, etki ve sonuçlarının bu denli uzun vadeli olacağı da tahmin edilemedi. Kısa sürede anlaşıldı ki, yayılım hızı dikkate alınırsa, bildiğimiz anlamda sınırlı bir bölgeyi etkisi altına almış bir salgın hastalık değildi bu. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü bizi yeni bir kavram ile tanıştırmak zorunda kaldı. Bu bir pandemiydi ve bizler ne devletler, ne toplumlar ne de tek tek bireyler olarak daha önce benzer bir olguyu deneyimlemediğimiz için bir savunma psikolojisi ve denetimden çıkmış gibi görünen korku-panik temelli bir duygular girdabı içerisine düştük. Bu girdabın içinde savrulurken hepimiz, önce kendimizi ve sevdiklerimizi bu illetten koruyabilmek için, sorgusuz sualsiz büyük ölçüde özgürlüklerimizden feragat etmeye gönüllü olduk. Bu hastalık, aynı zamanda toplumsal düzenin ne kadar kırılgan bir yapıda olduğunu bize gösterdi.
Ne var ki, birçoğumuzun bu panik psikolojisi içindeyken göz önünde bulundurmadığı ve ancak birkaç on yıl sonra idrak edeceği önemli bir durum söz konusudur. 20. yüzyılda ve 21. yüzyıl başlarında dünyaya gelenler olarak, Sanayi Devrimi ve Endüstri 4.0 sonrasını takriben üç neslin yaşam süresinde, bugüne oranla nispeten yavaş çekimde özümsemiş olan bizler, artık bu devrin kapandığını ve yeni bir milada adım attığımızı kabullenmek zorundayız. Bu miladın adı, koronavirüs ve koronavirüs ile ilk bakışta öyle görünmese de yeni bir endüstriyel devrimi idrak etmeye başladık.
Koronavirüs sonrası hayatımız öncesine göre oldukça farklı. Üretim, tüketim, eğitim-öğretim faaliyetleri, ulaşım, spor, dini ibadet biçimleri, uluslararası ilişkiler, turizm ve eğlence gibi birçok alanda kendisini hissettirerek toplumsal yaşamı etkisi altına alan, küresel bir tehdit boyutuna varan koronavirüs pandemisi nedeniyle aylar öncesinden planlanmış büyük uluslar arası toplantılar, kongreler, spor karşılaşmaları, fuarlar ve hatta uluslar arası politik zirveler dahi iptal oldu. Bu durum kurumlar ve örgütleri alternatif çözüm arayışına itti. Böylece söz konusu etkinliklerin dünya tarihinde ilk kez sanal ortamda video konferans yöntemi ile gerçekleştiğine şahit olduk. Bu salgın, insanlığı tamamen hazırlıksız bir anında yakaladı ve hiç alışık olmadığı yepyeni bir deneyimle, zorunlu sosyal izolasyon süreci ile tanıştırdı. İşte bu nedenle uzun vadede hem bireysel hem de toplumsal yaşam alışkanlıklarında muhtemelen geriye dönüşü olmayan büyük bir değişim gerçekleşmeye başladı.
Çin’in bugüne kadar adını duymadığımız bir şehrinde başlayan ve bu nedenle Çin Virüsü olarak da adlandırılan koronavirüs, pandemi haline geldi ve kısa zamanda dünya genelinde büyük bir kaosa neden oldu. Ortaya çıkan bu kaotik durumdan dolayı, devletler düzeyinde her ülkede salgınla mücadelede farklı yaklaşımlar ortaya konmasına karşın, bireyler nasıl bir tehdit ile karşı karşıya olduğunu anlama, yorumlama ve korunma konusunda kafa karışıklığı yaşıyor. Üst yönetim otoriteleri tarafından “Evde kalın” şeklinde yapılan çağrılar ve takip eden sosyal yaşamı sınırlayıcı uygulamaların ardından, geleneksel iletişim yöntemleri yerini internet tabanlı sanal sosyal sahalara bıraktı. Ev dışında gerçekleştirdiğimiz iş, okul, alışveriş, eğlence gibi tüm aktiviteler sanal ortamda kendine yaşam alanı buldu.
Sıcakkanlı ve samimiyete önem veren bir toplum olarak, koronavirüs pandemisinin bizi getirdiği noktada tokalaşma hareketlerimiz, selamlaşma şeklimiz artık çok farklı… Oysaki Türk toplumunda bu hareketler ve benzeri fiziksel temaslar sevgi ve yakınlık göstergesidir. Diğer ülke insanlarını bir yana bırakırsak, duygularını dokunarak ifade etmeye alışkın ve misafirperver karakterdeki toplumumuz için bu değişime adapte olmak kolay değil ve halen olamadı.
Gelişmiş teknolojinin toplumsal hayat üzerinde yarattığı değişim inkâr edilemez boyutta. Artık iş hayatı ve okul hayatı aktiviteleri bir süredir bilgisayar, tablet, akıllı telefon gibi teknoloji tetikçilerinin ekranlarının önünde yürütülüyor. Özellikle günümüzde iş hayatı artık web kameralar, video uygulamalar ile konferans, elektronik posta ve anlık mesajlaşma şeklinde iş yapma araçları gibi örgütsel çalışma teknolojileri vasıtasıyla faaliyetlerini sanal olarak yürütmeye hızlı bir şekilde uyumlandı. Aslında, 70’li yıllar sonrasında dünyada göze çarpmaya başlamış olan ve teknolojinin gelişimine paralel olarak, internetin keşfi ile 90’lı yıllardan itibaren yaygınlaşmaya başlayan ufak çaplı alternatif çalışma biçimleri koronavirüs pandemisinden sonra görülmemiş bir hızla yaygınlaşmaya başladı. Birçok sektörde işverenler tarafından hızlı bir şekilde evden çalışma sistemine geçildi. Çalışma sistemindeki bu ani değişimin dönemsel mi yoksa yeni kalıcı bir iş yapma stili mi yarattığını bize önümüzdeki yıllar gösterecek ama daha bugünden bu durumun yaratacağı riskler ve güvensizlikler birçok çalışanı kara kara düşündürüyor. Üstelik bu değişimin getireceği kaygılar hem maddi gelir endişesi gibi ekonomik hem de sosyal izolasyon kaynaklı yalnızlık gibi psikolojik sonuçlara gebe.
Diğer yandan, sürecin uzamasına paralel olarak, kendisini risk altında hisseden bireylerde, yakın çevresindeki insanların hastalık taşıyor olabileceği endişesinden dolayı toplumsal güvensizliğin yaygınlaşması mümkün görünüyor. Bu ise ileride zorunlu sosyal izolasyon tedbirleri kaldırılsa dahi bireyleri kendi tercihleri olan sürekli izole olma davranışına itebilir.
Kısacası virüsün ortaya çıkışından bir yıl sonra bugün, alışılagelmiş yaşam biçimlerimiz altüst olmuş durumda, bireysel ve toplumsal hacklenmişlik hali içinde mücadele vermekteyiz. Bireyler olarak gerçekte hasta olmasak dahi, sürekli olarak kendimizi daha fazla risk altında hissediyoruz.
Geri dönüşü olmayan bir toplumsal değişime doğru adım adım ilerlediğimiz böyle bir dönemde, her türlü sınır ve engeli bertaraf edebilecek bir etkileşim yaratılmasına ihtiyaç var. Bu süreç, ülkeler arasındaki anlaşmazlık ve çatışmaların da, küresel anlamda riskli görülen birçok olumsuzluğun da önüne geçilmesi konusunda bir fırsat olabilir. Hepimizin hayatında derin etkiler bırakan 2020 yılını yolcu ederken bu kez yeni bir gündemimiz var ve artık bu pandemiden en kısa sürede topluca kurtulma amacıyla tüm dünyada “aşı” olgusu hayatımıza girdi. Hükümetler düzeyinde gerçekleştirilmekte olan aşı geliştirme çalışmalarının son aşamaya ulaştığını, gönüllüler üzerinde aşı denemelerinin başladığını öğrendik. Getirisinin ne olacağını 2021 yılı ile birlikte öğreneceğiz.
Yukarıda bahsi geçen salgın kaynaklı tüm toplumsal etki ve gelişmeler bize pandemi kavramının biyolojik olduğu kadar toplumsal bir olgu olduğunu kanıtlamaktadır.
Sağlık sosyolojisi alanında tüm dünyaca yaşamakta olduğumuz bu geniş çaplı krizin, ileride dünyanın gündemini işgal eden problemleri sorgulatarak bunlara bilinçli ve sağduyulu çözümler üretebilmesi en olumlu beklentimizdir.
2021yılı olumlu beklentiler içine girmemek, hayal kırıklığı yaşamamak adına önemlidir. Salgın kontrol altına alınabilirse, büyük mutluluktur.
Katılıyorum ancak umut daima var, kendi adıma, eğer ekonomi ile ilgili gerekli adımlar atılabilirse, 2021’i 2020 den daha hafif atlatacağımızı düşünüyorum. Aksi takdirde yeni sene eski seneyi aratır.