Covid19 nedeniyle inanılmaz günlerden geçiyoruz. Tüm alışkanlıklarımızın temelinden sarsıldığı herkesin şaşkın ve gelecekten kaygılı olduğu bir dönemdeyiz.
İnsan ömrü yaklaşık 80 yıl ve hafızası da kısıtlı olunca geçmişle ilgili bilgiler pek kalamıyor. Gelecek kaygısı da belirsizliğin yarattığı bilinmezlikten kaynaklanıyor.
İnsan olmanın erdemlerini bilenler ve o erdeme ulaşma yolunda olanlar ise süreci sakin karşılayıp hemen uyum sağlıyor.
Tüm semavi dinler, insan olmanın erdemlerini ve kazanımlarını anlatır, emreder fakat günümüzde hala insanlık derin bir uykuda ve saptırılmış kavramların peşinde koşuyor. Para şan şöhret inanç olmuş ona ulaşmak uğruna olmayacak şeyler yapılıyor.
Ve ansızın düzen tersine dönünce büyük şaşkınlık yaşanıyor.
İnsanlar işe gitmeden evden çalışmak istedi,
Oldu
Öğrenciler okula gitmeden ders işlemek istedi,
Oldu
Avm’ler olmasa bu kadar para harcamazdık, dedik
Oldu
Evde hiç vakit geçiremiyoruz, dedik,
Oldu
Ailemize vakit ayıramıyoruz, diye söylendik,
Oldu,
Hatta anne babalar çocuklarıyla gece gündüz bir arada olmaktan yoruldu, okulun ve öğretmenin kıymetini anladı.
Çiftler bir arada kalınca kiminle evli olduğunu daha net gördü ve üzerinde durulmamış geçmiş sorunlar önlerine serildi. Sosyal medyalardaki sevgi pıtırcıkları pozlarla dolu evlilikler patır patır dökülüyor bu ara.
Ve büyüklerimizden uzakta hüznün koynunda bir bayram geçireceğiz. Hiç ilgilenmediğimiz köklerimizle büyüklerimizle ayrı düştük. Kimse tatile de gidemedi bayramı değerlendirmek için.
Sanki evinizde oturun geçmişinizin ve geleceğinizin muhasebesini yapın, diyen bir süreç var tepemizde.
Herkes muhasebesini yapsın elbette, insan-ı Kamil olma yolunda, yolun neresinde olduğuna baksın!
Semavi dinlerden önce dahi dünya üzerinde değişmeyen tek gerçek yine iyi insan olma kuralıydı.
Herkes olayların en fazla 100 yıl öncesine bakar. Biz arkeologlar, 100 bin yıl öncesine kadar geçmişe bakarız.
Eski dönemlere ait en net bilgiyi yazılı kayıtlar verir fakat yazılı kayıtların az oluşu sebebiyle, arkeologlar buluntuları inceleyerek varsayımlarda bulunur ve geçmiş dönemlerde yaşanılanlara ışık tutmaya çalışır.
İyi insan olmanın ne kadar önemli olduğunu anladığımız en eski yazılı kayıtlara Mısır döneminde ulaşırız.
Mısır Firavunlar dönemine ait yazılı kayıtlar, mezarlarda da bir çok ziynet eşyası ve değerli eşya bulunmasının nedenlerini açıklamıştır ve biz arkeologların varsayımlarda bulunmasına gerek kalmamıştır.
Firavun ve tüm halk, öte yaşamın varlığına inanır ve dünya üzerinde Tanrının kurallarına uyarak yaşamlarını sürdürürler.
Tanrının kuralı, iyi insan olmalarıdır.
Tanrıyı mutlu etmek için tapınaklar yapar, kurban adarlar. Eğer kurallara uygun yaşamazlarsa öte dünyada yaşamlarının çok kötü olacağına ve cezalandırılacaklarına inanırlar. Ölülerinin bir daha canlanacaklarını düşündükleri için mumyalama tekniğinde çok ileri gitmişlerdir.
Zenginliği ve gücü nispetinde yapılan gösterişli mezar odasında, bir dahaki yaşamında kullanması için tüm sofra takımları, ziynet ve süs eşyaları gibi malzemelerle gömülürler. Mezar odasının duvarlarına da hayatında yaptığı şeyleri resmederler ki, öte yaşamda gözlerini açtığında geride bıraktıklarını özlemesin diye düşünürler.
Dünya hayatını çok sevdikleri için aynı hayatın öte yaşamda da sürdürme çabasındadırlar. Ölüler ülkesine giden ruhun yolunu mümkün olduğunca kolaylaştırıp, oradaki yaşamını da güzelleştirmeye çalışmışlardır. Ölünün sonsuza dek evi olacak olan mezar odasını bu yüzden süslemiş ve devasa piramitleri inşa etmişlerdir.
Tüm bunların günümüz davranışlarından pek bir farkı yok aslında. Dünyada da ölüm sonrası alemde de tek derdimiz güzel zengin ve mutlu yaşamak!
Bir arkeolog olarak Mısır Firavunlarından geriye kalan yazıtlar ve buluntularda en ilgimi çeken iki konu olmuştu.
Mısır’ın o dönem yaşayan halkı, ölülerin öte dünyaya kayıkla geçeceğine inanırmış ve kayıkçıya rüşvet olarak ölülerin yanına para bırakırlarmış. (Rüşvet bu dünyada hep varolmuşJ )
Bir diğer ilgimi çeken ise; zengin sınıfı öldükten sonra öte dünyada aynı zenginliği bulamama korkusuyla mezar odalarına servetlerini yığarlarmış. Ayrıca öte dünyada işlerini yapacak hizmetkarlarının olmaması korkusu nedeniyle, mezarlarına elinde iş aletleri bulunan heykelcikler koydururlarmış.
Bu heykellerin yanına da şöyle bir yazı bırakılmış; “öbür dünyada işe çağrıldığım zaman benim yerime sen gideceksin!”
İnsanlık ne kadar ileri giderse gitsin bazı duygu düşünce ve davranışlarında pek fazla ilerleme kaydedememiş diye düşünmemize sebep oldu bu buluntular.
Mısır halkı tarihin o dönemlerinde, öldüklerinde cennete nasıl gidebileceklerini de duvarlara resmetmişler ve yazılı olarak da bırakmışlar.
Öte dünyadan sorumlu olan Tanrı Anubis, ölüyü karşılayıp kalbini alırmış ve bir teraziye koyarmış. Terazinin bir kefesinde ölen kişinin kalbi, diğer kefesinde ise yasaların, doğruların ve gerçeğin tanrıçası Maat’ın tüyünü koyarmış ve terazinin hangi tarafın ağır geldiğine bakarak ölen kişinin cennete gidip gitmeyeceğine karar verirmiş.
Ölen kişinin kalbi, yasaların tanrıçası Maat’ın tüyünden hafif gelirse doğru bir yaşam sürdüğüne inanılır ve cennete gönderilirmiş.
Günümüzde bu olay deyim olarak devam etmektedir.
Bir tüy kadar hafif olmak…
İyi insan olmanın kuralıdır, suçlardan ve günahlardan arınmış bir tüy kadar hafif kalbe sahip olmak!
Ve değişen dünya düzeninde kazananlar daima iyiler olacaktır. İnsanlığa hizmet edenler olacaktır.
Yüz binlerce yılın tek değişmeyen öğretisidir, iyi insan olma kavramı…
Bayram vesile olsun, kalbimizi tartmamıza…
Hüznün koynunda buruk geçen bir bayram da olsa, iyi insanların çoğalması, güzel günlerin gelmesi umuduyla iyi bayramlar!