Basit düşünmek istemediğime karar verdim dün gece bir denizin ötesinden karşı ışıklara bakarken. Parıldayan ışıkların arkasındaki yaşamları, şehirdeki insanları, ümitlerini, sıkıntılarını anlamaya çalışmak biraz onlar olmak istedim.
Zincir gibi farlarının ışıklarını yakarak uzaklaşan araçları, içindeki insanları, oraya buraya yetişmeye çalışanları, günün yorgunluğu ile trafikle boğuşanları… Ambulansların içimizi yakan yanıp sönen kırmızı ışığını, sirenlerini, içinde taşıdığı hastanın durumunu, hastayı acile götürmeye çalışan yakının ruh halini… Gece nöbetlerinin yılgın ışıkları altında sabahı, günün yorgunluğuyla bekleyen doktorları, hemşireleri kaderlerini bekleyen hastaları, yakınlarını, dertlerini açmazlarını dinledim sessizce. Uzun koridorları paspaslayan hademenin mırıldandığı türküyü merak ettim. Hastanenin doğum hanesinde yeni doğan bebekleri, hayata şanslı mı şanssız mı geldiklerini sadece tanrının bildiği, onları sevgiyle kucaklayan ailelerini ya da hiç istemeyip yok farz edenleri…
Kamyonuyla uzaklara gidecek kamyoncunun ne hayal ettiğini merak ettim. Ailesiyle vedalaşırken ne hissettiğini…
Çiçeklerle süslenmiş bir arabanın içinde “Mutluyuz” yazısı altında evliliğe, yeni bir yaşama ilk adımlarını atan gelin ve damadı düşündüm. Yüzlerindeki gülücükleri gördüm, bolca olan ümitlerini de… Bir kafede romantik ışıkların altında sohbet eden arkadaşları düşündüm. İki kadeh içtikten sonra konuşulanları, “O da Allahın bir kulu deyip adı geçen kişiyi olduğu gibi kabul edip kahkahaları bastıktan sonra evlerine huzur ve neşeyle dönen dostları…”
Gençleri düşündüm masa başında ders çalışan, yatağa bile girerken cep telefonundan mesajlaşıp, sevgililerini, o günle ilgili son güzel sözcükleri sıralamaya hazırlanan… Işığı kapatmayı unutup, rüyalarında yeni ufuklara açılan kapıları aralayan gençleri ve onların geleceklerini aydınlatmaya hazırlanan gökteki yıldızlarını… Renkli gece lambasının büyülü boşluğunda mışıl mışıl uyuyan küçük çocukları düşündüm; merhametle şefkatle büyüyen prensleri, prensesleri, annelerin kuzucuklarını, onları sarmalayan karşılık beklenmeyen, saf sevginin ışıltısını gördüm bir an…
Işıl ışıl parlayan şehrin en güzel caddesinde yaşayan zengin ve “artık” dul kalan, yarın eşinin vücudunu toprağa vermeye hazırlanan kadının, gösterişli yatak odasına girerken elektrik düğmesine basmasıyla ortalığı aydınlatan ışığın yandığını fark ettim… Yorganın altında hıçkırıklalar boğulduğunu hissettim. Ertesi gün, cenazede, güneş, yine parıldamaya devam edecek, ancak onu o gece ve daha birçok gece uykusuz ay ağırlayacak, diye düşündüm gözlerim bir an dolarak…
Bir bekçi kulübesindeki yaşlı amca aklıma geldi nedense. Saat başı köpeğiyle beraber fabrikanın etrafında elinde feneriyle dolaşan, tedbiri elden bırakmadan her yeri kontrol ettikten sonra eski televizyonun başında kapana, göz kapaklarını açık tutmaya çalıştığını gördüm. Yerinden yavaşça kalkarak küçük tüp ocağın üstündeki demlikten bardağına çayı döktüğünü hayal ettim. Çayın deminin kokusunu aldım. Duvardaki sarı gölgelerin hareketiyle hırlayan köpeği duydum. Fabrikanın karşısına düşen yol kenarında denize doğru yürüyen genç çiftin iskelenin ışığında neler konuşacaklarını merak ettim. Vapurlara yoldaş, yanıp sönen mavi kırmızı deniz fenerinin onları selamladığını gördüm. Denizin üstünde yalnız bırakmış kayıkları, sabah erkenden balıkçının uyanmasıyla uzak denizlere açılmayı planlayan kırık dökük kayıkları… O esnada yakamozun ışığında mercanların etrafında yüzen mink balıkları, onların dünyasını, sadece hayatta kalmak dürtüsüyle yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu düşündüm…
Gözlerimi; yukarılara doğru kaldırdım, karşıdaki dağı gördüm. Sanki ormanda birileri ateş yakmış gibi geldi bana. Belki de ateşin sıcaklığında birbirilerine sarılarak uyumaya hazırlanan sokak çocuklarıydı onlar. Talihsiz, yalnız ve kimsesiz, geleceksiz…
Denizin üstünde bütün ihtişamı ile geçen köprünün bir kenarındaki siyah saçlı adamı düşündüm. Son bir sigara tüttüren, son kararını vermeye hazırlanan, borçları yüzünden lekesiz yaşamayı, gurur ve onuru seçip kendini atmaya hazırlanan adamın yemyeşil gözleri ışıldadı sanki kalbimin içinde…
Askeri bölgeden gelen garnizonun beyaz ışıklarının gölgesinde aileleri, sevgilileri, umutları hakkında sohbet eden askerler aklıma geldi… Enerjileri içimi aydınlattı sanki…
Şehrin sokakları düştü aklıma birden, sokak lambalarının bilinmez hangi karanlık kötü niyetleri aydınlattıklarını o ışığın etrafında bekleyen zavallı fahişeleri, travestileri ve onların dramları geldi, hüzünlü, acıklı ışığın gündemine oturdu. Kaldırımlarda kıvrılıp yatmış köpekleri, neden orada olduklarını bilmeden yaşam savaşı verenleri, çöpleri karıştıran zavallı insanları düşündüm hayalleri bile olmayan, bir lokma ekmeği kovalayan… Geceleri uyuyamayanları düşündüm evlerinin içinde dolaşan, kapatıp açtıkları her lambanın ışığında maziden bir şeyler arayan… Bir mum ışığı düşündüm her birimizin içinde, ruhumuzdaki karanlıkta kısılıp kalmış olan…
Basit düşünemeyenleri düşündüm yalnız bir gecenin sonunda sabahın ilk ışıklarıyla yarının ümitlerinin doğmasını bekleyenleri… Hayatı bekleyenleri…