Nazım Hikmet’in “Kız Çocuğu“ şiirini yazdığı Hiroşimalı Sadako Sasaki, 6 Ağustos 1945 tarihine kadar Hiroşima’da yaşayan neşeli, umut dolu küçük bir kız çocuğu idi.
Atom bombasının etkileri nedeni ile lösemi olup hayatını kaybetti.
Patlama ile birlikte seksen binden fazla insan ölmüştü.
Sadako Sasaki 1955 yılında hayatını kaybettiğinde henüz on iki yaşındaydı.
Küçük kız, Hiroşima atom bombasının etkilerinden dolayı öldü.
O zamandan beri Sadako, nükleer savaşın siviller üzerindeki etkisi konusunda bir sembol haline geldi ve ölümünden önce katladığı “bin kâğıt turna kuşu” kararlılık ve barışın simgesi oldu.
Peki bu küçük kızın hikayesi dünyanın Hiroşima’yı anlamasını nasıl sağladı?
Hiroşima, önemli bir askeri üssü barındırıyordu.
Yine de bombalanmadan önce sakin ve huzurlu bir yerdi.
Sasaki ailesi, sahip olduğu kuaför salonu sayesinde geçiniyordu.
Ancak 6 Ağustos 1945’te her şey değişti.
Birleşik Devletler Hava Kuvvetleri tarafından tarihte ilk kez atom bombası atıldı.
Patlama kentin yüzde 90’ını yok etti ve seksen bine yakın insan, o anda hayatını kaybetti.
Ancak bombanın asıl tahribatının hayatta kalanlar sonraki etkileri ile karşılaştıkça ortaya çıktı.
Bu patlama derin yara izleri bırakmıştı.
Sağlıklı insanlar arasında bile ciddi hastalıklara yakalanma korkuları vardı.
Hiroşima’daki radyasyon yüzünden patlamadan sonraki yıllarda on binlerce insan öldü ve lösemi vakaları 1950’lerin başından ortalarına kadar zirve yaptı.
Sadako, kısa süre sonra hastaneye kaldırıldı.
Bu sırada kendine bir misyon edindi ve kağıt katlayarak turna kuşları yapmaya başladı.
Bin tane turna kuşu katlayınca bir dileğin gerçekleşeceğini söyleyen bir Japon efsanesinden esinlenmişti.
Dileği, iyileşip eve gitmekti ve şöyle diyormuş turnalarına: “kanatlarınıza ‘huzur’ yazacağım. Böylece tüm dünyada uçabileceksiniz…”
“Barışın” simgesi haline gelen Sadako’nun hikâyesinden çok etkilenen Nazım Hikmet, küçük Sadako için o çok bilinen:
“Kapıları çalan benim, kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem, göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki kağıt gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler.” şiirini yazar.
Bugün insanlığın öldüğünün 75. yıldönümünde dünyada insanlık adına iyi yönde hiçbir şey değişmedi.
İnsana, doğaya ve her türden canlıya düşmanlıklar artarak büyüyor.
Düne kadar vatan haini olarak kabul edilen Nazım Hikmet’in bu şiirini bugün ılımlı İslamcılar da okuyor.
Hiroşima şiiri okumakla insanlık kurtulmuyor ve Sadako’lar hala ölüyor.
Yanlış hatırlamıyorsam Inolagay isimli uçak’dan atılmıştı. Tam Amerikalılara yakışan vahşi bir savaş türü..
Evet Tekin Bey, Enola Gay Boeing B-29’du bu vahşeti gerçekleştiren. Okuduğunuz ve yorum kattığınız için çok teşekkür ediyorum.
Zeynep Oral
zeynep@zeyneporal.com
Sadako Sasaki’nin kuşları
06 Ağustos 2020 Perşembe
Sadako Sasaki, bir kız çocuğunun adı. 6 Ağustos 1945 sabahı saat 08.15’te Hiroşima’ya atom bombası atıldığında, Sadako 2 yaşındaydı. Kent dışında bir köyde yaşıyordu. Ölmedi… Savaşın bitiminden on yıl sonra Sadako hastalandı. Hastaneye kaldırıldı. Çevredeki sayısız çocuk gibi ona da teşhis konuldu: Radyasyon sonucu lösemi…
Japonya’da bir inanca göre kâğıttan bin adet turna kuşu yapmak, insana şans getirirdi. Sadako, “origami” sanatının en popüler ürünü olan kuşlarını yapmaya başladı. İnanıyordu ki iyileşecekti. Bin kuş yaparsa mutlak iyileşecekti… Ailesi, hastane yetkilileri ona bin kuşu çoktan tamamladığını hiç söylemediler. O hep bin adet kuş yapmaya çalıştı…
Sadako’nun küçük bedeni kâğıt kuşları yapmaya sekiz ay dayandı. Onun ölümünden sonra okul arkadaşları Sadako’nun ruhunu özgür kılmak için kâğıttan kuşlar yapmayı sürdürdü. Sonra bir okul daha, bir okul daha, bir okul daha, bir okul daha…
Japonya’nın her köşesinden üç bin iki yüz okul, kâğıttan turna kuşları yolladı Hiroşima’ya, bir daha yeryüzünün hiçbir yerinde, hiçbir çocuk, atom bombasından, radyasyondan ölmesin diye.
“Çocukların Barış Anıtı” 1958’de açıldı. Yüksek bir kulenin tepesinde bronzdan bir kız çocuğu kollarını gökyüzüne açmış, ellerinin arasında altın bir turna kuşu tutuyor. Kulenin içinde dev bir çan… Çanın bir yanında “Kâğıttan Bin Turna Kuşu”, öte yanında “Dünyada Barış, Cennette Barış” yazılı. Kulenin çevresinde rengârenk kâğıttan binlerce, milyonlarca turna kuşu…
Hiroşima’da
Bundan yılar önce Kiyoto’dan Hiroşima’ya giden hızlı trende, ama neden, insan neden görmek ister ki Hiroşima’yı diye soruyordum kendi kendime…
Bu sorunun tek yanıtı vardı. Gitmezlik edemeyeceğimden gidiyordum Hiroşima’ya…
Koca kent çoktan “Barış Parkı”na dönüşmüştü… Yıkımı, cehennemi, vahşeti, o günü olduğu gibi koruyan tek yapı vardı: Eski Sanat Merkezi, bugün “Atom Bombası Kubbesi” diye biliniyor. O kubbe dışında tüm kent, tüm müzeler, Barış Parkı’na dağılmış sayısız anıt, heykel, hatta taş toprak, ağaçlar bile sadece barışa, dostluğa, dayanışmaya adanmıştı.
Orada, Sadako’yu ve kuşlarını ellerimle, gözyaşlarımla, soluğumla okşadığım, kucakladığım gün, ilkokul çocukları gelip anıtın çevresinde oynuyor, o koca çanı çalıp duruyorlardı. “Bir daha asla” diye çalıyordu çan. “Bir daha asla” diye ötüyordu tüm kâğıt kuşlar…
Turna kuşlarını düşünürken
Bugün 6 Ağustos, Hiroşima’yı, Sadako’yu, turna kuşlarını düşünürken, en çok kendi ülkemi düşünüyorum. Nereden nereye geldiğimizi…
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta barış, cihanda barış” söyleminden, dünyayla savaşı körükleyen söylemlere uzanış…
Tüm komşularla sıfır sorundan tüm komşularla kavgaya…
“Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek” üzere yola çıkıp “dindar ve kindar” bir kuşak yetiştirme gayretlerine…
“Muasır medeniyet”leri örnek almaktan siyasal İslama… Cumhuriyet devrimlerinden karşıdevrimi uygulamaya, Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’e lanet okumaya… Çağdaş, evrensel değerlerden “fetih geleneğine” geri dönüşe…
Diledikleri kadar çabalasınlar, anayasayı, hak ve hukuku yok saysınlar, vicdan sahibi olmasınlar… Akan nehirleri geriye çeviremezler…
Bir daha bu ülkenin hiçbir yerinde, hiçbir çocuk, radyasyondan, yokluktan yoksulluktan, açlıktan, tecavüzden, dayaktan, işkenceden ölmesin diye, bizim geleneğimizde kâğıttan turna kuşları yapmak gibi bir âdetimiz yok… Ama kulak verir öğrenmeyi, dinlemeyi, kavramayı içselleştirirsek, turna kuşlarının taa Japonya’dan gelen seslerini duyabiliriz: “Bir daha asla! Bir daha asla!” diyen seslerini…
Değerli katkınızdan dolayı çok teşekkür ediyorum.