Çıkış noktası Fransa olsa da Avrupa’da her ülkede hemen hemen aynı zamanda görülmüş olan bu yapılar genellikle katedraller ve kiliseler olarak önümüze çıkmaktadırlar. Bu konuda bir tek İtalya istisnadır. Milano’da bulunan Duomo Di Milano ‘’fleche’’ olarak adlandırılan sivri kuleleri, duvara kaynamış olan dış sütunları, keskin hatları ve klasik İtalyan mimarisinde kullanılan kubbeleri olmayan, Gotik tarzdaki ender örneklerden biridir.
Dış çatının hizasını aşan kulelerin öncesinde, kaleler ve erken orta çağ yapılarının yaşamak ve ibadet etmek için oldukça depresif mekanlar olması, daha fonksiyonel olan bu yapıları belki de zorunlu kılmıştı ancak modern sanatlara göre hala etkileyiciliğini koruyan görkemli Gotik katedrallerin en güzel ve önemli örneği olan Paris’teki Notre Dame Katedralinin çan kulesinin geçtiğimiz Nisan ayında yanarak tahrip olmuş olması 850 yıllık bir dünya mirasının üzüntüsünü halen yaşatmaktadır.
Notre Dame yani ‘’Our Lady’’ katedrallerinin yerleşimi virgo (virgin yani bakire, astrolojideki anlamıyla ise başak burcu) yerleşimiyle birebir örtüşür. Bunun nedeni ise Meryem için yapılmış olmasıdır. Yani ana tanrıçaya adanarak yapılmıştır. Geçi bu aynı zamanda bir tartışma konusudur. Bakire Meryem midir, yoksa Mary Magdelene midir? Yani bir diğer adıyla Black Madonna!
Taş duvarların çatılarla desteklenemediği ve bu yüzden tahtadan yapılan çatılara sahip erken orta çağ yapılarının yerine inşa edilen Gotik yapılar sayesinde ilk kez doğanın merhametine ihtiyaç duyulmuyordu. Tanrının varlığını işaret edercesine göğe yükselen sivri kuleler içeriden ince ayaklar ve kaburgalarla oluşturdukları bir tavan sistemiyle destekleniyordu. Artık karanlık iç mekanlar yerine, büyük pencereler ve azaltılmış duvarlarla ışıklı iç mekanlar vurgulandı. Dini ögelere göre renklendirilmiş camlar kullanılarak vitray sanatı gelişmeye başladı. Kutsal kitaptan alıntılanan öyküler camlara ve taşlara resmedilerek, dönemin çoğunluğu okuma yazma bilmeyen halkı için bir İncil’e dönüştürüldü. Katedrallerin içine girildiğinde görülen ihtişam insana kendisini küçük ve değersiz hissettirecek kadar fazlaydı ve korkunç!
Çatılara ya da siperlere yerleştirilen heykeller sayesinde su zemine gürültülü bir şekilde dökülmüyor, suyun heykellerin ağızlarından yavaşça dışarıya aktarılması sağlanıyordu. Mimari artık daha fonksiyonel ve estetik olmuştu. İnce işçilikle işlenen kireç taşı süslemeler, sanatçıların iç dünyasıydı artık. Ve işte sanatçı kavramı bu dönemde heykel ve resimle ortaya çıktı.