• İletişim: info@guncelkadin.com.tr
Güncel Kadın
Advertisement
  • Anasayfa
  • Moda
  • Güzellik
  • Sağlık
  • Yaşam
  • Sanat
  • İş Dünyası
  • Güncel Haberler
  • Röportaj
  • Yazarlar
No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Moda
  • Güzellik
  • Sağlık
  • Yaşam
  • Sanat
  • İş Dünyası
  • Güncel Haberler
  • Röportaj
  • Yazarlar
No Result
View All Result
Güncel Kadın
No Result
View All Result
Home Yazarlar

Semah Tuğsel : Can’dan öte

Semah Tugsel by Semah Tugsel
8 Ekim 2020
in Yazarlar
1
Semah Tuğsel : Bana bir önyargı verin…
0
SHARES
55
VIEWS
Facebook'ta PaylaşTwitter'da PaylaşWhatsapp PaylaşLinkedin'de PaylaşPaylaşPaylaş

Kömür karası kâkülleri parlak siyah gözlerinin üstündeki ter tanelerine yapışmış, koşuyordu yokuş aşağı nefes nefese. Yeditepeli medeniyetler eskitmiş İstanbul un bir yokuşundan aşağı. Üstünde yakasız çizgili bir mintan, düşmesin diye belinden kemerle sıkıca bağlanmış pantolonuyla. Henüz tomurcuklanmıştı badem dalları. Heyecan ve telaş içinde koşuyordu çocuk Tatavla nın bir yokuşunda. Sanki kaçırmaktan korktuğu bir şey vardı, belki tez ulaşmak istediği on yaşının telaşıyla yokuştan aşağı.

Bir yanda yüksek tavanlı Fransız evleri, bir yanı hendek badem ağaçları ve gecekonduları olan bir semtin yokuşunda. Öğleyi geçmişti zaman, yüksek tavanlı evlerden birinin penceresinden gelen piyano sesi badem tomurcuklarının sesine karışıyordu. Birden durdu yüksek tavanlı bir Fransız apartmanının önünde ve hiç aramadan bastı zile. Avuçlarının içinde, kıvrılmış bir defter, gömleğinin cebinde bir kurşun kalem.

Zilde sadece Angela yazıyordu. Kısa bir zaman sonra otomatla açılan kapıdan girip, aynı hızla mermer merdivenlerden hızla üçüncü kata çıktı tek nefeste.

Angela; orta yaşı geçeli uzun zaman olmuş eski bir İstanbullu. Bembeyaz saçlarına her sabah yaptığı vakların gün boyu bozulmamasını sağlamak için limonlu suyu her zaman hazırdı ceviz oyma işlemeli tuvalet masasının üstünde. Elbisesiyle aynı kumaştan bastırılmış kemerleri severdi gençliğinden beri ve de aynı kumaştan düğmeler. İpek çoraplar giyerdi hala, aileden kalma gül elmas gül küpe ve yüzüğü bulaşık yıkamadığı zamanlar hep parmağındaydı. Bir de ardeko montürlü elmas yüzüğü.

Kalın kadife perdelerin loşluğundaki salonu opalin lambalar aydınlatırdı. El dokuması halıların silmekten yorgun kokusu ve parke cilasının karıştığı bir koku sinmişti eve. Duvarlarda, anne yadigârı ikonaların yanında, toprak rengi sikkesiyle bembeyaz, ney üfleyen bir dervişin yağlı boya tablosu. Taş plakta ney, rebap ve kudümle çalınan sema musikisiyle kahverengi kadifeyle kaplı berjer koltuğunda sakin ve huzurluydu Angela. Gözlerini kapatmış Sema ya dalmıştı. Sanki o an ölüm gelse fark etmeyecek kadar huzurluydu yüzü.

Çocuğu yoktu. Onda aşkı ve de daha fazlasını bulduğu kocası gideli yirmi yıl olmuştu. Yüreğine sığdırdığı bin çeşit sevgiyle bir başınaydı ama asla yalnız değildi. Yüreğinde sevgi olanların yalnızlığı hissetmediklerini seneler önce öğrenmişti. Sevgiyi verdikçe çoğalan bir yaşamdı onunkisi. Sevmek; gerçekten bilenlerin yalnızlıktan söz etmesi laf-ı güzaf, bu sevgi öyle büyüktür ki bine, on bine bölünebilir, bölündükçe de çoğalır. İstesen de azaltmaya gücün yetmez bu gücü.

“ne olursan ol gel” çağrısıyla gitmişlerdi Konya ya tam kırk sene önce. Dimitri ile. Okudukça, gördükçe aşkı yeniden öğrenmişlerdi ele ele.

Dimitri, Ney deki tılsıma ulaşmak için beş sene çalışmıştı gece gündüz sonunda aşkın tınısını bulmuştu. Onun aşkı hala Angela’nın bedeninde titreşiyordu, o yaşadıkça yaşayacaktı beraber huzurla. Her gün bu saatlerde gözlerini kapatıp Sema’ya dalardı Dimitri ile el ele.

Zil çaldı.

Angela, yüzünde onu daha da güzelleştiren bir gülümsemeyle kapıya gitti. Dia fona,

-Can sen misin diye seslendi.

-Evet benim dedi Can. Gülümsemesi daha da derinleşti Canı açık kapının önünde gördüğünde. Canın yüzünde de Angela’nın gülümsemesine benzer bir şeyler vardı yansıma gibi.

Angela; Can’ın boynuna indi, diz çöktü, terli kâküllerini alnından kaldırdı ve alnından öptü. Ve güzel bir İstanbul Rum aksanıyla,

-hadi gel içeri, sana çok güzel kurabiyeler yaptım.

Can; kapının önünde pek de yeni olmayan ayakkabılarını çıkartıp, o tanıdık kokunun içine girdi. Biraz çekingen, biraz heyecanlı.

Angela- çok terlemişsin kuzum, ne vardı bu kadar koşacak. Dur da terini sileyim, hastalanma.

Angela ürkek ama zarif adımlarla odadan çıkar, bir müddet sonra elinde çivit beyazı küçük bir havluyla girer. Havluyu Canın gömleğiyle teni arasına sokar. Canın nefesi Angela nın kemikli ellerinin sıcaklığıyla sakinleşti, nefesi normale döndü.

Angela- Annen bir saat önce gitti. Annen senden biraz şikâyetçi. Derslerin kötüymüş. Niye kuzum?

Can- iyi olacak…

Angela-çalışırsan

Can- evet çalışırsam…

Can defterini açar “sevdiğimiz güzelliğin, yaptığımız şey olmasına izin ver”. Bunu diliyorum.

Angela- dile benim kara kuzum, dile,  kim ki yürekten diler bir şeyi imkânı yoktur ki gerçekleşmesin. Bu deftere yazdıkların eminim ki sana yol olacak, kelimelerin ruhunu anlarsan ve görüyorum ki sen şimdiden anlıyorsun. Küçücüksün ama öyle özelsin ki, öğretmenim oldun. Yüreğinden gözüne yansıyan bu güzelliği hiç kaybetme olur mu? İnsanoğludur bu, büyüdükçe kaybedeceksin bir şeyleri, hislerine duyduğun güven azalacak. Duymadığın, dokunmadığın, koklamadığın, tatmadığın şeylere inanmayacaksın. Daha az hayal kuracaksın. Şimdi yüreğinde hissettiklerini de unutabilirsin. Ama bir tek şunu hatırlasan yeter. Bir kez gerçek sevgiyi tattın mı, o tat bir ömür boyu dilinde kalır. Mesele o tadı çoğaltabilmekte. İçindeki tanrının ruhunu keşfetmek için çok sınavın var. Çok yolun var kuzum.

Angela iki eliyle Can’ın yüzünü tutar.

Angela- bu nasıl güzel bakan iki gözdür, yüreğinin ta içine kadar saydam. Görüyorum ve ürküyorum. Sana başka türlü dokunulmuş çocuk, başka türlü. Ürküyorum ve de korkuyorum mutluluğu ve huzuru bulman için dua edeceğim her zaman. Can, madam Angela nen elini sevgiyle öper. Angela da canın ipeksi simsiyah saçlarla bezenmiş başından öper.

Angela- bekle kuzum, acıkmışsındır, sana bir şeyler hazırlayayım.

Angela, zarif ama temkinli adımlarla salondan çıkar. Can; kalbinin en karanlık yerini nedenini bilmediği, tanımlayamadığı bir biçimde aydınlatan müziğin rahatlığıyla el dokuması yumuşacık yün halının üzerine uzanır. Gözlerini kapatır dinler, uzun bir yolculuğa çıkmış gibi uzaklaşır gider.

Madam Angela’nın temkinli ayak sesleriyle açar gözlerini. Madam Angela, taze sıkılmış portakal suyu ve kurabiye dolu tabağı masanın üstüne bırakır.

Angela- hadi kuzum ye. Sabah yaptım senin için.

Can; çekingen bir açlıkla bir tane kurabiye alır, ucundan ısırır bir yudum portakal suyu içer. Gözü duvarda asılı bir fotoğrafa takılır. Başında sikkesi, göğsüne kadar uzamış sakallarıyla orta yaşlı bir erkek. Gözleri kapalı bir elini yere bir eli göğe çevirmiş huzurlu bir uykuda gibi.  Angela; Canın fotoğrafa baktığını görür. Gülümser.

Angela- Dimitri, elli senelik arkadaşım, sevgilim, öğretmenim.

Can- Yani kocanız mı?

Angela- Evet, çok daha biraz daha fazlası.  “

Angela nın gözleri sanki bir yerlerde bir şeyleri görür gibi boşluğa dalar.

Angela- “ hayat bir nefestir aldığın kadar, hayat bir kafestir kaldığın kadar, hayat bir hevestir daldığın kadar…

Can- Hayat bir kafes mi?

Angela- Nefestir de aynı zamanda.

Can-  Kafeste nefes almak kötü…

Angela- Nefes aldığın yer eğer bir kafesse, o kafeste kalmak ya da çıkmak senin elinde olmalı.

Can- Sen hiç kafeste kaldın mı?

Angela- Evet kuzum hem de çok uzun bir zaman, ama çıkmak istedim ve çıktım. Eğer bir şeyi çok istiyorsan yürekten, mutlaka bir yolunu bulursun. Ama ilk önce o kafesi fark etmen lazım. Çünkü bazen görünür olmaz o kafesler. Seneler önce biz, Dimitri ve ben bunu başardık.

Can- Nasıl?

Angela- Önce birbirimizi sevdik, kendimizi sevdik, sonra her şeyi kuzum.

Can- Ben de bu kalbi çok seviyorum…

Ceviz büfenin üstünde duran camdan kalbi alır.

Angela- çok seviyorsan sende kalabilir. Ama hiçbir zaman senin olmaz.

Can-  Niye benim olmaz.

Angela- onun ömrü senden daha uzun da ondan. Eğer sen kalbini onun üstüne koyarsan o sonsuza kadar yaşar.

Can- Nasıl sonsuza kadar?

Angela- Onu gerçekten isteyen birine verirsen, o da aynı şeyi yaparsa…

Can- Anladım, ama o şimdi bende kalacak değil mi?

Angela- Evet kuzum. O sende emanet.

Can- Peki…

Angela- Hadi kuzum, eve geç kalma annen merak etmesin.

Can-  hepsini defterime yazacağım ama evde.

Angela- Yazacağından eminim kuzum. Daha gecikme yolun uzun.

Can defterini kalemini ve cam kalbini alır, Angela onun siyah kâküllerinden öper, Can Angela ya sarılır ve çıkar. İndiği yokuşu tırmanmaya başlar. Güneş batmak üzeredir, serçe sürülerinin şarkıları renklerini kaybeden ağaçlara güneşin tekrar doğacağını müjdeler.

Kurtuluş’un yüksek apartmanlarının arasında kalmış bir gecekondu mahallesi. Üç odalı bir gecekondunun oturma odası. Baba henüz işten gelmiştir. Anne sofrayı kurmaktadır.

Anne- Sıcak su yaptım yıkan istersen.

Baba- Bir şeyeler yiyeyim de sonra.

Baba sofraya oturur, anne Canla birlikte erken yemişlerdir yemeklerini. Can, kanaviçe işli yastıklarla bezenmiş sedirde annesinin dizine yatmıştır. Anne, canın sırtını kaşımaktadır. Dünyada en çok sevdiği şeylerden biri annesinin ona dokunması, sırtını kaşıması, saçlarıyla oynaması. Anne karnına geri dönmek gibi bir duygu, sonrasında derin uykuya geçiş. Ne kadar büyük bir huzur ve rahatlık.

Baba- Aldın mı paranı gavurdan.

Anne- Tabi ki aldım.

Baba- Aslında çalışmanı istemiyorum, biliyorsun değil mi?

Anne- Biliyorum, biliyorum.

Can- Gavur ne demek baba?

Baba- Gavur, bizden olmayan demek.

Can- Bizden?

Baba- Puta tapanlar demek.

Can- Madam Angela gavur mu?

Baba- Tabi… Yoksa ne?

Can- O bana puttan hiç bahsetmedi ki.

Anne- Canı birkaç kere yanımda götürmüştüm de, konuşmuştu madamla.

Can annesine soran gözlerle bakar. Annesi onun madamı sık sık ziyarete gittiğini ve onu çok sevdiğini biliyordur ama niye bunu babasından gizlediğini anlamamıştır. İşte tam da bu yüzden avucundaki camdan kalbi saklamak ihtiyacı duymuştu.

Can madam Angela nın evinde kadife kaplı berjer koltuğun içinde kaybolmuş defterine bir şeyler yazmaktadır. Angela camın önündeki çiçeklere su vermektedir.

Angela- sevgiden etkilenmeyen hiçbir canlı yoktur kuzum. Bak bu canlara. Ben ne zaman onlarla konuşsam yaprakları bir başka parlar. Geçenlerde hastalanmıştım birkaç gün yanlarına gidemedim, hemen boyunlarını büktüler. Hayvanların en vahşisini bile sevgi ehlileştirir. “kapımıza değil, kalbimize vuran buyursun”. Ne güzel demiş Şems i Tebriz’i.

Can elinde sımsıkı tuttuğu kurşun kalemi, sözü unutmamak için tekrarlar ve yazar.” Kapımıza değil kalbimize vuran buyursun”.

Angela- Yazdın mı kuzum

Can- Şimdi bu sözde, seveni kabul et diyor değil mi?

Angela- Evet kuzum ama seveni, sevmeden ayırt edemezsin.

Can-Nasıl?

Angela- sen sevmeyi bilmezsen seveni sevmeyenden ayırt edemezsin.

Can- Anladım. Bir şey sorabilir miyim? Bütün bunları Şems söylemiş değil mi?

Angela- Evet…

Can- Peki siz bunları nasıl aklınızda tutuyorsunuz?

Angela- Yaşayarak kuzum yaşayarak. Yaşadıkça bu sözler can bulur, yaşadıkça ruhuna aklına kazınır ışık olur.

(Can anlamamıştır)

Can- Anladım… ( Angela Canın gerçekten anlamadığını fark eder… gülümser)

Angela- Bak kuzum sen bu otun adını biliyor musun?

Can- Hayır.

Angela- Zıpçıktı çiçeği.

Can- İyi de çiçeği yok ki…

Angela- Sen bir de baharda gör onu, sadece yeşil bir ot gibi göründüğüne bakma baharda bu otların tam ucundan bembeyaz papatyaya benzer çiçekler açar. Şaşırıp kalırsın. O yüzden bu ismi vermişler. Dimitri almıştı bana ilk doğum günümde. Bu ne dedim içimden sadece bir ot. Bakışımdan anlamıştı ne düşündüğümü. Gördüğüne aldanma dedi. Biraz sabredersen bu yeşil otun özünü görürsün. Bak bu da sadece bir dikendir ama bu dikenden bir çiçek çıkar, kan kırmızı kocaman buna da şaşırıp kalırsın.

Can-  Bu da mı çiçek açıyor?

Angela- Hem de çok dayanıklıdır. Günlerce su verme kendi öz suyuyla yetinir. Ömrü kısadır çiçeğinin ama mucize gibidir.

Can-  Keşke görebilsem. Ama bu çok çirkin hem de acıtıyor.

Angela- İşte mucize de burada değil mi kuzum.

Can bahçedeki biber ve domates fidelerinin arasına yerleştirilmiş tahta bir masada ödevlerini yapmaktadır. Sonbaharın son günleri, kış kapıda ama güneş hala ısıtıyor. Babası evin yanında odun kesip evin yanına istifliyor.

Baba- sulamışlar bunları amına koduğumun çocukları. Herkes hırsız bu ülkede. Nerede kaldı bu kadın. Git bir bak madamın evine diyeceğim ama. Yemek var mı evde?

Can- Bilmem…

Baba- git bak dolaba, varsa ısıt. Bize fazla buralar. Bıktım ya. Her şeyi siktir edip gideceğim buralardan tez vakitte. Yetti artık. Bir avuç toprağım ağrısız başım. Lanet olsun buranın taşına toprağına!

Can defterini kitabını toplar eve girer, camdan seslenir.

Can- Yemek yok ama yumurta var baba.

Baba- Hasiktir. Nerede bu kadın ya…

Can odaya girer, yarın için okul çantasını yerleştirir. Dışardan sesler duyulur.

Baba- Neredesin yahu…

Anne- Şey… Çok kötü… Madam Angela… Öldü.

Can- madam Angela… Öldü. Öldü… Ölüm yok ölüm yok. (dışarı koşar annesinin önünde durur). Ölüm yok!

Anne- Ahhh var canım… Var. ( ağlar, annesine sarılır, birden koşmaya başlar, anne telaşla bağırır.

Anne- Dur oğlum dur, o gitti göremezsin.

Can hıçkırıklarla yere çöker.

Can- Ölüm yok!

Anne-canım… Biliyorum onu ne kadar sevdiğini. Bak bu senin için. Madam Angela nın yatak odasında bulduk. (çantasından sarı bir zarf çıkartır, zarfın üstünde “Kuzuma” yazmaktadır. Zarfın içinde belli ki kalın bir kitap ya da defter vardır. Can gözyaşlarıyla zarfa bakar.

Yaklaşık on beş sene sonra.

Rengârenk ışıkların dönüp durduğu gürültülü bir müzikle dans eden bir yığın insan. Şehrin en pahalı kulüplerinden biri. Can barda oturmaktadır. Çok yakışıklı genç bir adam olmuştur. Önündeki viski bardağından bir yudum alır. Dünyaya sanki bir camın arkasından bakar gibidir. En az iki üç kadeh içmiştir. Genç kızlar yanından geçerken bakarlar ama çok ilgisizdir etrafına. Gözü telefondadır. Nihayet telefon çalar. Ekranda görünen isim “mor” dur. Belli ki nick bir isimle kaydedilmiştir.

Can- Alo.

Kadın- Aşkım neredesin

Can- kulüpteyim.

Kadın- Anladım. Gelecek misin bana?

Can- tamam gelirim.

Kadın- ok, aşkım, bekliyorum gecikme. Özledim.

Can telefonu kapatır, hesabı öder. Bir robot gibi, duygusuz telaşsız kulüpten çıkar, vale arabasını getirmiştir. Nişantaşı ya da levent gibi bir semte gider. Bir rezidansın zilini çalar, asansöre biner. Kapıyı çalar. Kapıyı orta yaşlı bir kadın açar. Seksi ve abartılı bir kıyafet vardır üstünde.

Kadın- Hoş geldin prensim… ne içersin

Can- yeterince içtim. Ya da bir malt viski ver. Çift buzlu.

Kadın viskileri getirir, Canın yanına oturur ve sarılır. Can buz gibidir. Kadının sarılmasına karşılık vermez.

Kadın- Neyin var canım, canın mı sıkkın?

 

Birden kadını öpmeye başlar.

Keskin ve sıcak bir güneş odaya dolmuştur, Can uyanır ve hemen yataktan kalkar, kadın uyumaktadır. Yatağın yanındaki komodinde bir deste para durmaktadır. Can parayı alır aceleyle giyinip evden çıkar. Buz gibi,      aynı şeyi bin kere yapmış bir insanın duygusuyla evden çıkar, arabasına biner. Başında şiddetli bir ağrı vardır. Hızla sabah ıssızlığındaki caddede kaybolur.

Bir bahçe katıdır Can ın evi. İki oda bir salon, evde her şey ihtiyaç olduğu kadardır. Dağınık ama pis değil. Kütüphanede, iktisat, tarih ve türlü romanlar. Hızla soyunup duşa girer, sert bir lifle yıkanır, sanki görünmeyen bir lekeyi çıkartmak ister gibi. Bornozunu giyer, kaktüslerini sular ve yatar.

Sabah ısrarla çalınan kapı ziliyle uyanır. Uyanır uyanmaz hatırlar günlerden Perşembe olduğunu. Gelen Zehra dır.  Zehra; memleketlisi annesinin çocukluk arkadaşı. Annesi onunla ilgili haberleri, çok sık aramadığı için, genellikle Zehra’dan alır.

Can- Anahtarın yok mu? Açsana. Diye bağırır uyku sersemi.

Kapının anahtarla açıldığı duyulur.

Zehra- Hayır… Ben şey diye çalmıştım.

Can- Anladım, anladım. Kalkıyorum.

Zehra banyodan temizlik malzemelerini çıkartır. Isıtıcıya su koyar.

Zehra- İyi misin oğlum?

Can- iyiyim, iyiyim sorun yok.

Can kalkar, mutfakta kahvesini hazırlar.

Zehra- Can oğlum, ben bu gün şu kitapların bir tozunu alayım diyorum.

Can- Nasıl istersen, ne istersen onu yap.

Cep telefonu çalar, arayan Seraptır. Açmak istemez, ama sonra açmaya karar verir.

Can- Alo…

Serap- Alo, uyandırmadım değil mi?

Can- Uyandırdın.

Serap- Kusura bakma, istersen sonra arayabilirim.

Can- Yok yok söyle ne var?

Serap- Yok önemli bir şey yok. Nasılsın diye merak ettim, uzun zamandır gelmiyorsun okula.

Can- İşlerim vardı.

Serap- Finallere de girmedin.

Can- Ben seni sonra arayayım mı?

Serap- peki.

Can- Hadi bay…

Can kahvesini alır, bahçeye bakan bir koltuğa oturur. Yağmur başlamıştır inceden. Zehra merdivenle kütüphanedeki kitapları beşer beşer aşağıya indirmektedir.

Zehra- oğlum; bu kitaplardan işine yaramayanları ayıralım da birine verirsin, burada toz yuvası bunlar.

Can- ( kayıtsız) İyi fikir, sen beğenmediklerini ayır.

Zehra- (şaşkın) Peki, öyle yapayım.

Cep telefonunu alır Serabın ismini bulur ama aramaktan vaz geçer. Gözü bahçeye takılır, yağmurun yapraklarla yaptığı müziğin sesini dinler, çocukluğundan beri en sevdiği sestir bu bir de yağmurda toprağın kokusu. Gider kapıyı açar, taze bahar toprağının kokusunu içine çeker koltuğa oturur ve uykuya dalar.

Yağmur damlaları son hızla giden bir tirenin camlarına vurmaktadır,  Can yağmurun sesiyle kompartımanda uyanır. Hava bulutlu ve yarı karanlıktır. Tam karşısındaki koltukta madam Angela oturmaktadır, yanında o resimlerden tanıdığı Dimitri ile el ele tutuşmuş ona bakmaktadırlar. Canın uyandığını gören Angela başını Dimitri nin omuzuna koyar.

Angela- Kuzum o kadar güzel uyuyordun ki, uyandırmaya kıyamadık. İyi misin?

Can-(Angela’yı görmenin mutluluğuyla şaşkındır) Bilmiyorum, bilmiyorum.

Angela- neyi bilmiyorsun?

Can-  İyi olup olmadığımı. Her şey çok karmaşık, karışık. İçim, yüreğim sanki bir kuyu, gökyüzünü göremiyorum. Sadece o karanlıkta oturmak istediğimi biliyorum. Hiçbir şey yapmadan oturmak. Sanki bir şey yok olmuş, ama o yok olan şey… bilmiyorum.

Angela- Biliyorsun kuzum biliyorsun “ her şey neye layıksa ona dönüşeceğini” biliyorsun. Konuştuk bunları. Yitirdiklerinin farkındaysan yola çıkmışsın demektir. Yüreğinin boşluğunu gördüysen ışığı da görebilirsin. Sen, sadece onun sesini dinlemeyi unutmuşsun o kadar. Dinle, sadece dinle…

Can uyanır, yağmur dinmiştir. Soğumuş kahvesinden bir yudum alır. Hızla duşa gider, yıkanır, yıkanır.

Angela yı hatırlamak, onu tekrar görmek rüyada bile olsa iyi gelmiştir. Gülümser, öylece bırakır kendini suyun akışına. Uzun zamandır hissetmediği bir huzur duygusuyla giyinir salona geçer.

Zehra kendince kaplarını eski bulduğu bir takım kitapları ayırmıştır.

Can- Bunları mı atacağız.

Zehra- Bilmem oğlum ben eski yüzlüleri ayırdım.

Can, güler ve ayırılan kitaplara bakmaya başlar. Kitapların arasından bir ilkokul defteri vardır, en tanıdık. Islanmış da kurumuş gibi bükülmüş. Hemen bir yokuş canlanır gözünde ter içindeki avucundan düşürmemek için nasıl tuttuğunu anımsar. Ve de her şeyi. Öylesine açar defteri. Açılan sayfada “ her şey neye layıksa ona dönüşür” şems-i tebrizi.

Bu nasıl bir “tesadüf” dür. Ya da tesadüf diye bir şey var mı?

Can- Madam Angela…

Kütüphanenin en üst rafında duran karton bir kutuyu indirir. Kutunun içinde çeşitli objeler vardır. Sonunda aradığını bulur. Camdan bir kalp. Kalbi avucunun içine alır. Uzun zamandır unuttuğu bir şeyleri hatırlar. Cep telefonunu alır bir numara çevirir.

Can- Alo. Anne.

Anne- Canımmm… nasıl meraktaydım, nasılsın?

Can- İnan anacığım hiç vaktim yoktu. İyi misin?

Anne- İyiyim, iyiyim ama seni çok özledim.

Can- ben de, ben de.

Anne- Hasret gideceğim diye çok korkuyorum.

Can- öyle şeyler söyleme anam. Ben de seni çok özledim, memleketi de. Belki, kesin değil ama gelebilirim.

Anne- Ne zaman?

Can- Bilmiyorum, yakında.

Anne- Şükürler olsun. Dün gece Madam Angela yı rüyamda gördüm. “ merak etme Can çok yakında yanına gelecek dedi” hayırdır inşallah. Hatırladın mı madamı. Seni çok severdi.

Can-  nasıl hatırlamam. O benim ilk aşkımdı. Çocukluk aşkım.

Anne- ne iyi bir insandı. Hep ziyaretine giderim fırsat buldukça. Arifeleri. Müslüman değildi ama olsun. Çok ekmeğini yedim. Hep sevdiği çiçekleri götürürüm.

Can- Madamın mezarı Konya da mı?

Anne- Evet, kocasının yanını istemişti.

Can- bilmiyordum.

Anne- sen çok küçüktün hatırlamazsın tabi.

 

 

 

 

 

 

 

 

Önceki Yazı

Semah Tuğsel : Bana bir önyargı verin…

Sonraki Yazı

Semah Tuğsel : Demokrasi ya da ötekileştirmek üstüne

Semah Tugsel

Semah Tugsel

Sonraki Yazı
Semah Tuğsel : Bana bir önyargı verin…

Semah Tuğsel : Demokrasi ya da ötekileştirmek üstüne

Yorum 1

  1. Avatar Gaye Şahin says:
    3 ay önce

    Bir solukta okudum Semah Hanım, kaleminize sağlık. Bu hikayenin devamı gelir mi? Can’ın ‘iyileşme’ süreci, kendi doğrusunu bulma ve değişme dönemi, kendisiyle ve dünyayla mücadelesini okumak isterdim.

    Cevapla

Bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Popüler
  • Yorum
  • En Son

Vajinal Fitil Nedir, Nasıl Kullanılır?

6 Mart 2020
Uranyen Astrolog ve Yazar Sevilay Eriçdem, yeni yılda gökyüzünün neler söylediğini anlattı: 8 maddede 2021 şifreleri

Uranyen Astrolog ve Yazar Sevilay Eriçdem, yeni yılda gökyüzünün neler söylediğini anlattı: 8 maddede 2021 şifreleri

8 Aralık 2020
Avukat Tuba Hatem: 2021 Umudumuz sevgiyle ve özgürce olsun

Avukat Feza Tuba Hatem “Hukuk Herkese Lazım”

4 Ocak 2021
Çiğdem Erdik : Bütün öğretmenlerin günü kutlu olmasın!

Çiğdem Erdik : Bütün öğretmenlerin günü kutlu olmasın!

2 Aralık 2020
Çiğdem Erdik: Gökten zembille inmediler onları da biz yetiştirdik!

Çiğdem Erdik: Gökten zembille inmediler onları da biz yetiştirdik!

38
Çiğdem Erdik : Bütün öğretmenlerin günü kutlu olmasın!

Çiğdem Erdik : Bütün öğretmenlerin günü kutlu olmasın!

36

Ulya Kutal: Tiyatro aşığı Şirin Ergüven Hamşioğlu

35
Çiğdem Erdik: Vicdan mı reklam mı adını sen koy!

Çiğdem Erdik: Vicdan mı reklam mı adını sen koy!

31
Liz Sarda: Siz uyurken yağmur

Liz Sarda: Siz uyurken yağmur

20 Ocak 2021
Uluslararası 31. GAPSHOES Fuarı 26-29 Ocak 2021 tarihinden gerçekleştirilecek

Uluslararası 31. GAPSHOES Fuarı 26-29 Ocak 2021 tarihinden gerçekleştirilecek

20 Ocak 2021
Hayriye Gönen : Yeter ki hayaller güzel olsun inanılmaz güzellikler yaratır dedirten Gülgen Dural…

Hayriye Gönen : Yeter ki hayaller güzel olsun inanılmaz güzellikler yaratır dedirten Gülgen Dural…

20 Ocak 2021
Çiğdem Erdik: Bir kar tanesi geldi mutluluğun formülünü verdi

Çiğdem Erdik: Bir kar tanesi geldi mutluluğun formülünü verdi

20 Ocak 2021

Son Yazılar

Liz Sarda: Siz uyurken yağmur

Liz Sarda: Siz uyurken yağmur

20 Ocak 2021
Uluslararası 31. GAPSHOES Fuarı 26-29 Ocak 2021 tarihinden gerçekleştirilecek

Uluslararası 31. GAPSHOES Fuarı 26-29 Ocak 2021 tarihinden gerçekleştirilecek

20 Ocak 2021
Hayriye Gönen : Yeter ki hayaller güzel olsun inanılmaz güzellikler yaratır dedirten Gülgen Dural…

Hayriye Gönen : Yeter ki hayaller güzel olsun inanılmaz güzellikler yaratır dedirten Gülgen Dural…

20 Ocak 2021
Çiğdem Erdik: Bir kar tanesi geldi mutluluğun formülünü verdi

Çiğdem Erdik: Bir kar tanesi geldi mutluluğun formülünü verdi

20 Ocak 2021
Güncel Kadın

Güncel Kadın, Güncel Haberler...

Sosyal Medya

Kategoriler

  • Anasayfa
  • Genel
  • Güncel Haberler
  • Güncel Sağlık
  • Güzellik
  • İş Dünyası
  • Moda
  • Röportaj
  • Sağlık
  • Sanat
  • Uncategorized
  • Yaşam
  • Yazarlar

Son Haberler

Liz Sarda: Siz uyurken yağmur

Liz Sarda: Siz uyurken yağmur

20 Ocak 2021
Uluslararası 31. GAPSHOES Fuarı 26-29 Ocak 2021 tarihinden gerçekleştirilecek

Uluslararası 31. GAPSHOES Fuarı 26-29 Ocak 2021 tarihinden gerçekleştirilecek

20 Ocak 2021
  • İletişim: info@guncelkadin.com.tr

© 2020 Güncel Kadın. Tasarım Omega Web Tasarım.

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Moda
  • Güzellik
  • Sağlık
  • Yaşam
  • Sanat
  • İş Dünyası
  • Güncel Haberler
  • Röportaj
  • Yazarlar

© 2020 Güncel Kadın. Tasarım Omega Web Tasarım.