1980’ler İzmir Fuar zamanı AST’ ın oyunlarını takip edebilmek, hatta birkaç kez gitmek için çabalıyoruz var gücümüzle. Ferhat ile Şirin, Oyun nasıl oynanmalı,
Rumuz Goncagül, Hikâye-i Mahmut Bedrettin. Gözlerimizi kırpmadan soluk almadan izliyoruz.
İzlemelere doymuyoruz…
Bu gece gidelim.. bu gece de gidelim…
İyi görmediğimiz anlamadığımız bir yer vardır…
Bir kez daha görsek ne olur…..
Bir kadın oyuncu var ufak tefek ama büyük…
Sesi de kocaman…
Hayranlığımız tüm oyunculara en çok da ona..
O kadar hayranız ki kulisten oyun sonunda çıkışlarını bekliyor ama tebrik edemiyoruz.
Sene 1987 Devlet Tiyatrosu Trabzon da yerleşik kadrolu ‘Trabzon Devlet Tiyatrosu’ nu kuruyor.
Orada karşılaşıyorum ufak tefek büyük kadınla, birikmiş bütün tebriklerimle onu öperek anlatıyorum bir solukta, mahcubiyetle teşekkür ediyor..
Artık meslektaşız…
Arkadaşız…
Sadece sanatıyla değil kişiliği ile de etkiliyor bizi hayatlarımıza giriyor, sevilen akraba misali.
Bazı insanların yanında kendinizi özel hissedersiniz. Size verdiği değer sizin kendinize verdiğinizle eşdeğerdedir.
Meral Niron gerçek bir değer verirdi tanıdığı herkese.
Biz onun genç arkadaşlarıydık, o bizim sözlerimizin davranışlarımızın arkasına sakladığımız özü anlamakta zorlanmazdı. Çünkü bakmayı, bakıp görmeyi bilir hissetmekten korkmazdı.
O tüm genç arkadaşlarını tek tek hissetti.
Sabah kahvelerimizin konusu hep tiyatroydu. AST’daki çalışmalarını anlatırdı, çamaşır makinası durmadan çalışırken.
Çünkü lojmandaki tüm genç oyuncu arkadaşlar çamaşırını onun makinesinde yıkardı. Çırpınırdı çevresindekiler için.
Çok çalışmayı, dayanışmayı, yardımlaşmayı deneyimlemiş öğrenmişti.
Lokmasını paylaşmaya gönüllüydü.
Aslında yıllar onu epey zorlamıştı.
Kendi hayatından ipuçları saklıydı öğütlerinde. Sıkmadan, bıktırmadan zamanında ve yerinde öğüt verirdi.
Kulağımızı çekmişliği de vardır.
Sanatçılar duygusal olur desek de Meral Niron hep aklını kullandı.
Düşündüğümüzden daha abla, tahminimizden fazla tecrübe, sevgi ve hoşgörüydü.
Hayata bakışı olayları karşılayış biçimi hep akılcıydı.
2003 de Ankara Devlet Tiyatrosun da ‘Çiçekleri Sarı Kıza yedirdim’ oyununda aynı
sahneyi paylaştık.
Kaprissiz, disiplinli, onca deneyimine karşın yeni başlamış gibi heyecanlıydı.
Rolü gereği,
Elinde baltası gürül gürül sesiyle sahneye girer soluksuz izlettirirdi.
Köyde modernleşme adına bozulan değerleri koruyan bir kadını oynuyordu.
Belki de kendi sözleriydi. İçinden gelenler söylemek istedikleriydi de rolünde canlanmıştı.
Değerleri inançları olan bir insandı ve onları korurdu.
Kuliste bir ablaydı hepimize.
Titizlikle kostümünü giyer makyajını yapardı güler yüzü ve incelikli tavırlarıyla…
Sanata adanmış hayat, insan ve sanat sevgisiyle dolu bir kalp.
Üstelik sorumluluğunun ciddiyetle bilincinde.
Oyun arkadaşlarına da sirayet eden bir tevazu…
Tiyatroyu meslek olarak seçmesinde bir amacı vardı, o amaçla yaşadı.
Kendi sözleriyle genç arkadaşlara hatırlatmak istiyor ve,
Devlet Tiyatrosu Sanatçılarından Sayın Erdinç Doğanın bir anısını aktarıyorum.
Sivas Devlet Tiyatrosunun kuruluşunda yer alan oyuncular olarak Küçük Tiyatronun önünden kalkan otobüse bindiğimizde tatlı samimi bir sürprizle karşılaştık.
Meral Niron, üşenmemiş sabahın o saatinde bizi uğurlamaya gelmişti.
Çok candan bir konuşma yaptı.
‘’Sevgili oyuncu arkadaşlarım, lütfen koştuğunuz görevin ne kadar önemli olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
Sorumluluğunuz çok büyük. Türkiye de çok az ilde kurulabilen Devlet Tiyatrolarının on ikincisini kurmak üzere Sivas’a gidiyorsunuz.
Lütfen tiyatro disiplin ve meslek ahlakınızı korumanın yanı sıra, bir şehrin bütün insanlarına örnek olacağınızı aklınızdan çıkarmayın.
Davranışlarınıza konuşmalarınıza, insan ilişkilerinize özen gösterin.
Lütfen birbirinizi sevin ve saygı duyun. Sivas’ın halkıyla kaynaşın, adetlerine saygı gösterin. Anadolu sizi bağrına basacaktır. Hayırlı yolculuklar. Güle güle gidin.
Hepinizi alınlarınızdan öpüyorum.
Artan özlem ve saygıyla ellerinden öpüyoruz ufak tefek büyük kadın…
Kaleminize sağlık hocam 🙏🏻😍