Son zamanlarda yargıda hiç beklenmedik olaylar meydana geliyor. Anayasaya göre, şiddet içermeyen gösteriler yapılmasında hiç sakınca yokken, devletin farklı kurumlarında buna itiraz ediliyor. Türkiye Baro Barolar Birliği’nde çoklu baro yasası yürürlüğe girerek parelel baro yaratılmaya çalışılıyor. Devletin kendisi anayasaya uyması beklenirken uyulmuyor. Anayasa Mahkemesinin kararlarına alt mahkemeler uymuyor.
Yargıdaki son gelişmeleri İstanbul Barosu Avukatlarından Feza Tuba Hatem’e sorduk. Avukat Hatem ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi beğenerek okuyacağınızı umuyoruz. İyi okumalar.
Eski ABD Başkanı Obama bir açıklamasında şöyle diyor: “Devletin en yetkilisi benim. Ama benim üstümde Anayasa var. Anayasaya uymak zorundayım” Bizim ülkemizde Anayasaya uyuluyor mu? Bizim Anayasaya göre şiddet içermeyen gösteriler izin alınmadan yapılabilir ibaresi var. Oysa Avukatların çoklu baro düzenlemesine tepkilerine Anayasa hiçe sayıldı. Nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Ülkemizde Anayasaya uyulduğunu söyleyemeyeceğim 25 yıllık bir Hukukçu olarak. Kanunların, fillerin, eylemlerin anayasaya tabi olması gerekirken anayasanın sürekli olarak göz ardı edildiğini görmekteyiz. Günümüz Türkiye’sinde laik bir ülke olmaktan uzaklaştığımızı vurgulamak durumundayım. Anayasa Hukuku Dersini Marmara Üniversitesinde Prof. Süheyl Batum’dan almış bulunmaktayım. Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencisinin bildiği üzere Laiklik Din ve Devlet işlerinin ayrılığıdır. Çoğu örnekte bunun olmadığını gördük. Aleviler adına Cem evleri tanınmamaktadır halen. Bunun hiçbir kanuni gerekçesi mevcut değildir. Nasıl Ermenilerin Kilisesi; Hristiyanların Havrası varsa; Alevilerin de Cem evleri vardır ve kanunen de tanınmalıdır. Anayasa Profesörleri de siyasetten uzak
Açıklamalarında; Cem evlerinin tanınmamasının Anayasaya aykırı olduğunu belirtmektedirler. Anayasa Hukuku Profesörü İbrahim Kaboğlu da bunu ifade eden anayasa hukukçularımızdandır. 26 Ocak 2020 / Taksim Hill Anayasa Hukuku Prof. İbrahim Kaboğlu; Temel Haklar Ve Alevi Sorunları Uygulamada AİHM kararları konulu panelde; Cem evlerinin Anayasa gereği meşru olması ve Cem evlerine de Camilere verildiği gibi ücretsiz su verilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Kendisi Marmara Hukuktaki Anayasa Hukuku Poflarındandı. Örnekleri daha da çoğaltmak; gündem olmuş çok mevzuya dikkat çekmek mümkündür.
Anayasaya göre ” şiddet içermeyen gösteriler izin almadan yapılabilir. ” Peki; Avukatlar çoklu Baro Düzenlemesine tepkilerini gösterdiklerinde ne oldu? Tabi ki Anayasa gene göz ardı edildi; hiçe sayıldı. Avukatlar gene darp edildi. Avukatlar derken; somut olayda Avukatlar vardı. Ülkede insanlar gene darp edildi. Anayasaya göre ” Türkiye Laik ve sosyal bir hukuk devletidir. ” Anayasanın dikkate alınmıyorsa nasıl hukuk devleti oluyoruz? Hukukun üstünlüğünden zaten hiç söz etmeyelim konu buraya gelmişken. Avukat olarak bunları dile getirmek de ayrı bir üzüntü yaratıyor elbette. Şöyle bir hadise yaşanmıştı Çağlayan Adliyesinde ; ”polisler eylem yapmıştı. ” Gene yanlarında olmuştuk; eylemlerine saygı göstermiştik. Hatta ” Dinci verdik, eylemci aldık. ” diye espriler yapıldı bunun üstüne sosyal medyada; karikatürler çizildi. Fetöcü oldukları iddia edilen polislerden bahsediyoruz elbette. Hukuktan vazgeçilip; Anayasa hiçe sayılmağa başlarsa bunun ardı arkası gelir ülke kaosa sürüklenir. Herkesin adalete ihtiyacı olacak bir gün. Hukuk hepimiz için… İnsanlar hukuk karşısında eşit olmalı ve Anayasa göz ardı edilmemelidir bu sebeple.
Gezi Olaylarında da Anayasa ihlal edilmiştir. Halk izinsiz eylem yapma hakkına sahiptir. Gezi Günlüklerinde şiddet kesinlikle yoktu. Gene Anayasa hiçe sayıldı. Halkın eylem yapması olay oldu. Polis halka şiddet uyguladı. Ve maalesef ki insanlar bile öldü. Polis Devletten bahsetmeğe başladı Hukukçular. Polisle Halk karşı karşıya getirildi. Çoğu İnsanın Polis Düşmanı olduğundan söz edildi. Ki her Türk Vatandaşı Polislerin görevini yapması ister. İster ki hepimiz huzurlu olalım. Kanun ve devlet güvencesinde yaşayalım. Polis te sonuçta içimizden biri. Bunlar hep Anayasa ihlalleri sonrasında gündeme gelmiş; ekonomimizi de sosyo kültürel gelişimimizi de baltalamıştır.
Demokrasiyi henüz sindirememiş bir ülke görüntüsü veriyoruz; anayasa her hiçe sayıldığında. Anayasa; özgürlüklerin ve hukuk devletinin güvencelerindendir. Bunun siyasi fikirlerle de ilgisi olmamalıdır. İktidarda hangi görüş olursa olsun Anayasaya uygun ve hukuk devleti olduğunun bilincinde olarak hareket etmelidir.
Hatay Barosu Başkanı ile polisler arasındaki gerilimi ve gözaltına alınma sorununu nasıl değerlendiriyorsunuz? Polisler Vazife ve salahiyetler kanuna neden uymazlar? Ve Biz devletiz demesi ne anlama geliyor? Kanun koruyucular kanuna uymazsa ülke nasıl yönetilecek?
Öncelikle aynı zamanda hemşerim olan Hatay Barosu Avukat Ekrem Dönmez’i sergilemiş olduğu duruşu sebebiyle kutluyor meslektaşları adına da kendisine teşekkür ediyorum.
Ekrem Dönmez ailesiyle birlikte restoranda yemek yerken kendisine kimlik sorulmuş kendilerine kimlik gösterilmediği için de kendisi gözaltına alınarak masadan hoş olmayan bir şekilde çekilip alınmış daha sonra da bir gözaltının söz konusu olmadığı açıklanmıştır.
Hatay Barosu Başkanı; kanuna uygun hareket etmiştir. Polisin kimlik sorarken gerekçesini açıklaması gerekir. Hiçbir vatandaşa gerekçesi söylenmeden kimlik sorulmaması gerekmemektedir. Meslektaşım orada aslında vatandaşı temsil etmiştir. Baro başkanı olduğunu da beyan etmemiştir. Başkan kimliğini kullanmak istememiştir. Zaten oradaki hareket kanuna uygun olmadığı için kesinlikle bir gözaltı olmadığı açıklaması yapılmıştır.
Polisler PVSK ‘ya uymuyorlar dediğimizde kızmayın lütfen bize. Hepsi için geçerli değil tabi ki bu durum. Yaşadıklarımı da düşündüğümde; adliye girişlerinde; eylemlerde ya da misal seçimlerde hukukçu olarak aldığım görevlerde özellikle genç polis arkadaşlar kanun ihlalinde bulunuyorlar. Ki yaptıklarının TCK ‘ da ki karşılığı da Görevi Kötüye Kullanma Suçu olmaktadır. Genç olanları bilinçsiz hareket ediyorlar; hukukçuların geneli sol görüşlü özgürlükçü olduğu için bu tavrı sergileyenler de var avukatlar açısından. Bana da polis düşmanı diyen polis olmuştu; oysaki polis arkadaşlarım da mevcut. Adliyede bir polise ” Avukatlara gene terörist muamelesi diyen ” bir kadın meslektaşım geldi burada aklıma. Vatandaşın eylem yapması polislerin gözünde hakikaten YANLIŞ. İKİNCİSİ KENDİLERİNE GÜVENİYORLAR. Bana bir şey olmaz mantığı hakim. Oysaki her vatandaş kanuna uymakla mükelleftir. Hukukçu da; poliste; iktidar mensupları da; her bir Türk vatandaşı da. Artı ülkede her alanda; sistemsizlik var. ABD’de Üniversitelerde Prof.’tan referans mektubu istemek çok ciddi bir hareketken bizde değişik tavırlar olabiliyor. Burada yabancı özentisi olmadığımı söylemem gerekiyor. Tersine bunu yapanlara kızarım. Türkçe konuşurken araya giren İngilizce kelimeler beni rahatsız eder.
Ekrem Başkana dönünce tekrar; orada Polis ” Ben Devletim ” demişti. Şunu demek istedi; ben burada seni alır giderim yanlış da olsa bana bir şey olmaz. Kesinlikle kınıyoruz; Polis olarak PVSK ‘ya uygun hareket etmeliydi. Orada Ekrem Başkan hukuk dışı bir tavır sergileseydi; onu da kınıyor oluyordum. Baro başkanı olarak da yakışmadı; hukukçu kimliği için de uygun düşmedi derdim. Okuyan polis vardır umarım; avukatlar da halk sizi seviyor. Yeter ki her şey yerinde olsun; hukuka uygun olsun. Ceza davalarım çok olduğu için polislerle çok sık bir arada oluyorum. Hemen hepsiyle de diyalogum iyidir 🙂
Kanun koruyucular hukuka uymazsa önce onlara olan saygı azalır. Sonra kaos olur. Vatandaş soru işaretleriyle kimseye güvenmeden kendi hakkını aramaya çalışır. Bu da anarşi ortamına yol açar.
İktidarın çoklu Baro isteği yasal haline geldi. Size göre bundan sonra neler yaşanacak?
Türkiye’de Çoklu Baroya uygun bir ortam mevcut değil. Şu anki Baro Başkanı takdir ettiğim bir meslek büyüğüm olmakla birlikte; kendisi önceki dönemlerde oy verdiğim ekiptendir. 2020 Baro seçimlerinde farklı bir adayı desteklemek niyetindeydim. İktidar müdahale etti buna da; kısmet olmadı seçimlerin gerçekleşmesi.
Şahsi görüşüm; gündem de Covid-19 vardı ( halen de var );ekonomik sıkıntılar tavan yapmış durumda çoklu Baro ile gündem değişti.
Eee.. şimdi ne oldu peki; Çoklu Baro gerçek olursa Baro Meslek örgütüne siyaset karışmış olacak. Tabi ki değişik gruplar vardı. Ama kimsenin odak noktası politika değildi.
Bizim desteklediğimiz adayın ekibinde AKP’li de CHP’li de MHP’li de, siyasi görüşünü bilmediğim meslektaşlar da vardı.
Neler yaşanacak; birlikte göreceğiz. Ama siyasi bir hamle yapıldı Avukatların meslek örgütüne. Eğer hak arayanların önü kesilirse vatandaş nasıl hakkını arar? İhtilafları kim nasıl çözüme bağlar?
Hatay Baro Başkanı Ekrem Dönmez’le ilgili olay da Çoklu Baro Gündemi sonrasında olmuştu. Baroyu itibarsızlaştırma adımlarından birisine örnekti sanki kendiliğinden gerçekleşmiş olan hadise.
Kanunsuz bir şekilde Baro seçimleri engellendi. Avukatlar Ankara’da bir kez daha darp edildi.
İktidar gözdağı vermiş oldu; yeri geldiğinde hukuksuzlukları dile getiren Barolara… Avukatlara, ama aslında kendi halkına!
Hukukun Üstünlüğü sarsılıyor; yanlışlar yaşanıyor derken; hak arayıcıların kendisine darbe yapıldı.
İktidar İstanbul seçimlerini iptal etti önce seçimler yenilendi sonuç istediği gibi olmadı. Gücünü kullanıp hukuksuz bir şekilde seçimleri engelledi.
” Savunmanın birinci unsuru Avukatlar değil savunulan İNSANdır”
Avukat olarak çoklu Baro’nun sakıncaları neler olabilir? Ve yasal olmasına rağmen yaşamdaki karşılığı hayata geçer mi?
Avukatlar çoklu Baro kavramına yabancılar bir kere. İktidar yandaş avukatları ön plana çıkarmağa çalışacak; şimdiye kadar mesleki sorunlarımızla ilgilenmeyen iktidar nasıl bir ikinci hamle yapacak; paketinden ne çıkacak onu da bilemiyoruz.
Baronun nasıl bir yaptırımı vardı deniyor. Disiplin soruşturmalarını Baro yürütüyordu meslektaşları hakkında. Meslektaş ve müvekkilleri arasındaki sıkıntılar oluşturuyor disiplin soruşturmaların çoğunu. Çoklu Baro olunca ne olacak? Bir tane Baro başkanımız varken; Çoklu Baroyla kaç tane olacak bilmiyoruz. Mesleki duruşu değişik olacak her baronun. Biz zaten Baro Başkanına oy versek te vermesekte eleştiriyorduk. Vaktiyle Kocasakal ‘a oy vermiştim. Daha sonra mesleki duruşundan da gereksiz olarak fazlaca siyasi olup Baro Başkanı sıfatını siyasi amaçlarına alet etmesini de uygun bulmadım çoğu meslektaşım gibi. Zaten döneminde kendisi yönetimi şimdiki Baro Başkanımıza devredip Tv de programlara katılıyordu. Bunlar yanlış dedik; eğer politikaya katılma gibi bir niyetiniz varsa Baro Başkanlığınızdan ayrılın aktif siyasi hayatınıza devam edin. Bunlar mesleki örgüte zarar vermişken; iktidarın direk Baro seçimlerini engellemesi; kanuni gerekçesi olmadan Baro seçimlerini baltalamasının karşılığını ifade edemiyorum.
Çoklu Baronun uygulamaya geçebileceğini sanmıyorum. Ama bir kere gündem olmuş oldu. Baro ve dolayısıyla Avukatlar itibarsızlaştırıldı. İktidara sormak gerek sizin Avukatınız yok mu? Avukatınız hukuksuz olarak engellensin ister misiniz? Avukata ihtiyacınız olmuyor mu? Cumhurbaşkanına ve diğer iktidar mensuplarına hakaret iddiası olduğunda sizin soruşturmalarınızı; davalarınızı kim yürütüyor? ( Hakaret ve şiddete karşıyım. İnsana yakışmaz )
CMK’ dan bahsetmeden olmaz bu soru karşısında. CMK görevlendirmelerini Barolar yapar. Görev alan avukatlara sistematik sıraya göre atamalar yapılır. Özel müdafi hizmeti alabilecek gücü olmayan vatandaşlar CMK ‘dan avukat talep ederler. Tek Baro var şu anda. Çoklu Baro olduğunda o atamalar nasıl yapılacak. Meslek ve Meslek ve örgütü baltalandıkça vatandaş zarar görmekte. Avukat her zaman müvekkilinin hak ve çıkarlarını gözetmek zorundadır yasa gereğince. O zaman neden Meslek Örgütü çoklu olsun?
İktidar kendi imzaladığı İstanbul sözleşmesini neden iptal etmek istiyor? Ve iktidarın kadın örgütü KADEM İstanbul sözleşmesini kaldırmak isteyenlere itiraz etti. İktidar cephesinde ne oluyor?
İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan devlet Türkiye’dir. Tam olarak ismi ” Kadına Yönelik Şiddet Ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi Ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi ”dir. 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul ‘da imzaya açılmış, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kadınlara Yönelik her türlü şiddete karşı hukuki çerçevede detaylı bir koruma sağlayan ilk uluslararası belgedir.
İstanbul Sözleşmesi; daha önce kabul edilmiş kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddetle ilgili uluslararası standartları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Ve BM Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi ‘nin içtihatlarını ve öğretideki görüşler yanında en iyi ülke uygulamalarını da kabul etmiştir.
Sözleşme, hem özel alandaki hem kamusal şiddet alandaki şiddeti yasaklamaktadır. Madde 3/a uyarınca , ” kadına yönelik şiddetten ” , ister kamusal ister özel yaşamda meydana gelen toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri anlaşılacaktır. Madde 4/1 uyarınca, Taraf Devletler, gerek kamusal gerekse özel alanda tüm bireylerin özellikle de kadınların şiddete maruz kalmaksızın yaşama hakkını sağlamak ve korumak için gerekli önlemleri alacaklardır. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi, yalnızca ev içindeki ( genellikle eş veya partnerler veya ebeveyn ve çocuklar gibi farklı kuşaklar arasında meydana gelen ) kadınlara yönelik şiddeti değil, aynı zamanda kamusal alandaki (örneğin aynı evi paylaşmasa bile eski eşin ya da partnerin kamusal alanda yönelttiği ) şiddeti, işyerleri, okullar karakollar, hapishaneler vb. kurumlardaki kadınlara yönelik şiddeti de yasaklamaktadır.
Tabi ki Sözleşme AKP İktidarı zamanında imzalanmıştır. Şimdi ise AKP imzalamış olduğu sözleşmeyi ortadan kaldırmak istiyor. CB Erdoğan ” Sözleşmenin adından bahsetmeden, sözleşmenin iptaline yönelik tartışmalara değinirken; insani ve insan onurunu yücelten, aileyi merkez alan, toplum dokumuza uygun, özgü metinler çıkarmaya ziyadesiyle sahip olduğumuza inanıyorum. Tercüme metinler yerine artık kendi çerçevemizi kendimiz belirlememiz gerekir ” demiştir. Erdoğan’ a sormak gerekir; neden peki sözleşmeyi ilk imzalayan ülke oldu? Yanıt şöyle olacaktır muhtemelen; Avrupa birliği ve Avrupa ile ilişkilerin kopmaması açısından Sözleşmeye imza atmamız gerekiyordu.
Hukukçuların hepsi de Kadına yönelik her türlü şiddetin önüne geçebilmek; azaltabilmek için İstanbul Sözleşmesinin yoğun ve tam olarak uygulanması gerektiğini söylemektedir.
AKP iktidarı Sözleşmeyi iptal etmek isterken; AKP ‘nin Kadın ve Demokrasi merkezi İstanbul sözleşmesinden yana tavır koyduğunu beyan etmiştir. KADEM Başkanı Dr. Saliha Okur Gümrükçüoğlu ve Başkan Yardımcısı da Cumhurbaşkanının kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar ‘konu ile ilgili açıklamada bulunmuşlardır. Bu açıklamayı samimi bulmuyorum. KADEM’in böyle bir açıklama yapmasının çeşitli sebepleri olabilir.
1) AKP İçinde demokratik yapılanma olduğunu ortaya koymak ( şimdiye kadar göremediğimiz şekilde )
2) Avrupa ile ilişkilerin bozulmaması açısından toplumsal talep sonrasında Sözleşmenin iptaline kendi deyişleriyle yeniden çerçevelendirilmesine karar verildiğini göstermek
3) Kadın örgütü olarak kendilerinin de topun ağzında olması ( Şeklen Sözleşmeden yana tavır koymaları gerekiyordu )
AKP; Avrupa Birliği ile uyumlanma sürecinde ilgili yasalarla uyumlanma ve Avrupa ile ilişkiler açısından bu sözleşmeyi imzaladı demiştik. Neden Sözleşmenin iptaline gitmek istiyor iktidar şimdi peki; Türkiye’de şöyle bir gerçek var; şiddete uğrayan kadınların büyük bir kısmı AKP ‘nin oy potansiyelini oluşturan halk arasındandır.
Gene İstanbul Sözleşmesinin koruma kapsamında olan çocuk gelinler için de durum böyledir. Sadece İki örnekle ortaya koyduğumuz durumlar İstatistiklere göre takip edilebilir. Bu durumda AKP ‘nin oylarını riske etmektedir bu sözleşme.
Akit Gazetesi Yazarı Abdurrahman Dilipak’ta sözleşmenin iptal edilmemesi durumunda iktidarın oy kaybedeceğini beyan ederek; iptal edilmesi yönünde görüş bildirdiğini ifade etmiştir.
KADEM ‘in tavrı samimi değil demiştik. Şöyle ki; Kadem ‘in 11.07 2019 tarihli Basın açıklaması kendileri ile ilgili iddialara karşı savunma niteliğindeydi. ” Sözleşmeleri Devletler imzalar; Biz değiliz sözleşmeyi imzalayan. ” Kadem Sözleşmenin imzasından sonra kurulmuştur” ”Kadem için ayrılan kira bütçesi fahiş değildir” gibi açıklamalar yapılmıştır. Yani İstanbul Sözleşmesinin toplum sağlığı açısından gerekliliği; arkasında oldukları belirtilmemiştir.
Zaten Başkan Gümrükçüoğlu; açıklamalarından bir tanesinde ” Eşcinsellik ve benzeri akımlar yaradılışa aykırı; sapkın eğilimlerdir diyerek gerici bir konuşma yapmıştır. Zaten zımnen İstanbul Sözleşmesine katılmadıklarını ifade etmişlerdir. Hatta yapılan konuşma İstanbul Sözleşmesine aykırı olduğu gibi Anayasaya da aykırıdır. LGBT’ ler de sözleşme ile koruma altındadır. Her vatandaş eşit olmalıdır anayasaya göre. Ayrıştırıcı; ötekileştiren konuşmalar anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır.
Kadem ardından İstanbul Sözleşmesinden yana olduğunu söyleyip açıklamalar yapmıştır. Orda da İstanbul Sözleşmesini anlatırken; gene LGBT’lerle ilgili onur kırıcı beyanlarda bulunarak; sözleşmenin LGBT’lerle ilgili olmadığını söyleyerek sözleşmeyi çarpıtmıştır. Bu da sözleşmeye ve Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı bir beyandır samimi olmadıklarına misal olarak.
İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönüp önemli bir hususun da altını çizmek isterim ; ” Sözleşmeye göre kadının beyanı esas alınır ” Sözleşmeye göre ” şiddet mağduru ” nun beyanıdır. Şiddet mağduru kadın da olabilir; erkek te olabilir.
İstanbul Sözleşmesi; Aileyi yıkan değil tersine koruyan bir sözleşmedir. Sevgi ve saygının olmadığı bir ortamda aileden bahsedilemez. Asıl aileyi yıkan şiddettir.
Bir erkek eşine şiddet uyguluyor, mahkemeye çıkıyor mahkeme Kuran’a göre ceza veriyor. Mahkeme neden kanunlara uymak yerine Dini kurallara göre hareket eder?
Erkek eşine şiddet uyguladığında çıktığı mahkeme Kuran’a göre ceza verirse o mahkemedeki Başkan Hakim değil Kadı demektir.
Mahkemelerde kanunun öngördüğü ceza uygulanır. Şiddetin karşılığı olan ceza TCK ‘da belirtilmiştir. Onun dışında verilebilecek bir ceza olamaz.
Şeriatla yönetilen toplumlarda dine göre ceza verilir. Dinin kanun yerine geçtiği toplumlar; her açıdan geri kalmağa mahkûmdur.
Kurana göre; erkek dört kadınla evlenebilmekte; kadın zaten erkeğin eşiti değil Kuran ‘a göre. Kadınla erkeği eşit görmeyen bir anlayışa göre; şiddet gören kadının korunmadığı göz önündedir zaten.
Verdiğimiz en büyük mücadelelerden birisi zaten Laiklik ilkesinin gerçekliği ve üstünlüğüdür. Kadın ve erkek her alanda eşit olarak eşit haklarla korunmalıdır. Din ve Devlet İşleri ayrı olmalıdır.
Siyasetin rant olduğu ülkemizde dinin de siyasete konu olması; Hukukun üstünlüğünü etkilediği gibi Laiklik ilkesinin de gerçekten uzaklaşarak bugünkü şeklini almasına sebep olmuştur .
Geçmişte AYM AİHM içtihatlarını uygulamak için yasalar çıkarılmasına rağmen neden uygulanmıyor?
Anayasa ‘nın 11. maddesi Anayasanın Bağlayıcılığı Ve Üstünlüğü ilkesini düzenler. Anayasa Yargısının temelinde Anayasanın Üstünlüğü ilkesi yatıyor. Anayasa Normlar Hiyerarşisinin en tepesinde alan Bağlayıcı kurallar bütünüdür. Üstün ve Bağlayıcı Kurallar bütünü olarak Anayasanın 2 temel işlevi vardır; Birincisi bireylerin temel hak ve özgürlükleri güvenceye almak Diğeri de bu amaçla devlet otoritesinin sınırlarını çizmektir.
Anayasa ihlallerinin olduğu; Anayasanın değişmez ilkelerinin değiştirilmek istendiği; hukukun üstünlüğünün tartışıldığı bir ülkede AYM AİHM İçtihatlarını uygulamak için yasalar çıkarılmış ancak uygulanmamıştır.
Ülkemizde boşanmalar sürekli artıyor. Boşanmaların nedenleri neler olabiliyor?
Boşanmalar gittikçe artıyor. Mesleğe başladığımda aile mahkemeleri yoktu. Boşanmaların sayısının artması Aile Mahkemelerinin kurulması ihtiyacını yarattı.
Eskiden kadınların bir kısmı sosyal ve ekonomik sebeplerden dolayı eşlerinden ayrılmayı düşünemiyorlardı. Eşinden ayrılmış bir kadın çocuğu olsun olmasın toplumda yadırganıyordu. Şimdi çok farklı bir hayat var artık. Kadınlar da ikinci ya da üçüncü evliliğini yapabiliyor. Tabi ki ekonomik koşullar da değişti. Çalışan kadınlar çoğaldı. Eşi olmadan hayatını idame ettirebilen bir kadın sorunların üstesinden gelemediğinde boşanma yolunu tercih edebilmekte. Değişen zaman neticesinde aileler eşinden ayrılan kadının yanında oluyor. Tabi ki bu şansa sahip olamayan kadınlar da var. Bazen de boşanmalar sosyal ekonomik açıdan zayıf olan kadını tümden çıkışsız bir hayata sürükleyebiliyor.
Erkek açısından da sıkıntılar olabiliyor. Boşanma davalarında kadın tarafı da erkek tarafı da oldum. Eşini tanımadan evlenen bir kadın olabileceği gibi bir erkek te olabiliyor. Ekonomik gücünü yitiren erkek eşinden uzaklaşıyor ya da eşi kendisinden uzaklaşıyor. Aldatılan kadınlar olduğu gibi aldatılan erkekler de mevcut. Ve kadınlar aldatıldıklarında bunu yüksek sesle ifade ediyor. Erkekler ise toplumumuzda bunu ortaya koymaktan çekiniyor.
Sosyal ekonomik sebepler ya da kendi jayat görüşümü göre çok erken yaşta yapılan evlilikler; hayatı tanımadan evlenen insanlar için hayal kırıklığı oluyor. Ve sağlıksız olan evlilik boşanmayla sonuçlanıyor.
Hukukçu olarak en çok karşılaştığınız sorunlar nelerdir?
Geldik çok önemli bir yere; Her mesleğin kendi bünyesinde farklı sorunları vardır.
Avukatların en büyük problemi Yargı kurumuna olan itibarın sarsılmış olmasıdır.
Bununla ilgili de iki sebep sayabilirim. Hukuk eğitimindeki aşınma ve sosyal durumların mesleğe yansımış olması.
Hukuk Fakültesine başladığım 1996 senesinde İstanbul’da iki tane hukuk fakültesi vardı:. Şu an sayı 50 ‘yi geçmekte. Ülke genelinde toplam 84 Hukuk Fakültesi var. Her sene verilen mezunlarla Avukat sayısı katlanmakta çok ciddi bir problem. Bu da arz talep dengesini bozmaktadır Artık Hukuk Fakültesi açılmamalı. Mevcut fakültelerin kontenjanları azaltılmalı. Akademisyen ve öğrencilerin niteliğini artırıcı yatırımlar yapılmalıdır.
Hukuk Eğitimi iyileştirilmeden ne yargı reformu yapılabilir ne de yargının kurumsal kalitesi artırılabilir.
Fiyat rekabeti had safhada yaşanmakta; yasak olduğu halde haksız rekabet yoğun olarak yaşanmaktadır. Hizmet kalitesine göre değil de ücrete göre iş alınması sonucu doğurmakta bu durum da.
Mecburi olarak bir yıl süren yasal staj boyunca ücret alınmaması da bir başka üstünde durulmayan husus. Mesleki stajını yapan Avukatın ücret de alması gerekmektedir.
Size göre toplumun çıkarlarını savunan nasıl bir Anayasa olmalı?
Toplumun çıkarlarını savunan Anayasa iNSAN esasına dayalı; Toplumcu; eşitliği koruyan bir anayasa olmalıdır.
Anayasa sorunu bir rejim sorunudur. Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşunu yansıtan ilk dönemden sonra, 1960’larda gelişen toplumsal dinamikleri, karmaşık sosyal ilişkilerin güç dengelerini yönetebilmeyi öngören bir başka anayasa ortaya çıkmıştı. 12 Eylül faşizminin ürünü olan 1982 anayasasının karakteri, yıllardan beri onu defalarca değişikliğe uğratan AKP iktidarına armağan olmuştur.
İşsizliğin yasaklandığı, yasaklandığı; eşit ve parasız eğitim ile sağlık hizmetinin devlet güvencesinde olduğu; insanın insanı sömürmediği; ısınma, elektrik ve su gibi temel gereksinimlerin bedelsiz karşılandığı; herkesin sağlıklı konutlarda yaşadığı; yoksulluk ve açlığın ortadan kalktığı; cehalet ve gericiliğin alt edildiği; bağımsız ve gelişmiş bir Türkiye Toplum esasına dayalı bir anaysa ile mümkündür.
Unutamayacağınız anılarınız nelerdir?
Unutamadığım en güzel anılardan bir tanesi Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandığımı öğrendiğim gündü. Annemle Samandağ ‘da ki evimizin balkonundaydık.
Mesleğe ilk başladığım dönemlerde aldığım Baro görevlendirmelerinden bir tanesindeki şüpheli yaşı çok küçük bir çocuktu. Sürekli bir sebepten dolayı Savcı karşısında ifade vermesi gerekiyordu. Yaşının küçüklüğü sebebiyle tutuklanmıyordu. Üstünden zaman geçtikten sonra adliyede yanıma geldiğini gördüm ; .Gene savcıya ifade vermek üzere polisler tarafından adliyeye getirilmişti. Elinde küçük pet su vardı. Alırmısın abla dedi Daha önce savcılıkta yanımdaydın teşekkür edememiştim. İyi ki karşılaştık dedi. Tabi keşke karşılaşmasaydık daha iyi olurdu.
Aklıma geldikçe tebessüm ettiğim günlerden birisi de Fenerbahçe’nin yanlışlıkla şampiyonluğunu kutladığı gündü. Anadolu yakasındaydım o dönem. Arkadaşlarla kutlama kalabalığının arasında kalmamak için günü Avrupa yakasında tamamlamıştık. Geri döndüğümüzde biraz da mecburen Bursa Beşiktaş’tı sanırım; maçı izlemek zorunda kaldık. Ve tabi Fenerbahçe şampiyon olmadı o gün. Yanlışlıkla kutlama yapılmış oldu:
Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?
Bu söyleşi için Güncel Kadın’a teşekkür ediyorum.
Yazınızı çok beğendim çok güzel olmuş emeğinizi düşüncelerinize sağlık başarılar diliyorum…
Söylediklerinizin tamamına katılıyorum. Çok güzel dile getirmissiniz. Başarılarınızın devamını dilerim
Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim. Aydın bir cumhuriyet kadını olarak verdiğiniz hukuk ve adalet savaşınızda başarılı olmanız dileğiyle.
Çok güzel bir yazı olmuş. Tebrik ederim…
Ermenilerin Havrasi yoktur, lutfen duzeltin. Ermenilerin kilisesi, Yahudilerin Havra ve Sinagogları vardir
Yanıtları çok beğendim. Etkili bir röportaj olmus tebrikler..
Tuba hanım öncelikle bunları dile getirebilecek kocaman bir yüreğe sahip olduğunuz ve milyonlarca insanın sesi olduğunuz için size karşı müteşekkirim. Cem evlerinin ibadethane olarak kabul edilmediği , kadınların ne yazıkki dinde olamadığı gibi yargı önündede artık eşdeğer hak göremediği , polislerin asıl amacı halk için asayişi sağlaması gerekirken amacından uzaklaşıp iktidarın ve kendi keyfi yaptırımlarının peşinden gitmeleri gibi toplumun kanayan birçok yarasına değinmişsiniz yazınızda. Olaya baktığınız perspektiften dolayı yazınızı sizin adınıza büyük bir onur ancak toplumumuz adına büyük bir üzünç içerisinde okudum . Umarım birgün anayasamızdada belirtildiği gibi gerçek anlamda laik bir toplum ve bu ilkeyi benimsemiş özümsemiş bir iktidar görebiliriz …
Etkili, cesur, şeffaf bir röportaj olmuş, sizin gibi doğruları savunan avukatlara ülkemin ihtiyacı var.
Yüreğinizr sağlık.
Tuba hanım hukuk, adalet, yargının bağımsızlığı açısından ülkemizin durumunu çok güzel ve cesurca ifade etmişsiniz, tebrik ederim, ağzınıza, yüreğinize sağlık…