Antik çağda Herkül’ün Sütunları olarak bilinen Cebelitarık, Akdeniz ile Atlas Okyanusu’nu birleştiren, Avrupa ile Afrika kıtalarını ayıran önemli bir “BOĞAZ”dır.
Yani Sayın Cumhurbaşkanı’nın -sürçülisan olmasını dilediğim- tanımlaması gibi “kanal” değildir Cebelitarık.
“Dünyada nasıl Süveyş varsa, nasıl Cebelitarık’ı varsa… Evet, bizde de Kanal İstanbul olacak.” Sözlerindeki kararlılık ve inatçılık öylesine ağır basmış olmalı ki teşbihteki hatada esasen “Panama” kast edilmiştir herhalde.
En iyi ihtimalle Kanal İstanbul projesinin çevreci özelliği olduğunu savunan Partili Cumhurbaşkanı’nın “Kanal İstanbul’un Türkiye’ye kazandıracağı haklar var” ve “Boğaz’da kaç kez yalılara kuru yük gemileri, tankerler hep bindirmiştir. Her an bu bir tehlikedir ve çevrenin tehdidir. Fakat Kanal İstanbul ile bir defa bu tehditler adeta yok seviyesine geleceği gibi bir de ülkemize ciddi manada bir getirisi olacaktır” şeklindeki sözleri, öyle görünüyor ki kabul edilmesi adına dikkatlerin bu yöne çevrilmesinden başka bir şey değildir.
Yanılgı, başarısızlık elbette kolay kabul edilebilecek olgular değildir.
Ancak unutulmamalıdır ki Bilim Adamlarının uyarıları söz konusu bir şehrin yerle bir olması ise, -yerine göre- siyasilerin diktalarının önüne geçerek dikkate alınmalıdır.
Bilim Adamlarına göre:
- Kanalın kazılması esnasında zemin özelliklerine göre fazla kayma, heyelan ve göçmeler olacaktır. Beklenen deprem gerçekleşirse Kanalın Marmara ağzı 9-10 şiddetinde etkilenebilecektir ve ciddi hasarlar görmesi mümkün olacaktır.
- Yaklaşık 1-1,5 milyar m3 malzeme kazılacaktır. Bu malzemenin kazılması yıllarca sürecek, kazıda iş makinalar ve patlayıcı kullanılacak dolayısıyla vadi ve çevresindeki ekosistem, fauna ve flora büyük ölçüde tahrip olacaktır.
- Bu boyuttaki bir malzemenin herhangi bir yere serilmesi mümkün değildir. Bir ihtimalle Marmara içerisinde adacıklar oluşturulacaktır. Marmara’nın içerisindeki aktif fay sistemi düşünülürse bu iş son derece riskli olacaktır.
- Kanalın kazılması esnasında zemin özelliklerine göre fazla kayma, heyelan ve göçmeler olacaktır.
- Deniz seviyesine kadar kazılınca kanal bir drenaj sistemi olarak çalışacak ve kanal çevresindeki yeraltı su rezervuarlarını tahrip edecek ve yörede tuzlanmaya neden olacaktır.
- Kanal ile Boğaz arasındaki bölge bir ada haline gelecek dolayısıyla tüm ulaşım sistemleri değişecek ve zorlaşacaktır. Özellikle Kanalı üstten geçecek yapılar irtifa, zemin koşulları nedeniyle daha riskli ve maliyetli olacaktır. Bu adanın Trakya’dan ayrılması askeri açıdan da riskli olabilecektir.
- İstanbul deprem beklemektedir. Beklenen deprem gerçekleşirse Kanal’ın Marmara ağzı 9-10 şiddetinde Kanal gibi yatay ve düşey harekete sıfır toleranslı bir yapının bu depremden (veya sonrakilerden) ciddi hasarlar görmesi mümkündür.
- Yetkililerin ifadesine göre Kanalın etrafında en az 3 milyonluk bir şehir oluşacaktır. Bu da deprem riskini artıracaktır. Fazla nüfus fazla can ve mal kaybı demektir.
- Kanal dünyanın en kirli denizlerinden biri olan Karadeniz ile şu anda can çekişmekte olan Marmara’yı birleştirecektir. Orta Avrupa’nın tüm sanayi kirliliği bu vesile ile Marmara’ya dolacaktır.
- Marmara’nın oşinografik sistemi bozulacak ve bu denizde oksijen tüketimi daha da hızlanacaktır. Bu da yaşam koşullarını daha da zorlaştıracaktır. Görüldüğü gibi böyle bir projenin getirisinden çok götürüsü vardır. Kaldı ki milyarlarca dolara mal olacak bu proje yerine ülkenin çok daha elzem olan işleri yapılabilir. Bu günün teknolojisi ile Boğaz’da trafik çok daha güvenli bir şekilde gözetim ve denetim altına alınabilir. Bu hem daha ucuz hem de ülke yararına olur.
Yerine göre Türk çiftçisine “Ananı da al git”, Katar Emirine “Ananı da al gel” diyen zihniyetin İstanbul’u rant uğruna Katar’a katar katar peşkeş çekmesi İstanbul şehri için bir cinayetten başka bir şey değildir.
Yerleşim tarihi 300 bin, kentsel tarihi yaklaşık 3 bin, başkentlik tarihi 1600 yıla kadar uzanan Roma, Bizans ve Osmanlı’ya başkent olmuş İstanbul’u yerle yeksan etmeye hangi vicdan dayanır?
Taşı toprağı altın olan İstanbul’u iktidarın bütün stratejik, önemli varlıklarımızı tapusu ile yabancılara satması kabul edilemez bir suç ve ihanettir.
“Biz İstanbul’un kıymetini bilmedik. Biz bu şehre ihanet ettik. Hala da ihanet ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum” diyen Sayın Cumhurbaşkanı, “Kanal İstanbul” projesi ile bu ihaneti sürdürmekte kararlı görünüyor.
İnsanlar ihaneti belki unutabilir, affedebilir doğa ise ihaneti asla affetmez!